Tarih : 18 .06. 1922
Dünyanın gözleri birdenbire Ankara’ya çevrilmişti. Uzaklarda Anadolu denilen bir yerde, sarışın bir genç adam vardı. İsmi Mustafa Kemal’di… Bütün cihana meydan okumuş, akla gelmez zorluklar içinde bir vatan kurtarmıştı.
O yıllar Mustafa Kemal hakkında kütüphaneler dolusu kitaplar yazılmıştı. Bütün dünya şöhretleri Ankara yolunda idi. Herkes O’nu görmeye koşuşturuyordu. Türk dostu Fransız yazarı Claude Farrere de kendisinden ısrarla görüşme isteyenlerden birisiydi. Mustafa Kemal Paşa, bu görüşmeyi kabul etmiş ve kendisiyle 18 Haziran günü İzmit’te buluşmak üzere randevu vermişti.
Mustafa Kemal Paşa’nın annesi Zübeyde Hanımefendi ile kız kardeşi Makbule Hanım, İstanbul’dan Adapazarı’na gelmişti. 14 Haziran günü otomobiliyle Adapazarı’na gelen Mustafa Kemal Paşa annesi ve kız kardeşi ile görüşmüş, 17 Haziran’da Adapazarı’ndan İzmit’e hareket etmişti.
Türk milletinin istiklal azmine karşı duyduğu derin hayranlığı Mustafa Kemal Paşa’ya bildirmek üzere, Paris’ten kalkıp 18 Haziran günü Anadolu’ya gelen Fransız edibi Claude Farrere’e karşı Mustafa Kemal Paşa büyük ilgi göstermiş, İzmit’te kendisini bizzat karşılamış ve görüşmüştür.
Mustafa Kemal Paşa ile Türk dostu Fransız yazarı Claude Farrere ‘nin görüşmesi, İzmit’te Hafız Rüştü Konağı’nda tertiplenen 120 kişilik bir çay daveti sırasında gerçekleşmiş, Mustafa Kemal Paşa, bu buluşmada uzun bir konuşma yaparak, Fransız yazarı Claude Farrere ‘nin Türk dostluğuna verdiği öneme değinmişti:
-…”Efendiler!
Türkiye‘nin ve Türkiye halkının pek kıymettar dostu olan Mösyö Claude Farrere‘i dairei samimiyetimizde görmekten mütehassıl hissiyatımı alenen izhar etmeği bir vazife addederim. Aziz ve muhterem dostumuz Mösyö Claude Farrere, zat-ı necibanenizi, bir kıyısında olsa bile hür ve müstakil Türkiye topraklarında kabul etmekle pek mesrur ve bahtiyarım. Bu sürürüm şahsî olduğu kadar şamil ve umumîdir. Muhterem misafirimiz, emin olabilirsiniz ki bu dakikada İzmit körfezinden Kars kalesine, Bahrisiyah sevahilinden Arabistan vahalarına kadar milletimizin kalbi, kıymetli dostumuza karşı aynı hissi muhabbet ve takdir ile dareban etmektedir.
Efendiler, Mösyö Claude Farrere Türkiye‘nin hakikaten ve cidden dostu olduğunu pek bariz bir surette ispat etmiştir. Memleketimiz mühlik dakikalar yaşarken, milletimiz zulümlere mâruz bulunurken dünyanın bütün adaletsizlikleri üzerimize tevcih edilirken bu zulme karĢı semalara yükselen ulvî bir ses, insanî bir şada işitiliyordu. O sadanın sahibi, huzurunda bulunmakla mes‘ud olduğumuz Claude Farrere‘dir.
Efendiler, insanlar; âdetlerini, ahlâklarını, hislerini, temayüllerini, hattâ fikirlerini tenmiye ve terbiyede, içinde yetiştiği heyeti içtimai-yenin temayülâtı umumiyesinden kurtulamazlar. Fakat bazı büyük hilkatler vardır ki, onlar yalnız mensup oldukları heyeti içtimaiyeye karşı kalplerini ve ruhlarını aynı halde tutarlar, işte Mösyö Claude Farrere, bu büyük insanlardan biridir. Dostumuzun bundan başka bir hususiyeti daha vardır: Kendisi pek necip olan, hürriyet ve istiklâlini bütün dünyaya tanıtmak için kanlar döken, inkılâplar yapan büyük bir milletin güzide evlâdıdır. Türkiye ile ve Türkiye halkı ile bu kadar kalbi alâkalara mâlik olan bir zatın Türkiye‘yi bugün yaşadığı elemli dakikalarında yakından ziyaret etmek istemesine zaten intizar olunurdu. Dostumuz bu dakikayı pek güzel takdir etmiş ve hakikaten ümit ve intizar olunduğu gibi İstanbul‘dan sonra buraya gelmek zahmetini ihtiyar buyurmuşlardır.
Dostumuzun İstanbul‘da geçirdiği beş on gün zarfında, hasıl ettiği intibaatı bilmem, fakat İstanbul‘da henüz düşmanların süngüleri ve tehditleri altında yaşayan o zavallı, o bedbaht vatandaşlarımızın kalplerindeki hicranlara elbette temas etmiştir. Bir Türk dostu için bu temasın hasıl edeceği intibaatın pek elîm ve dertnâk olacağını kabul etmek lâzımdır. O muhitte senelerden beri bu zavallı milletin talihini elinde tutmuş ve onun mukadderatiyle oynamış ve sonra kendisini terk edivermiş birtakım bedbahtların bulunması da elemli bir şeydir.
Eğer dostumuz Claude Farrere seyahatlerine İstanbul‘da hitam verselerdi, bu seyahati natamam kalmış addetmek zarurî olurdu. Türkiye‘nin bugünkü hakikî manzarasını görmek için böyle esaret altında bulunan değil, hürriyet ve istiklâlini muhafaza etmekle bahtiyar olan bir muhite gelmek lâzım geliyordu.
Efendiler, Türkiye halkı asırlardan beri hür ve müstakil yaşamış ve istiklâli bir lâzimei hayatiye telâkki etmiş bir kavmin kahraman evlâtlarıdır. Bu millet istiklâlsiz yaşamamıştır. Yaşayamaz ve yaşamayacaktır.
Fakat bu milletin talihini ellerine alan birtakım insanlar keyfî ve müstebidane suiidareleriyle onun hayatım imhaya kastetmiş düşmanların icradan hâli kalmadığı nüfuz ve tesirat ile âdeta onu şaşırtmışlardı. Milletimiz istiklâline vurulan darbeler ve mevcudiyetine açılan rahneler karşısında gözyaşları döküyordu. Dostla düşmanı tefrik edemeyecek bir hale getirilmişti. Bu manzara karşısında elîm düşüncelere müstağrak kalmıştı. İşte milletimizin bu hali istiğrakını, son bir darbei imhakâr vurmak fırsatını bekleyen düşmanlarımız vesile ittihaz etti ve ânı lâzımın hululüne zâhip oldu. Karar verildi, hareket başladı. Artık maskeler atıldı. Türkiye parçalanacak,
Türkiye halkı esir, zelil, sefil ve perişan edilecektir. Maksat bu idi ve bu gayei zalimaneye vasıl olmak için hatır ve hayale gelmeyen her türlü tedbirlere müracaat edildi ve bahusus garbın bazı hükümetleri ve bazı ricali siyasiyesi bunun böyle olmasında ısrar ediyordu ve elan da ısrar ediyor. Bu tarzı hareketlerini cihan manzarasında mazur göstermek ve hattâ kendi milletlerinin gözünden gizlemek için tevessül etmedikleri tedbir kalmadı. Her türlü müfteriyatı icat etmekten daha kolay bir şey olamazdı. Türkler vahşidir, zâlimdir, icabatı medeniyeyi ahzu kabule gayri müstaiddir. Tarzında esasen vahşilerin, zalim ve müstevlilerin haksız yere icadettikleri bir formülü terennüm ederek efkârı umumiyeyi iğfale kalkıştılar. Bu teşebbüslerinde muvaffak olacaklarını zannettiler. Başka bir tedbire lüzum görmüyorlardı. Çünkü Türkiye‘nin kabiliyeti hayati-yeden tamamen mahrum olduğunu farz ediyorlardı. Halbuki düşmanlarımız bu zanlarında tamamen aldanmışlardır. Bu muhakkaktır. Filhakika dimağları birtakım hissiyatı ihtiraskâranenin telâtumgâhı olan insanların telâkkisi ile ve birtakım batıl zanlarla hakikati tebdil ve hakkı itfa etmek mümkün değildir ve bugüne kadar kâinatta buna imkân bulunmamıştır.
Bütün bu fecayiden sonra milletlerin vicdanlarına müracaat olunursa şüphe etmem ki necip ve hakkiyle medeni olan milletler bu siyasetçilerin icraatı zalimanelerini tel‘in ve takbih etmektedirler. Henüz mütereddit görünenler varsa ben onları da mazur görürüm. Çünkü Türkiye hakkında her gün icadedilen müfteriyatın mahiyeti asliyesini anlamağa yine o devlet adamlarının mevcudiyeti mânidir.
