-…”Yemin, mukaddes bir sözleşme demektir ve namus sahibi olan bir kimse asla verdiği sözden dönmez.” (G.M.K. ATATÜRK)
Büyük Önder Atatürk, Cumhuriyet gazetesi başyazarı Yunus Nadi (Abalıoğlu) Bey’e 7 Nisan 1924 tarihinde verdiği mülakatta;
-…”İstanbul’u terk ettiğim güne tekaddüm eden vaziyetleri ayrı bir safha olmak üzere o günden bu güne kadar cereyan eden vekâyiin mazbut ve mahfuz olan vesâikini tasnif etmek suretiyle hâtıratımı yazmak niyetindeyim. Bunu yapmayı nesl-i âti için, Türk Cumhuriyeti Tarihi için bir vazife sayıyorum.” (—“İstanbul’u terk ettiğim güne kadar geçmiş bulunan vaziyetleri ayrı bir safha olmak üzere o günden bu güne kadar cereyan eden olayların korunmuş ve saklanmış olan vesikalarını tasnif etmek suretiyle hâtıratımı yazmak niyetindeyim. Bunu yapmayı gelecek nesil için, Türk Cumhuriyeti Tarihi için bir vazife sayıyorum.”) demiş ve vesikaları ile birlikte Türk Devrim Tarihi için birinci elden ve en önemli kaynaklardan Nutuk’un yazılacağı müjdesini vermişti.
Nutuk,
Atatürk tarafından ilk olarak 1927 yılının 15 ila 20 Ekim günleri arasında, Ankara’da toplanan Cumhuriyet Halk Fırkasının İkinci Kurultayı’nda, altı günde ve aralıklar ile 36 saat 31 dakika ( veya 35 dakika) okunmuş, Büyük Eser’in basım ve ciltleme işleri 1928 yılının Temmuz ayının ortalarına kadar sürmüştür. Nutuk’un müsveddeleri ve ilgili bütün belgeler Atatürk’ün tinsel bedeni ebedi istirahatlerine çekildikten sonra Ziraat Bankası kasalarında saklanmış ve daha sonra kuruluş tarihi 29 Mart 1916 olan Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi Dairesi (Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Arşivi ya da kısaca “ATESE”)’ne verilerek orada tasnif edilmiştir.
Büyük Önder Atatürk, Büyük Eseri Nutuk’ta,: -…”Gayei istiklâlin istihsaline kadar tamamiyle milletle birlikte, fedakârane çalışacağıma mukaddesatım namına Yemin Ettim. Artık benim için Anadolu’dan hiçbir yere gitmemek katidir.”(—“Bağımsızlık gayesinin elde edilişine kadar, tamamıyla milletle birlikte, tüm özverimle çalışacağıma (mukaddesatım; kutsal sayılan her türlü milli inanç ve milli mücadele) namına Yemin Ettim. Artık benim için Anadolu’dan hiçbir yere gitmemek kesindir.”) demektedir. (Türk Tarih Devrim Enstitüsü “Nutuk Kemal Atatürk” Cilt I., 1919 – 1920, Devlet Kitapları, X. Basım, Miili Eğitim Basım Evi, İstanbul 1970, Sf:20.)
Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılış dönemine ilişkin araştırmalarıyla tanıdığımız M. Gökhan Bardakçı, “Politikacı, asker yahut sivil, Mustafa Kemal’e ve Cumhuriyet’e muhalif olanların seneler boyu söyledikleri -Atatürk Yeminini Tutmadı- ifadesine karşılık” Padişah Vahideddin’in kendisiyle birlikte Sanremo’da sürgünde olan eski Seryâveri Ahmet Avni Paşa’nın hatıratı ile yanıt verir:
(—)”Ertesi gün 16 Mayıs’tı, günlerden cumaydı…
Padişah Cuma selamlığına çıkmış, Yıldız Camii’ne gitmişti…
Hüzün her zerreye sinmişti. İzmir’in bir gün önce işgal edilmesinin hüznü…
Namazını bu elem havasını teneffüs ederek tamamladı Vahideddin. Sonra camiin hükümdarlarına ayrılan yerine, mahfil-i hümâyuna geçti. Vedaya gelen bir yolcuya “uğurlar olsun” diyecekti.
Odada dört kişiydiler. Zât-ı Şahane, yani Vahideddin; Sadrazam Damat Ferit Paşa; Seryâver, yani başyaver Avni Paşa ve – Mirliva – Tuğgeneral – Mustafa Kemal Paşa.
Ortadaki ayakları altın varaklı mermer masanın üzerinde bir Kur’an-ı Kerim duruyordu. Yazısı tezhibinden, tezhibi cildinden nefis el yazması bir Kur’an.
