Milli Mücadele, diğer tabirle Kurtuluş Savaşı, Mustafa Kemal Atatürk ismiyle özdeşleşen bir direnişin ve millet olarak var olabilme mücadelesinin adıdır. Milli Mücadele, büyük devletlerin karşısında yalnız kalan Anadolu halkının esaret belgesini kabul etmeyişinin ve örneği az görülen bir karşı koyuşun hikâyesidir de… Avrupalı devletlerin işgalini sona erdirmek için başlatılan bu savaş ilk önce “Kuvâ-yı Milliye” (Milli Kuvvetler) ile tarih sahnesine çıkmış, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a hareket eden Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde 4 yıl (1919 – 1922) süren mücadele sonucunda da yeni bir devletin temelleri atılmıştır (1): “Türkiye Cumhuriyeti”
-…”Ey Türk gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istiklalinin yegâne temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhili ve harici bedhahların olacaktır…(2)”
Milli Mücadele üzerine yerli-yabancı pek çok tartışmalı kitap yazılmış ve halen yazılmaktadır. Son on beş yirmi yıldan bu yana da Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, Türk devriminin yaratıcısı ve uygulayıcısı Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarını kötüleyen, aşağılayan kitaplar, çok baskılı bir şekilde yayın hayatımızdadır.
Uzun yıllar, resmi tarihin hamasetten öteye gitmeyen bu yayınlarından rahatsız olurken, bunun alternatifi gibi sunulan “karşı tarih – öteki tarih” gibi sanki anti tez olarak yayın hayatımıza giren kitaplar, daha fazla rahatsızlık vermeye başladı: …”Ülkemizde, yüzyılı aşkın bir zamandır devam eden kavganın, iki ana gövdesi olduğu düşüncesindeyim. Bir tanesi; ‘İttihat ve Terakki’ düşüncesi, diğeri de ‘Hürriyet ve İtilaf’ düşüncesidir. Hürriyet ve İtilafçılar; Ümmetçi, tutucu, liberal, Batı karşıtı, padişahçı, neo Osmanlıcı, Panislamist, Meşrutiyetçi, sağcı iken, İttihat ve Terakkiciler ise; Batıcı, insan hakları savunucusu, Cumhuriyetçi, ulusalcı/milliyetçi, darbeci, jakobenci, solcu. Bence bu iki ana gövdedeki kavga bugün de devam etmektedir. Bu iki ana gövdenin bazı dalları birbirine yakınlaşıp uzaklaşsa da bazı zaman yerler değişse de bana göre kavga, bu temelde bugün de devam etmektedir. Birilerine Hürriyetçi ve İtilafçı ya da İttihat ve Terakkici derken, onları övmek ya da onlara hakaret etmek amacıyla değil, bu iki ana gövdeyi belirtmek için bu şekilde söylüyorum… (3)”
-…”Cumhuriyet, düşünce serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre hürmet ederiz. Her kanaat bizce muhteremdir. Yalnız muarızlarımızın insaflı olması lazımdır. (4)”(Muarız: karşı çıkan, karşı koyan).
Bu inanç ve düşün ile bugünkü sayfamda sizlerle birlikte “Mustafa Kemal Paşa İttihatçı mı idi?..” sorusunun yanıtını kaynaklı eserlerde araştıracağız.
İttihat ve Terakki taraftarı ve Teşkilatı Mahsusa üyesi olan Cevat Abbas Gürer Bey; Çanakkale Savaşı sırasında Atatürk’ün yaveri, Samsun’a giderken de başyaveri olarak gruba katılmış, Amasya Tamimini de Atatürk’ün dikte ettirmesi ile o yazmıştır. ‘Heyet-i Temsiliye’nin de kâtibi olan Cevat Abbas Bey, Milli Mücadele’nin çalışkan kahraman askerlerinden olup, Atatürk’ün isteğiyle ‘Türk Tayyare Cemiyeti’ni kurmuş, ‘İş Bankası’nın kurucuları arasında yer almış, ‘Ateş Güneş Spor Kulübü’nün de kurucu başkanlığını yapmıştır.
Atatürk ile birlikte 13 Kasım 1918 tarihinde İstanbul’a gelen Cevat Abbas Bey, işgal altındaki İstanbul’un hazin manzaralarını birlikte seyretmiş, İstanbul limanında demirli işgal donanma gemlerinin arasından geçerken Atatürk’ün …”Geldikleri gibi giderler!” sözünü söylediği kişidir.
14 Kasım 1918 (!) tarihinde son fesih kararı alınan İttihat ve Terakki Cemiyeti, 22 Eylül 1914 tarihinde başlayan Sarıkamış Harekâtı (faciası) ile 14 Kasım 1914’te ise Birinci Dünya Savaşı’na sokarak Osmanlı Devleti’nin parçalanmasına neden olduğu iddialarıyla büyük eleştiriler almış İttihatçılık konusu da sorgulanmaya başlanmıştı:
—“Mustafa Kemal Paşa İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi miydi? (Faik Reşit Unat’a göre, “Atatürk, 29 Ekim 1907’de Selanik’te gizli olarak kurulan İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye olmuş ”tur (5). Doç. Dr. Nevzat Eren’e göre de, “Atatürk ve İnönü’nün de üyesi olduğu ve Osmanlı İmparatorluğunun son 25 senesine damgasını vuran İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni Tıp Fakültesi öğrencileri kurmuştur.” Bakınız: 14 Mart 1987, Cumhuriyet Gazetesi, Sf:2.)