Efendiler, Türkiye halkının bütün fakrü zaruretine rağmen, gizli veya aşikâr düşman elleriyle bugün içine atılmış olduğu girîvemn bütün dehşetine rağmen üç seneden beri kendi mukadderatını eline alarak idarei hükümette gösterdiği kabiliyet ve kudret, (hazır olan mektep talebesini işaretle) şu gördüğünüz çocukları vatana lâyık yetiştirmek için umuru maarifte gösterdiği kabiliyet, memleketimizin hemen kâmilen hali muhasarada bulunmasına rağmen muhafazai mevcudiyet için asıl olduğuna kani bulunduğu umuru iktisadiyenin tanziminde gösterdiği kabiliyet, Şarkta ve garpta muvaffakiyatı tevali eden ve edeceğine kimsenin şüphe etmemesi lâzım gelen muntazam ve muazzam ordular teşkili hususunda gösterdiği pek büyük kabiliyet ve kudret, düşmanlarımızın ikinci noktai nazarlarında da, yani kabiliyetten mahrum olduğumuz hakkındaki zanlarında da ne kadar aldandıklarını ispata kâfi delâil değil midir?
Fakat Efendiler, garbın bazı zalim ve hakikati görmemek için gözlerini kapayan siyasetçileri bu hakikat karşısında baş çevirmek istiyor. Necip Fransız milletinin bu hakikati idrâkte gösterdiği yüksek misâli görmek istemiyor. Efendiler, varlığını idrâk etmiş olan, hürriyet ile esaret farkını takdir eden, ölümü esarete tercih eyliyen ve bunu her gün fiilen ispat edegelen bir milleti behemehâl imha arzuyu zalimanesine düşmek kadar dünyada vahşet tasavvur olunur mu? Düşmanlarımız maksatlarına behemehâl vasıl olmak için her gün yeni vesileler icat etmektedirler. Çünkü behemehâl Türkiye‘yi baştan nihayete kadar harabezara çevirmek, burada yaşayan masum halkı, kadınlara ve çocuklarına varıncaya kadar en vahşi işkencelerle en gayri insanî tecavüzlerle katletmek istiyorlar. Bunun için bir taraftan da mukaddes topraklarımıza saldırdıkları Yunanlıların idamei vahşetini temine çalışıyorlar. Bir taraftan da Türkün asalet ve masumiyetini idrâk asarını göstermeğe başlayan milletlerin efkârını teşviş edecek bin türlü iftira ve eracif icadediyorlar. Bu pek mahirane bir taktiktir.
Bunu askerler çok yaptıkları için bilirim. Fakat bunu askerler muharebe meydanlarında düşmana karşı kullanırlar. Düşmana karşı diyorum. Hâlbuki garbın bazı ricali siyasiyesi, bazı hükümetleri bunu kendilerine dost zannedenleri, kendilerini insaniyetperver, adâletperver ve âmili sulh ve sükûn ad eyleyenleri işgal ve iğfal etmek için kullanıyorlar. Efendiler; düşmanlarımız Türkiye‘nin Hristiyanlara zulmettiğini, yalancı bir yavenin iftira namesini ileri sürerek, cihanı medeniyetin efkârını duçarı teşevvüş etmek istiyorlar. Türkiye‘nin davasındaki kudsiyeti ve Türkiye‘nin hakkını teslime mütemayil olanların noktai nazarını başka cihete tevcihe çalışıyorlar. Bütün müddeiyat bir sürü kizbü iftiradan ibarettir. Başka türlü de olamaz.
Yeni Türkiye devletinin idare mes‘uliyetini deruhte etmiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisi bütün icraatından tarihe ve medeniyete karşı hesap vermekte biran tereddüt etmez. Çünkü bu hesaptan alnı ak olarak tamamen muzaffer çıkacağında şüphesi yoktur. Fakat geçen sene İnebolu, beş on gün evvel Samsun bombardıman ettirildi. Ayaklanmak üzere düşmanların teşkil, teciliz ve teşvik ettikleri anasırı muzırranın mülâhazatı askeriyeye tabi tutulmasında bir kabahat varsa, o kabahatin faillerini Türkiye‘de, Ankara‘da değil, Atina‘da ve belki daha büyük bir payitahtta aramak lâzımdır. Şurasını da kati olarak beyan ederim ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti milletten en meşru salâhiyetleriyle devletin mevcudiyetini ve istiklâlini muhafaza ve temin için her müstakil millet ve devlet için meşru olan haklarını, salâhiyetlerini biperva istimal eder ve edecektir. Garbin bazı hükümetleri, Türkiye ile hali muhasamadan çıkmak istemediği, Türkiye‘nin mübarek topraklarına saldırdığı düşmanı takviye ve teşvikten feragate razı olmadığı halde; güya dünyanın en bitaraf hükümeti imiş gibi memleketimiz içinde zabitlerini dolaştırmak suretiyle tahkikat icrasını ileri sürüyor. Şayanı teessüftür ki diğer hükümetleri de bu teşebbüse teşrik yollarını buluyorlar. Dünyada bundan daha mantıksız ve daha cüretkârane bir hareket tasavvur edemiyorum. Dünyada müstakil bir devlet tasavvur olunabilir mi ki, umuru dâhiliyesine, henüz düşman sıfatını haiz olanların değil, dostlarının dahi müdahalesine müsamaha etsin? Eğer o ricali siyasiye asırlardan beri müstakil yaşamış, istiklâlin timsali olmuş ve bugün yeni bir intibahı millî ile azmü imanı ve aşkı istiklâli yükselmiş Türkiye halkının, Türkiye devletinin istiklâlini tanımamak ve tanıtmamak istiyorlarsa, biz bunlara karşı hayretlerle mukabele ederiz ve bu ricalin gafletine bütün cihanın nazarı istiğrabını davet ederiz. Zavallı milletimiz esir olmağa razı olmadığı için en büyük cezaya mahkûm bulunuyor: idama!
