Sanat, felsefe ve bilim denildiğinde aklımıza ilk olarak Grek uygarlığı gelir. Aslında Mısır ve Mezopotamya’da binlerce yıl boyunca var olan öğeler sanki birden bire yok olmuş ve Grek uygarlığı tarafından keşfedilmiştir.
Yazıyı ilk kez Mısırlıların bulması ve bu yazının resimsel bir tarzı ortaya koşuyu sebebiyle Mısırlılara ilk ressamlar dememizi de tuhaf kaçmayacaktır. Mısırlıların sanatında ölüm sonrası hayat ve felsefe boyutları gibi konular önemli rol oynar.
Mısır uygarlığında yaşamın hemen hemen her alanında öteki dünya, despotizm, ruhun ölümsüzlüğü, ölüm ile temas gibi konular sanatta da yansımalarını bulur. Sonsuzluğu simgeleyen heykeller, ölü ve dans müzikleri, aşkı anlatan resimler hep buradan doğmuştur.
Mısır Uygarlığı sanata bakış açısıyla başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyayı etkilemiş, papirüs ve hasır gibi malzemeler, jüt üzerine yapıştırılmış ve ekspresif bir ifadeyle boyanmış eserler ortaya çıkmıştır. (Nar Sanat)
Antik Mısır Sanatı’nı anlamak ve takdir etmek
Antik Mısır Sanatı’nı anlamak için, antik Mısırlıların bakış açısı ile düşünmek gerekir. Mısır resim ve heykellerinin durağan, genelde resmi, tuhaf şekilde soyut ve genelde tıknaz yapısı, ilerleyen dönemlerdeki Yunan veya Rönesans Sanatının natüralist yapısı ile karşılaştırıldığında, bazen Mısır resimlerinin haksız yere eleştirildiğini görürüz. Bununla birlikte, Mısır resim sanatı, ilerleyen dönemlerin uygarlıklarından oldukça farklı bir amaca hizmet etmiştir.
Görülmek için yapılmamış sanat eserleri
Günümüzde, Tutankamun’un mezarında bulunmuş olan ışıltılı hazinelere, Yeni Krallık mezarlarındaki görkemli rölyeflere, Eski Krallık heykellerinin huzurlu güzelliğine hayret ve hayranlıkla bakıyoruz. Ancak, bu eserlerin hiç birisinin görülmek üzere yapılmamış olduğunu hatırlamamız gerek. Amaç eserlere bakılması değildi.
Bu heykeller veya rölyefler, ilahi veya vefat etmiş birisinin fayda görmesi için yapılırdı. Heykeller, kişinin dini törenden faydalanmasını sağlayacak bir mekan sağlardı. Çoğu heykelin cepheden tasvir edilmiş olmasının sebebi, bunların yanyana sıralanarak önlerinde gerçekleşen törene bakıyor olacaklarının düşünülmüş olmasıdır. Heykellerin önemli bir kısmı da nişlere veya diğer mimari ögelerin içine yerleştirilmiştir ve bu sebeple cepheden yapılmış olmaları olağandır.
Heykellerin, ki bunlar ilahi varlıkların, kraliyetin veya önde gelenlerin heykelleriydi, dünyevi alem ile ruh arasında bir kanal oluşturduğuna inanılırdı. İlahi varlıkların tapınma amaçlı heykelleri (günümüze pek azı ulaşabilmiştir) giyinme, kutsal yağ sürme, tütsüleme gibi günlük ritüellerde kullanılırdı. Bu heykeller ayrıca insanların onları görebilmesi için özel şenliklerde taşınırdı; ancak neredeyse tamamen örtülmüş oldukları için, insanlar bu heykelleri göremezler, sadece varlıklarını hissederlerdi.
Kraliyete ve seçkinlere ait heykeller, insanlar ve Tanrılar arasında aracılık görevine sahiptiler. Aile büyüklerinden birisinin heykelinin bulunduğu aile şapeli, bir anlamda o ailenin tapınağı işlevine sahipti. Burada ölünün anısına düzenlenen törenlerde aile bir araya gelir, birlikte yer ve ölümden sonraki hayat için yiyecekler, çiçekler (yeniden doğuşun sembolü) ve tütsü (ilahi kabul edilenin kokusu) sunarlardı. Günümüze ulaşan mektuplar, ölülerden hem bu dünya hem de ölümden sonraki hayat için şefaat istendiğini göstermektedir…
Kaynak: