Ah o gün… O güzel günü hatırladıkça içimde derin bir acı hissediyorum.
Gidiş o gidiş…. Ağabeyim sekiz sene kayboldu. Beş on günde bir, onun bir adamı geliyor, kendisi namına bizim hatırımızı soruyor, gidiyordu. Mevcud parasını giderken bankaya yatırmıştı. Bu para, benim, annemin ve kendisinin mührü ile çekilebiliyordu. Bize gönderdiği mektuplarda:
-…”SAKIN DARLIK ÇEKMEYİN!.. diyordu. BU PARALARI HARCAYIN, YETİŞMEZSE EVDEKİ HALILARI SATIN. SIKINTIDA KALMAYIN…”
Biz bazen benim mührümle bankadaki parayı çekiyor ve kimseye muhtaç olmadan idare ediyorduk… Tam sekiz sene ağabeyimi görmedik. Bu sekiz sene bize o kadar uzun geldi ki anlatamam.
EVİMİZİ BASTILAR
Bu sekiz sene içindeki hayatımızı anlatmak için bir insan ömrü bile kafi gelmez.
Atatürk Anadolu’ya geçtiği zaman biz tarassut altında idik. Zaten ağabeyimin emri gereğince biz de hiçbir yere çıkmadık. Eve kapalı kaldık. Ağabeyimin İstanbul’daki adamları ara sıra bizi ziyarete gelirdi… Bunun dışında misafirliğe bile gitmezdik.
Bir gün kapı çalındı. Pencereden baktım, tanımadığımız kimseler… Açmadım. Gene çalındı. Bu sefer aşağı indim. Tam on sekiz kişilik bir kalabalık… Osmanlı Hükümeti’nin adamları…
Kapının dışına çıktım:
—Ne var, ne istiyorsunuz? dedim.
‘Evi arayacağız.’ dediler.
Kızdım:
—Canım, bizim evimizi ne hakla basıyorsunuz? Annem hasta nüzüllü.. Ölüm yatağında. Ben yalnız bir kişiyim.
‘Hayır arayacağız’ diye ısrar ettiler.
Kapının önüne çıktım. O zamanlar gazetelerde Mustafa Kemal aleyhinde birçok yazılar çıkıyordu. Onun idamına karar verilmişti… Her gazete onu fena bir insan tanıtmak istiyordu… Bütün bu neşriyat sarayın emri ile yapılıyordu. Birden bunları düşündüm o anda:
—Evimizi basmaya hakkınız yok diye bağırdım. Kendisini gazetelerde fena bir adam diye tanıttığınız bir insanın evini niçin basıyorsunuz? Madem ki ağabeyim fena bir adam, neden ondan bu kadar çekiniyor, kendisine bu kadar ehemmiyet veriyorsunuz? Burası benim evimdir. Bu evi basmaya hakkınız yok…
Kapıdaki kalabalık kendi aralarında istişare ederken yan taraftan birkaç kişi peydah oldu. Yanıma yaklaştılar ve kapının aralığında fısıltı halinde:
—Korkmayın dediler, biz Mustafa Kemal’in adamlarıyız…Evi kimseye bastırmayız. Siz kapıyı kapatıp çıkın yukarı.
Ağabeyimin adamlarının bizi bu kadar dikkatle takip ve himaye etmeleri beni çok gururlandırdı… Sevinçle yukarı çıktım… Kocama haber verdim. O da çizmelerini giydi yan odaya geçti. Bu sefer annemin yanına gittim:
—Anne dedim, endişe etme. Ağabeyimin adamları da etrafta dolaşıyor… Hiçbir şey yapamaz kimse.
Tekrar aşağı indiğim zaman kapıdaki kalabalığın çoktan dağılmış olduklarını gördüm.
YILLARDAN SONRA EVİNE DÖNDÜ
Aradan sekiz sene geçmişti.. Büyük ağabeyim, gayesinde muvaffak olmuştu. İstanbul’a geleceğini haber aldığımız zaman sevincimize payan yoktu. Evin içinde bir bayram havası başlamıştı. Müjdeli haberi alır almaz hazırlığa başladık. On gün on gece hazırlık yaptık. Her tarafı sildik süpürdük, yıkadık, temizledik… Odasındaki bütün eşyaları teker teker elden ve gözden geçirdik. Onun en çok sevdiği yemekleri yaptık. Gözümüze uyku girmedi günlerce. Ağabeyimin yıllar sonra tekrar evine dönmesi bizi sevinçten deliye döndürmüştü adeta…. Ah o gün… O güzel günü hatırladıkça içimde derin bir acı hissediyorum…
Makbule Atadan cümlesini bitirirken gözleri yaşarmıştı. Başını avuçlarının arasına aldı. Farkında olmadan kendisini sürüklemiş olduğum o eski hatıratların heyecanı içerisinde sarsıla sarsıla ağlamaya başladı…