Son yıllarda oldukça gündemde olan, ülkemizde de Beki İkala Erikli’nin öncülüğünde bir hayli konuşulan ve hatta uygulamaya konulan, yaşadığımız hayatın boşluklarını spiritüel bir şekilde doldurmaya çalışan bu akımın iddiaları ne kadar doğru olabilir?
Ya da gerçekten meleklerle irtibatta olan, onlardan yardım isteyen insanlar ne kadar başarılı oluyor? Melekler gerçekten onları çağırdığımız anda yardıma koşabiliyor mu?
Meleklerle irtibat kurmak son zamanlarda bir takım insanlar tarafından oldukça dikkate değer bulunmuş ve hatta konuyla ilgili özel seminerlere katılıp, kitaplar alıp okuyan, buralarda anlatılan yönergelere göre melekleri yanlarına çağırıp onlardan işaret aldıklarını iddia edenler var. Tecrübelerini sayfalar dolusu, forumlar dolusu anlatan insanların sayısı da gitgide artıyor.
İSLAMİYET VE MELEKLER
İslam dinine göre meleklerin varlığına inanmak, imanın temel şartlarındandır. Kur’an-ı Kerim’in, Nisa Suresinde (4/136) “Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur” ve Bakara suresinde (2/98) ise; meleklere düşman olanların, Allah’ın düşmanı olduğu söylenmektedir.
İslamiyet de melekler konusunda işte böyle söylüyor.
Fakat başka görüşler de mevcut; Bütün melekelerin (melek değil, meleke) insanların içinde olduğu ve aslında meleklerin bizim için yapmasını istediğimiz şeyi, kendi düşünce gücümüzle başardığımız söyleniyor.Hatta düş gücüyle, kendi kaderimizi kendimizin belirlediği, neyi düşünürsek onu hayatımıza çektiğimiz de öğretiler arasında. Açıkçası güzel düşünmenin, her şeyi güzelleştirdiğini ben de düşünüyorum. Ya da karanlık ve olumsuz düşüncenin gerçekten insanları son derece mutsuz, tedirgin ve uyuşuk hissettirdiğini…
Son yıllarda, insanların içinde biriktirdikleri amansız boşluklar, psikolojik kökenli hastalıkların artışı, depresyona tutulmanın hızı ve yüksek oranı, ilişkilerdeki korkunç yozlaşma, ikili ilişkilerdeki tatminsizlik, hayat şartları, maddi yetersizlik ya da kapitalist sistemin dayattığı tüketicilik, dünyaya damgasını vuran şiddet, televizyon yayınlarının kalitesizliği ve insan beynine ektiği kavga tohumları…Ve daha niceleri, çok daha fazlası…İçimizde sarıp sarmalanması gereken büyük boşluklar oluşturdu. Mutluluk eskiden sobanın üstünde çıtırdayan kestane kokusunda gizliyken, şimdilerde sıcacık evlerdeki asık suratlar, içimizdeki yalnızlık duygusunu daha da alevlendirir oldu…
İnsanlar kalabalıklar içinde tek başına olmayı öğrenme sürecine girdiklerinden ve bunu da fark etmediklerinden belki de, işte ister istemez, yanındaki, yakınındaki insanın omuzundan daha çok, ruhani boyutta arkadaşlar, farklı boyutlardan dostluklar, bazen olur olmaz şekillerde uzaylılarla irtibatta olduğunu iddia edecek kadar yapayalnız kaldılar. Belki de haklılar, kim bilir?
Benim bildiğim, kendi tecrübelerime dayanarak, kendi içsel yolculuğumdan edinerek söyleyebileceğim tek şey var: Aslında doğru olan tek şey, yolunda gitmemiz gereken tek şey ya da; “kendi inancımız”. Yani farklı farklı öğretilerin olması, bu öğretilerin kendi etrafında insanlar toplamaya çalışması, kişilerin bunlardan etkilenerek ruh durumunu sarsması anlamına da gelebiliyor. Çünkü kişi, özündeki inancını sorgulamaya başlıyor fark etmeden, o güne kadar sığındığı o güç yıpranabiliyor, kişi kişisel gelişimi olumlu bir süreçten çıkarıp, soru işaretleri ve kararsızlıklarla boğuşabiliyor. Kişisel gelişim ne yönde olursa olsun tek yöne çıkıyor. O da “kendini bilmek.” Kim olduğunun ve neden olduğunun farkında olmak. İşte bu farkındalığa kadar giden yolda o daldan bu dala atlamak kişiyi depresyona kadar götürebiliyor inancındayım. Bu yüzden, en doğrusu diye bir şey yok bu sistemde. İnançlı olmak ve neye inanıyorsak ona sahip çıkmak, bence en doğru yol.
Meleklerle irtibatta olmak da bunlardan biri. Yine içsel sorgulamalara götürüyor. Mucize beklentisinin esiri olmadan, Allah’a, meleklere ya da inandığınız her neyse ona inanmaya devam etmek, yoldan çıkmamak, diğer öğretileri de öğrenmek ama, önceliği kendi inancımıza bırakmak en sağlıklısı gibi geliyor bana…
Gönlü güzel olana gönül vermeniz dileğiyle…
Pelin’in Perisi