23 Ağustos 2020, Pazar.
Bugün, Kurtuluş Savaşından sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan arasında 24 Temmuz 1923’te İsviçre’nin Lozan kentinde Baş delege İsmet Paşa (İnönü) ve arkadaşları tarafından imzalanan Lozan Barış Antlaşması’nın, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce 23 Ağustos 1923’te kabul edilmesinin 97. yıl dönümü.
Atatürk, -…”Lozan Barışı, Türk tarihinde bir dönüm noktasıdır. Türk milleti için siyasi bir zafer teşkil eden bu antlaşmanın, Osmanlı tarihinde benzeri yoktur. Milletimiz bununla gerçekten iftihar edebilir ve Türk milletinin yüksek bir eseri olan bu antlaşmanın yüksek kıymetini takdir etmesi lazım gelen gençliğin, bunu mazide yapılan antlaşmalarla mukayese etmesi gerekir. Bu münasebetle Lozan görüşmelerinde her türlü siyasi mücadelelere göğüs gererek neticeyi elde etmede bir zekâ göstermiş olan İsmet Paşa Hazretleri’ni saygı ile hatırlamak vazifemdir.” demiş ve Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasından on üç yıl sonra Montreaux Boğazlar Sözleşmesi’nin imzalandığı günün gecesi de (18/19 Temmuz 1936) şu notu yazdırmıştır:
-…”Bugün bayram günüdür; sevinç günüdür. Niçin bilir misiniz, ey sevgili yurttaşlar? Çünkü Lozan, Montrö’de taçlandırılmıştır. Lozan tamdır ve tamamiyetini daima tarihte okutacaktır. Fakat, onu mustarip eden ufak bir şey, Boğazlar vardı. İşte o Montrö’de çözümlenmiştir. Eğer Türk yüksek hassasiyeti bununla alakadarsa mutlak sevinmektedir, seviniyor ve sevinmelidir.” (Bakınız: Cevat Abbas Gürer, Cumhuriyet gazetesi, 10 Kasım 1941)
Lozan Barış Antlaşması, 21 Kasım 1922 – 4 Şubat 1923 ve 23 Nisan 1923 – 24 Temmuz 1923 tarihleri arasında iki dönem halinde barış görüşmelerinin yapıldığı konferanslar ile anlaşma ile tamamlanmıştır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti adına her iki dönemde de konferansa Baş delege olarak katılan İsmet Paşa’ya yetki belgelerini Milli Mücadele yıllarında (12 Temmuz 1922 – 4 Ağustos 1923 tarihleri arasında Başbakan) Türkiye’nin Başvekili Hüseyin Rauf (Orbay) imzalamıştır. Türk heyeti gitmeden önce şu konularda yetki almışlardı:
—“Doğu’da bir Ermeni devletinin kurulması kesinlikle düşünülemez. Eğer İtilaf Devletleri böyle bir şeyi kabul ettirmeye çalışırlarsa, konferans derhal terk edilecekti.
—“Irak, Suriye, Batı Trakya sınırlarının belirlenmesinde Misakı Milliye bağlı kalınacaktı.
—“Eğer Irak sınırı konusunda İngilizlerle petrol sorunu ortaya çıkarsa, ekonomik yönden İngilizlere bazı ayrıcalıklar verilmesi düşünülebilecekti.
—“Boğazlar ve Çanakkale’de yabancı askerlerin bulunması kabul edilmeyecekti.
—“Türkiye sınırına yakın Ege Adalarının Türkiye’ye verilmesi dile getirilecekti.
—“Kapitülasyonlar konusunda asla taviz verilmeyecek, eğer İtilaf Devletleri bu konuda ısrar ederlerse görüşmeler kesilebilecek ve konferans terk edilecekti.
—“Türkiye’deki azınlıklar mübadeleye tabi tutulacaktı.