Hayır, efendiler, hayır… Bütün cihan emin olsun ki, bu millet idama, imhaya değil, ihyaya müstahaktır; elyaktır. Türkiye Büyük Millet Meclisi deruhte ettiği bu vazifei tarihîyeyi kemali muvaffakiyetle ifa ediyor ve en yüksek zaferlerle itmam ve ikmal edecektir.
Efendiler, aziz ve muhterem dostumuz Mösyö Claude Farrere‘i memleketimizin sulhu sükûna mazhariyetinde, kabul etmekle çok müftehir olacaktık. Eğer bugün buna muvaffak olmamış bulunuyorsak bu husustaki kabahat bizim değildir. Ona memleketimizin her köşesini göstermek ve her köşede tevekkül ve masumiyetle ve fakat kalbinde büyük bir iman, hissi gururu istiklâl ile tarlalarını süren, koyunlarını güden vatandaşlarımı yakından tanıtmak isterdim. O vakit muhterem dostumuz, Türkiye halkını daha çok sevecekti ve o vakit böyle bir milletin istiklâline taarruz edenlerin ne kadar bîhis ve ne kadar bîinsaf olduklarını daha derin bir surette takdir edecekti. Efendiler, samimî dostlarımız sevdikleri tarafından bir işkenceye mahkûmdurlar ve bu işkence de sevdiklerinin dertlerini dinlemektir.
Kıymetli dostumuz bu dakikada o vaziyette bulunuyor. Pek çok arzu ederdim ki, bu acı hakikatların müfessiri olmaktan ise, dostumuza şataretbahş sözler söyliyeyim. Fakat bizi mazur görsünler. Biz hayat ve istiklâl için mücadele eden ve bu kanlı mücadeleler manzarası karışında bütün cihanı medeniyetin bîhis seyirci kaldığını görmekle dilhûn olmuş insanlarız.”
Mustafa Kemal Paşa, Türk dostu Fransız yazarı Claude Farrêre ‘le beraber 19 Haziran günü İzmit’ten Adapazarı’na hareket ederlerken istasyonda Kılıçzade Hakkı Bey’in söylediği sözler üzerine konuşmasında:
-…”Muhterem Arkadaşlar;
Bütün kalp ve vicdanlarınızla benimle beraber olduğunuza imanım vardır. Bu böyle oldukça, gittiğimiz yolun hakikî olduğuna inandıkça elbette yürüyeceğiz. Bu yürüyüşümüzle memleketi netice-i hakikiyeye isal edeceğimize şüpheniz olmasın. Hakkımda gösterdiğiniz asarı muhabbet ve teveccühe sureti mahsusada takdimi teşekkürat ederim. Güzel memleketinizde geçirdiğim iki günün kıymetli hâtırasını kalbimde saklayacağım. Gördüğüm tezahürat tâziyanei teşvik oldu. Netice-i hakikiyeye vusul için her türlü tedabiri düşünmekten hâli kalmadım. Buna emin olunuz. Cümlenize teşekkürler ederim.” demiştir.
Türk dostu Fransız yazarı Claude Farrêre’in, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına İzmit’ten gönderdiği telgrafında ülkemizden 20 Haziran günü ayrıldığını öğreniyoruz: …”Fransa’ya pek acele dönmek mecburiyetinde bulunduğumdan hür İzmit toprağından Büyük Millet Meclisi’ne ve onun Reisine en içten saygılarımı sunarken acele ve şerefli bir barış dilediğimi arz eylerim.”
Mustafa Kemal Paşa, Annesi Zübeyde Hanımefendi ile birlikte Adapazarı’ndan Ankara’ya dönmüştür (24 Haziran 1922)
Not: Görseller için resmi tıklayınız: