LOZAN BARIŞ MI HEZİMET Mİ?
Dünyanın en masum en meşru ve en cesur savaşlarından biri olan Türk kurtuluş savaşı, Anadolu topraklarındaki binlerce yıllık hesaplaşmanın üründür. Kanla irfanla elde edilen zaferin siyasi olarak tanınması Lozan antlaşması sayesinde olmuştur.
Kurtuluş savaşında kazanılan kesin başarı üzerine, Türkiye galip bir devlet statüsünde 24 Temmuz 1923’de Lozan konferansında, eşit koşul esasına göre bir barış antlaşması imzaladı. Böylece Türkiye devleti, misakı milli ilkesine göre dünya devletleri tarafından resmen tanınmış oldu.
Türkiye’nin Lozan’dan sonra bazı devletlerle sorunlarının tam olarak kapanmadığını görmekteyiz. Sorunların Lozan’la tam kapanmamasının nedeni, Türkiye’nin yeni konjonktürel duruma göre kuşatılmasıdır. Çünkü Türkiye’nin çevresi Lozan sonrasında tamamen büyük devletlerle kaplanmıştır. Örneğin Türkiye, eski komşularından olan, Sovyet Rusya, İran, Bulgaristan ve Yunanistan dışında Oniki ada ve Meis adası ile İtalya’ya, Suriye mandasıyla Fransa’ya, Irak mandası ve Kıbrıs dolayısıyla İngiltere’ye komşu olmuştur.
Türkiye Lozan sonrasında sürekliliğini sağlamak ve harabeye dönmüş vatanını imar etmek için çok yoğun bir çabaya girişti. Bu hareketlerin başarıya ulaşabilmesi için gerek yurt içinde gerekse de yurt dışında barış ortamına ihtiyaç vardı. Bu nedenle Türkiye barışçı bir dış politika izlemeye özen gösterdi.
Osmanlı devletini kapitülasyonlar nedeniyle istedikleri gibi sömürmeye alışmış olan devletler, bu durumlarını Türkiye ile de sürdürmek gayretine giriştiler. Nitekim 1699 Karlofça antlaşmasından sonra imzalanan neredeyse bütün antlaşmalardan istedikleri tavizleri koparmaya alışık olan devletler bu durumun Lozan’da da süreceğine inanmaktaydılar. Lozan’da elde edemediklerini Lozan sonrasındaki uygulamalarla sürdürmeye kalktılarsa da
Türkiye’nin şiddetli tepkisi karşısında isteklerinden vazgeçmek zorunda kalmışlardır.
Osmanlı devletini Avrupa karşısında 250 yıla dayanan gerilemesini hiç mesele etmeyenlerin Lozan’daki birkaç olaya takılmaları çok manidardır. Lozan dönemin şartlarında verilmiş bir diplomasi zaferidir. Osmanlı devletinin hiç savaşmadan kaybettiği, Kuzey Afrika’dan Kıbrıs’a ve Kafkaslara kadar uzanan toprakları Lozan bağlama çabalarını cehaletin daha ötesinde kasıt ve art niyete bağlı bir durum olarak değerlendirmek gerekmektedir.
Lozan antlaşması en başta bağımsız bir devlet olduğumuzun tescillenmesidir. Sevr antlaşması sonrasında imzalanan Lozan antlaşmasında kusur aramak Sevr özleminden başka bir şey değildir. 1815’de Osmanlı’nın kendi toprak bütünlüğünü sağlamak için Avrupalı devletlerden güvence istemesi ve Osmanlı’nın toprak bütünlüğünün Avrupalı devletlerin güvencesine verilmesi olayı aslında Lozan antlaşmasının Türk milletinin kaderi için ne kadar hayati bir öneme sahip olduğunu göstermektedir.
Kapitülasyonlar ile egemenlik haklarından büyük oranda vazgeçen Osmanlı’nın acizliği Lozan’la sona ermiştir. Çünkü kapitülasyonlar ile Avrupalılar sadece ekonomik haklar kazanmamışlar; elde ettikleri idari ve hukuksal haklarla da Osmanlı’nın devlet mekanizmasını neredeyse işleyemez hale getirilmişleridir. Örneğin yabancı uyruklu birisi ile Osmanlı vatandaşı arasındaki hukuksal davlara yabancı hâkimler bakmaktaydı. Bu bile Osmanlı’nın Avrupa tarafından yönetildiğini kanıtlamaktadır. Ama Lozan’la Türkiye, Türkiye’den yönetilmeye başlamıştır.
Osmanlı’nın sırtındaki en büyük yüklerden birisi dış borçlar meselesiydi. Özellikle Duyunu umumiye idaresiyle Osmanlı icralık duruma düşmüş ve neredeyse bütün kaynaklarına alacaklı devletler el koymuştu. Lozan’la Türkiye icralık olmaktan çıkarılmış ve borçlarını yeni yapılandırma ile ödeme imkânına kavuşmuştur.
18. yüzyıldan itibaren Avrupalı devletler misyonerlik faaliyetleri adına Osmanlı’da birçok okul açmışlardı. Özellikle azınlıkların okuduğu bu okulların sayısı neredeyse devletin okulların sayısından fazlaydı. Bu okulların denetimi üzerinde Osmanlı’nın göstermelik birkaç yönetmelik dışında hiçbir hakkı yoktu. Ülke tam bir keşmekeşin içine girmişti. Azınlık okulları tam bir ihanet ocaklarına dönüşmüştü. Nitekim Anadolu’nun işgali sırasında azınlık okullarının silah deposu olarak kullanıldığı görülmektedir. Lozan antlaşmasıyla bu ihanet ocaklarının faaliyetleri sonlandırılmıştır. Azınlık okullarının faaliyetleri devlet denetimine tabii tutulmuştur.
Osmanlı devletinin son dönemlerinde neredeyse bütün devlet işletmeleri yabancılara verilmişti. Ekonomik anlamda yabancılar tartışmasız söz sahibi olmuştur. Ancak Lozan sonrasında kurulan Türkiye Cumhuriyeti ilk olarak yabancılara verilmiş bu ayrıcalıkları kaldırılmıştır.
Lozan anlaşması nereden bakılırsa bakılsın tam bir diplomasi zaferidir. O zamanın şartlarını anlamadan, o dönem verilen mücadeleyi görmeden, Lozan sayesinde rahatça hayatını sürdürüp Lozan’a laf atanların vicdanlarını gözden geçirmeleri gerekmektedir. Çünkü Lozan’ı karalamak en hafif deyimiyle vicdansızlıktır.
Son zamanlarda Osmanlı’nın kaybettiği toprakları sanki Lozan antlaşmasıyla kaybedilmiş gibi bir hava estirilmek isteniyor. O düşüncedeki insanları sadece bilime davet ediyorum. Olaya sadece bilimsel açıdan bakmaları gerçeği ortaya çıkaracaktır. Bilimin de söylediği budur: Lozan bir hezimet değil zaferdir.