—“Duyunu Umumiye konusunda ise diretilmesi gereken konu şuydu: Osmanlının yabancı devletlerden aldığı borç sadece Türkler için harcanmamıştı. O yüzden de bu borcun, Osmanlıdan ayrılan topraklar üzerinde kurulmuş devletlere paylaştırılmalı. Türklerin payına düşen miktarı ise, Anadolu’da büyük zararlara neden olan Yunanistan ödeyecekti. Eğer bu kabul edilmezse de Türkiye’nin payına düşen borcun 20 sene ertelenmesi istenecekti.
—“Türkiye’nin yönetiminde bulunan Genel Borçlar İdaresi derhal kaldırılacaktı.
—“Türkiye’deki yabancı işletmeler kendi yasalarına göre değil, artık Türkiye’nin yasalarına göre hareket edecekti.” (Bakınız: Yalın İstenç Kökütürk, “Lozan Konferansı – Gazi Mustafa Kemal Atatürk”, B Yayın, Nisan 2011, Sf:27)
21 Kasım 1922’deki konferansta söz alan İsmet Paşa;
…”Reis Efendi.
Dört seneden ziyadedir, Wilson esası ve imanı üzerine kurulmuş bir mütareke, Osmanlı İmparatorluğu’nun girişmiş olduğu muhasamatı, resmi surette tatil etmişti. Sulhun nimetlerinden daima mahrum kalan Türk Milleti, o tarihten beri hak ve adalet istihsali için, yaprağı mükerrer sulh teşebbüslerinin kifayetsizliğini ve faidesizliğini idrak ederek, artık hiçbir kurtuluş ümidi kalmadığını anlayarak, varlığını korumaya ve maddi manevi kendi vasıtalarıyla istiklalini sağlamaya muvaffak oldu. Bu yolda birçok ıstıraplara katlandı. Hadsiz hesapsız fedakârlıklara rıza gösterdi. Hür milletler, bu hale teveccühlü bir gözle şahit olmuşlardır. Her yaşta ve her mevzideki Türkler, kadın ve çocuk, bu müdafaa harbine iştirak ettiler.
1918 tarihinden sonra Türk Milleti’nin maruz kaldığı sonsuz hücumları ve ıstırapları, burada hatırlatmaktan kendimi menedemiyorum. Gerek bu hücumları ve ıstırapları, gerek hiçbir askeri mecburiyet olmaksızın, Türkiye topraklarının en zengin ve en mamur kısımlarında münhasıran mahvetmek ve yıkmak fikriyle muntazaman yapılmış tahribatı, hiçbir veçhile mazur göstermek kabil değildir. Hala bu dakikada bile, bir milyondan ziyade masum Türk’ün küçük Asya ovalarında ve yaylalarında, evsiz ve ekmeksiz, serseri gibi dolaştıklarını da hatırlatmak isterim. Türk Milleti, bu insan takati üstündeki fedakârlıklara katlanmak suretiyle, medeni insanlar arasında derin bir hayat kuvvetine malik milletlere has olan mevcudiyet ve istiklal hakkı ile sulh ve sükûna çalışmak unsuru olmak üzere büyük bir mevki kazanmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kati gayesi, bu mevzii muhafaza ve tahkim etmekten ibarettir. Son senelerin hadiseleri beşeriyetin vicdanında umumi sulh ve sükûnun devletler tarafından birbirlerinin haklarına ve hürriyetlerine saygı gösterilmedikçe gerçekleşemeyeceği hakikatini bir akide haline koyduğu cihetle, bu vakaların hatırasının istikbal için bir sulh ve sükûn teminatı teşkil edeceğini ümit eylerim. Tasavvuru kabil olan azami derecede hüsniniyetle mütehassıs olan Türk heyeti murahhassının, sair heyeti murahhaslarda da aynı veçhile bir hüsniyete tesadüf edeceği ve bu suretle konferans mesaisinin memnuniyet verici bir neticeye iktiran edeceği ümidini besliyorum.
Reis Efendi,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti namına, İsviçre Cumhuriyetine, konferansımızın burada toplanmasını kabul etmek suretiyle lütfen göstermiş olduğu misafir severlikten dolayı teşekkür ederek sözlerime nihayet vereceğim. Tarihi şanlı, necip bir milletin kendi istiklaline ne kadar büyük bir kıymet atfettiğini inkâr edilemez surette gösteren bu memleketin, konferansa toplanma yeri olarak intihap edilmesinden dolayı kendimi tebrike şayan görüyorum.” Demiştir. (Bakınız: İsmet İnönü, “Hatıralar”, Bilgi Yayınevi, Ekim 2009, Sf:330)
İsmet Paşa ve arkadaşları (Hasan Saka, Dr. Rıza Nur) Lozan Barış Antlaşması’nı 24 Temmuz 1923’te imzaladıktan sonra, konferans sırasında yalnızca gözlemci olarak katılan Amerika ile de Antlaşma imzalamak için birkaç gün daha Lozan’da kalmışlardır. Nitekim 6 Ağustos 1923 Salı günü, Amerika ile ikili “Dostluk ve Ticaret – Suçluların İadesi Antlaşması’nı imzaladıktan sonra yurda dönmek üzere Lozan’dan hareket etmişlerdir. (Not: …”Türk-Amerikan ilişkileri, ABD’nin İtilaf Devletleri lehine savaşa girmesiyle 20 Nisan 1917’de kesilmiş ve 6 Ağustos 1923’te Lozan’da imzalanan ikili “Dostluk ve Ticaret Antlaşması” ile yeniden kurulmak istenmişse de Amerika’daki Türk düşmanlarının yürüttüğü lobicilik faaliyetleri neticesinde uygulamaya konulamamıştır. Ancak bu süreçte iki devlet birbirlerine savaş ilan etmemiş ve Savaş yılları boyunca ABD’nin Türkiye’deki haklarını İsveç, Türkiye’nin Amerika’daki haklarını ise İspanya elçilikleri gözetmiştir.” Bakınız: Fahir Armaoğlu, “Belgelerle Türk Amerikan Münasebetleri”, Ankara, 1991, Sf:19.)
Lozan Barış Antlaşması’nın orijinali, antlaşmanın 143. Maddesi uyarınca, Paris’te Fransız Dışişleri Bakanlığında muhafaza edilmektedir. Bu anlaşmaya göre (özetle);
—“29 Ekim 1923’te ilan edilecek yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bağımsızlığı bütün dünya devletleri tarafından kabul edilmiş,
—“Ekonomik alanda Osmanlı Devleti döneminden kalma eski pürüzler temizlenerek kapitülasyonlar kaldırılmış,
—“Musul sorunu çözülemeyerek, karara bağlanmasının Milletler Cemiyeti (Cemiyet-i Akvam)’ne bırakılmış,
—“Türk – Yunan sınırı Meriç ve Arda ırmakları temel alınarak çözülmüş,
—“Gökçeada, Bozcada ve Tavşan adaları dışındaki Ege adaları Yunanistan’a bırakılmış,
—“İstanbul’daki Rumlar ile Batı Trakya’daki Türkler dışındaki azınlıkların, Türkiye ile Yunanistan arasında değiştirilmesi kararlaştırılmış,
—“Yunanistan’ın, Karaağaç’ı savaş tazminatı olarak Türkiye’ye bırakması öngörülmüş,
—“Türkiye’nin Suriye ile sınırları 20 Ekim 1921’de Fransa ile imzalan Ankara Anlaşması’na uygun şekilde belirlenmiş,
—“Irak sınırının ise Musul sorununa bağlı olarak çözümlenmesi kararlaştırılmış,
—“Boğazlardaki Türk egemenliği kesin bir biçimde kabul edilerek anlaşmanın onaylanmasından sonra altı hafta içinde yabancı kuvvetlerin boğazlar bölgesinden çıkmaları öngörülmüş ve Türkiye’nin Bulgaristan’la sınırı 27 Kasım 1919’daki Neuilly ve 10 Ağustos 1920’de imza edilen Sevr anlaşmalarındaki biçimiyle kabul edilmiştir.” (Bakınız: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi, “Atatürk Söylev ve Demeçleri I-III”, Divan Yayıncılık, 2006.)
Lozan Barış Antlaşması 24 Temmuz 1923’te imzalandığı sırada, Türkiye Büyük Millet Meclisi seçime gitmiş ve milletvekilleri yenilenmiştir. Birinci Meclis’te ikinci gruba ait pek çok milletvekili de seçilememiştir. Buna karşın Lozan Barış Antlaşması Meclis’te hararetli tartışmalara neden olmuş ve Antlaşma’nın onayı için 23 Ağustos 1923’te çıkarılan yasa 227 milletvekilinden, 213’ü tarafından kabul edilirken 14 milletvekili de ret oyu vermiştir.
Mersin Milletvekili Niyazi Ramazanoğlu ret oyu verme gerekçesi olarak, İskenderun ile Antakya’nın ve Halep ile Rakka’nın nüfusunun ezici çoğunluğunun Türkmen olduğunu ancak Misakı Milli sınırları dışında bırakılıp, Fransa’nın egemenliğine terk edilmesinin doğru olmadığını dile getirmiş ve Lozan Barış Antlaşması’nı eleştirmiştir.
Bursa Milletvekili Necati Bey de Boğazlar konusunun çözüme bağlanmadığını dile getirmiş ve Batı Trakya’nın Türkiye’ye dâhil edilmemesini eleştirmiştir.
Ret oyu verenlerden, Hüseyin Vasıf (Çınar) Bey, Faik Öztrak, Şükrü Kaya, Yahya Kemal, Hamdullah Suphi Beyler, Yunanistan’ın tazminat ödememesini kabul etmediklerini bildirmişlerdir.
Atatürk, ret oyu veren milletvekillerine hitaben demiştir ki: …”Ölmüş zannolunan millet, mahvolmuş zannolunan bu memleket, yeniden bütün yaşama yeteneğini gösterebilecek bir vaziyet alıyor. Bütün kadınlarıyla, erkekleriyle, ihtiyarlarıyla el ele vererek kendisinin cihanda mevcut olduğunu, bir kere daha ispat edecek harikalar gösteriyor. İşte o harikaların neticesi olarak Lozan Konferansı’na davet olunuyoruz. Fakat Efendiler, esasen bizden sorulacak hiçbir hesap yoktur. Maziye ait hataların hakiki sorumlusu biz değiliz; Türk milleti değildir. Bu böyle olmakla beraber dünya ile karşı karşıya gelmek bize düşüyor. Millet ve memleketi gerçek bağımsızlık ve egemenliğe sahip etmek için çalışmak mecburiyeti bizim üstümüze kalıyor. Lozan’da henüz hiçbir olumlu netice yoktur. Fakat, bu olumlu netice mutlaka olacaktır. Millet, mevcudiyeti için, hâkimiyeti için mutlaka elde etmeye mecbur olduğu esasları Misak-ı Milli halinde bariz surette bütün cihana ilan etti. Misak-ı Milli’nin anlamını bütün cihan tasdik etmeye mecburdur ki, Türkiye kuvvetiyle, süngüsüyle ve bütün mecburiyetiyle bunu elde etmiştir. Arta kalan şey, maddeten elde edilmiş olan bu şeyin konferansta, salonda, masada, nerede olursa olsun usulen ve resmen ifadesinden ve onaylanmasından başka bir şey değildir. Bu netice er geç, mutlaka elde edilecektir! Bütün isteklerimiz haktan ibarettir. Bu hak, en tabii ve en açık haklardandır. Hukukumuz bu kadar açık olduktan başka, bu hukuku mutlaka muhafaza için kudretimiz de vardır, kuvvetimiz de kâfidir.”