Sadrazam dışında herkes askeri üniformalarını giymişti… Zâtı Şâhâne de… Bej rengi bir üniforma üzerinde…
Masaya doğru birkaç adım attı Vahideddin… Sadrazamla Avni Paşa’da hükümdarı takip edip bir adım gerisinde durdular…
Herkes ayaktaydı…
Mustafa Kemal Paşa asker adımlarıyla ilerledi, masanın öteki tarafına, Padişah’ın karşısına geçti. Askeri tavrına ruhani bir hava verip, sağ elini Kur’an’ın üzerine koydu ve öbür elindeki küçük kağıdı okumaya başladı:
“Hükümet tarafından düzenlenip padişahın tasdikine iktiran eden 21 maddelik özel talimatla açıkça belirtilmiş olan geniş yetkilere dayanarak Anadolu vilâyetlerindeki bütün mülki ve askeri memurlar üzerinde icrasına memur bulunduğum teftişleri ve padişah kullarının övüncü olan tam bir sadakatle ve elimden gelen kuvvetle yerine getireceğime vallahi billahi.”
Sonra mırıltı halinde “Cenâb-ı Allah muvaffak etsin” sözleri işitildi.
Politikacı, asker yahut sivil, Mustafa Kemal’e ve Cumhuriyet’e muhalif olanların seneler boyu söyledikleri “Atatürk Yeminini Tutmadı” ifadesinde kastedilen yemin, zannedilenin aksine Paşa’nın 10 Şubat 1902’de Harp Okulu’ndan mezun olurken ettiği Padişaha sadakat yemini değil, işte buydu.” (Bakınız: “Yemin merasimine katılmış Seryâver Ahmet Avni Paşa’nın yayımlanmamış hatıralarından, “Şahbaba” Sf: 135-136.)
Büyük Önder Atatürk, Büyük Eseri Nutuk’ta bu görevinden şöyle bahseder:
-…”Bana verilen yetkiye göre, Ankara’da bulunan 20. Kolordu ve bunun bağlı olduğu müfettişlik ile Diyarbakır’daki kolordu ve hemen bütün Anadolu mülkiye memurları ile haberleşebilecek, ilişkide bulunabilecektim. Bu geniş yetkinin beni İstanbul’dan uzaklaştırmak maksadıyla Anadolu’ya gönderenler tarafından nasıl verildiği garip görünebilir. Hemen söylemeliyim ki bana bu yetkiyi onlar bilerek ve anlayarak vermediler. Her ne biçimde olursa olsun, benim İstanbul’dan uzaklaşmamı isteyenlerin icat ettikleri neden Samsun’a kadar gitmek idi. Ben bu görevin yerine getirilmesinin, makam ve yetki sahibi olmaya bağlı olduğunu ileri sürdüm. Bunda hiçbir sakınca görmediler. O tarihte Genelkurmay’da bulunan ve benim maksadımı bir dereceye kadar sezen kişilerle görüştüm. Müfettişlik görevini buldular ve yetkiye ilişkin talimatı da ben kendim yazdım. Hatta Harbiye Nazırı olan Şakir Paşa (“Mehmed Şakir bin Numan Tahir”) bu talimatı okuduktan sonra imzada duraksamış, anlaşılır anlaşılmaz bir tarzda mührünü basmıştır.”)
Aşağıda görmekte olduğumuz belgede “Mustafa Kemal Paşa’ya Osmanlı Hükümet Tarafından Düzenlenip Padişahın Tasdikine İktiran Eden (sözde!) 21 Maddelik Özel Talimatla Açıkça Belirtilmiş Olan Müfettişlik Görev ve Yetkileri” yer almaktadır:
B.E.O
Siyasî Kısım
Karton No: 34
Dosya No: 54/2
Belge No: 342984
OSMANLI ORDU-YU HUMÂYÛNU BAŞKUMADANLIĞI VEKÂLETİ
Sûret
DOKUNCU ORDU KITALARI MÜFETTİŞLİĞİNE VERİLECEK TÂLİMAT SURETİDİR.
Dokuzuncu Ordu Birlikleri Müfettişliğine ait görevler yalnız askerî olmayıp, Müfettişliğin kapsadığı bölge dâhilinde aynı zamanda mülkîdir.
1- Bu müşterek görevler şunlardır:
A)Bölgede iç güvenliğin sağlanarak yerleştirilmesi ve bu asâyişsizliğin ortaya çıkış sebeplerinin tespiti.
B)Bölgede, ötede, beride dağınık bir halde varlığından söz edilen silah ve cephanenin bir an önce toplattırılarak, uygun yerlerde toplanması ve muhafaza edilmesi.
C)Çeşitli yerlerde birtakım komitelerin bulunduğu, bunların asker toplamakta oldukları ve ordunun resmî olmayan bir şekilde bunları koruduğu ileri sürülüyor. Böyle komiteler mevcut olup, asker topluyor, silah dağıtıyor ve ordu ile de münasebette bulunuyorlarsa, kesinlikle men edilerek, bu çeşit bağımsız komitelerin de kaldırılması.
2-Bunun için:
A)İki tümenli olan üçüncü ve dört tümenli olan On beşinci Kolordular, Müfettişlik emrine verilmiştir. Bu Kolordular, harekât ve güvenlik hususlarını doğrudan doğruya Müfettişlikle, günlük işleri, yani özlük işleri, asker ve mühimmât gibi hususlarda ise geçmişte olduğu gibi Harbiye Nezâreti ile haberleşeceklerdir.
Tümen ya da bölge komutanı veya özel görevlere atanacak subayların atanmaları ya da bölge komutanı veya özel görevlere atanacak subayların atanmaları ya da yerlerinin değiştirilmesi, müfettişin “onayı ve isteğiyle” olacaktır. Bununla beraber Müfettişliğin lüzum ve yarar görerek diğer hususlarda da verdiği tâlimatı Kolordu Kumandanlıkları olduğu gibi uygulayacaktır. Özellikle sağlık işleri önemlidir. Bu yoldaki inceleme ve uygulamaların halka da yaygınlaştırılması gerekir.
b)Müfettişlik bölgesi, Trabzon, Erzurum, Sivas ve Van Vilâyetleriyle Erzincan ve Canik bağımsız livalarını (il-ilçe arası idari birim) içine aldığından Müfettişliğin yukarıda sayılan görevleri yerine getirilmesi için vereceği bütün tâlimâtı bu vilâyetlerle mutasarrıflıklar doğrudan doğruya yerine getireceklerdir.
3-Müfettişlik sınırına komşu vilâyetler ve bağımsız livalar, (Diyarbakır, Bitlis, Elazığ, Ankara, Kastamonu) vilayetleriyle Kolordu Kumandanlıkları da, Müfettişliğin görevini yerine getirmesi sırasında, doğrudan yapılacak başvurularını hemen dikkate alacaklardır.
4-Müfettişliğin, askeri konularda başvuracağı makam Harbiye Nezareti olmakla beraber, diğer konular için ilgili makamlarla haberleşecek ve bu haberleşmeden Harbiye Nezareti’ne de bilgi verecektir.
7 Mayıs 1919
Harbiye Nâzırı
Şâkir
Mehmet Bin Şakir bin Numan Tahir
(MÜHÜR).” (Belge ve çeviri için bakınız: “Atatürk İle İlgili Arşiv Belgeleri (1911 – 1921 Tarihleri Arasına Ait 106 Belge)”, T.C. Başbakanlık Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın No: 1, Gn. No: 060. Ankara – 1982, Belge Sıra No: 21-“Dokuzuncu Ordu Müfettişliğine verilen Talimat”, Sayfa No: 23 – 24)
Şayet Atatürk’ün yeminini tutmadığı iddia edilen, (sözde!) 21 maddelik geniş yetkilerle donatılmış belge bu ise;
-Kazım Karabekir Paşa 17 Nisan 1919’da Samsun’a çıkmış, 18 Nisan’da Ordu ve Giresun’a uğrayarak 19 Nisan’da erkenden Trabzon’a varmış ve Milli Mücadele görevine Trabzon’dan başlamış ve Erzurum’a geçmiştir. Yrd. Doç. Dr. Ali Güler, bir röportajında Merhum Hocası Prof. Dr. Bahaddin Ögel’in şu değerlendirmesini anımsar …”Nasıl ki, gökte bir tane güneş ve etrafında yıldızlar vardır. İşte Mustafa Kemal Atatürk güneştir, İsmet İnönü, Kâzım Karabekir başta olmak üzere silah arkadaşları da O’nun etrafındaki yıldızlardır.” kanaatimce burada kullanılacak yerinde bir hükümdür.
-…”Gayei istiklâlin istihsaline kadar tamamiyle milletle birlikte, fedakârane çalışacağıma mukaddesatı namına yemin eden Büyük Atatürk diyor ki:
-…”Ben ve benim gibi birçok vatandaşlar, kardeşler, milletin asıl vatanı, ümitsiz felakete düştüğü zaman görevli oldukları, vicdanen, namusen, haysiyeten yükümlü bulundukları vazifeyi yapmak mevkiinde kaldılar. Bunu elbette yapacaklardı; yapmaları mecburi idi, milli namus gereği idi. Ben bu mukaddesatımın, esasların dışında hareket edebilir mi idim?
Efendiler; elbette edemezdim. Türk milletinin hakiki hiçbir ferdi bu gerekçelerin haricinde hareket edemezdim. Mensup olmakla övünç duyduğum yüksek topluluğun yüksek topluluğun yüksek haysiyetine elbette aykırı hareket edemezdim. Bence mensubiyetiyle övündüğüm milletin hiçbir ferdi bu namus gereğinden asla sapmamıştır. Eğer bundan müstesna gösterilenler varsa emin olunuz aziz, namuslu vatandaşlar; onlara kalp ve vicdani milletimizin müşterek temiz vicdanından hiç ilham almamış kapkara sefil vicdanlardır.” (Bakınız: Hasan Ali Yücel, “Milli Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçler”, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türk Klasikleri, 1925. Sf:22.)