—“Başlattığı harekât, İttihatçıların yeni bir hayali mi idi?” (Murat Bardakçı’ya göre, “19 Mayıs 1919 Bir Devlet Operasyonu” dur (6). Atatürk, Nutuk’ta: …”İttihat ve Terakki liderlerinin elinde oyuncak olan sadrazamlardan ve onların hükümetlerinden millete gelen zararlar, sayılmayacak kadar çok değil midir?”(Bakınız: “Kazım Karabekir Paşa’nın Benim Hükümet İşlerine Karışmam Fikri Hakkında”, Sf.222, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü, Milli Eğitim Basımevi – İstanbul 1970 )
Atatürk’e İttihat ve Terakki üzerine bu ve benzeri sorular çokça sorulmuş, hatta 4 Eylül – 11 Eylül 1919 tarihleri arasında gerçekleşen Sivas Kongresi’nde kendisinden bu konu üzerine yemin bile alınmıştır (7). Atatürk, Sivas’ta iken Tasvir-i Efkâr gazetesinin başyazarı Velid Ebüzziya Bey’in sorularının içerisinde İttihat ve Terakki konusu yer almış: —“Kuvay-ı Milliye’nin ikinci ve üçüncü derecede uzviyetleri içinde bazı İttihatçılar vardır deniliyor. Ne dereceye kadar doğrudur?” sorusuna karşılık Atatürk kendisine şu yanıtı vermiştir:
-…”Cemiyetimizde İttihatçı olarak kimse mevcut değildir. İttihatçılık tarihe karışmıştır. Merkezi hükümetin, garbın hâtay-ı siyasisi onların ihyasına sebebiyet vermediği takdirde millet bunun ihyasını derhatır bile etmeyecektir. Buna dair Heyet-i Temsiliye’nin yeni bir beyannamesi bu gece Matbuat Cemiyeti Riyaseti’ne keşide edecektir.(8)”
Atatürk, 24 / 25 Ekim 1919 gecesi Amasya’da, Tasvir-i Efkâr gazetesinin muhabiri Ruşen Eşref (Ünaydın) Bey’e Harekât-ı Milliye ve İttihat Terakki hakkındaki demecinde, Ruşen Eşref Bey’in: …”Fakat Paşa hazretleri, bu harekete itiraz edenler bunu bir fırka manevrası şeklinde görüyorlar. Onun için umuma şâmil kudsi bir mahiyette telâkki etmek istemiyorlar.” Demesi üzerine Atatürk:
-…” Böyle bir zamanda fırka manevrası yapmak caiz mi? Memleket olmazsa fırka kaç para eder. Evvelâ memleket selâmete çıkmalı ki fırkalar da ondan sonra bir siyasî, bir içtimaî esasa, içtihada ibtinâ ederek teşekkül edebilsin. Fırka manevrası demek ne demek? Bu bir fırka manevrası olsaydı, Sivas kongresine memleketin her köşesinden, Ferit Paşa kabinesinin gayet sıkı tedabir-i muhafazakârenesine rağmen müntahap mümessiller iştirak eder miydi? Anadolu‘nun arzu ve ihtiyacına tevafuk etmeyen bir harekette Anadolu‘nun ta göbeğinde barınmak, müzaheret görmek mümkün müydü? Hiçbir tarafta cebir ve tehdit alâimi görüldü mü? Karşıya geçip te gözlerini yumarak ve kim bilir hangi hasis ve merdut menafi uğruna bühtan savuranlardan bir ikisi Kongreye iştirak etseydiler fırkalarına, içtihatlarına bakılmaksızın aynı memleketin lüzumlu ve faydalı evlâdı gibi şükranla kabul edildiklerini göreceklerdi. İtirazlar kemal-i hulûs ile dinlenecekti. Milletin umumen hakkını talep etmesine fırka manevrası denir mi? Demek doğru mudur?
İhya edilmesinden en ziyade içtinap olunan şey İttihat ve Terakki fırkasıdır. Bir kere kongreye iştirak eden azanın her biri kat ‘iyen böyle bir teşebbüste bulunmayacağına dair yemin etmiştir. Yemin mukaddes bir taahhüt demektir. Sahib-i namus olan bir kimse verdiği sözden nükûl etmez. Diğer cihetten, İttihat ve Terakki siyaseti itibariyle de iflâs etmiştir, öyle değil mi? O fırkaya mensup olan zevat mevki-i iktidarda iken milletimizin ihtiyacına, mizacına teallûk etmeyen istilâcûyâne bir politika takip ettiler. Kendi toprağı himmet ve itinaya muhtaç iken, bu milletin gözlerini başka noktalara tevcih etmeğe çalışan bir siyaset, tabiî bir siyaset değildi. Binaenaleyh iflâsa mahkûm idi. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin emeli ise o siyasetten dolayı bu hale gelen zavallı memleketi ve toprakları nameşru emperyalizm ve kolonizasyon siyasetleriyle istilâya, parçalamağa çalışan yabancı ve mütecaviz kuvvetlere çiğnetmemek!..
Bu düşünce ile hareket eden bir cemiyet ruh ve sebeb-i mevcudiyeti itibariyle İttihat ve Terakki fırka-i münfesihasını tekrar diriltecek kabiliyette değildir… Her hangi bir siyasî fırka bu fikrin ve bu programın âdem-i lüzumunu iddia edebilir mi? Her hangi bir fırka memleketin vahdet ve istiklâlini düstur-ı hareketinin birinci maddesi olarak kabul etmez mi?(9)”
Atatürk, 14 Nisan 1923 tarihinde Anadolu Ajansı muhabirinin: —“İstanbul gazetelerinden birisinde İttihat ve Terakki fırkası namına bazı zevatın, zat-ı devletlerine müracaat ederek, teşrik-i mesai teklifinde bulundukları yazılmıştır. Bu husus hakkında lütfen tenvir buyurur musunuz?” sorusuna karşılık şu yanıtı vermiştir:
-…”İttihat ve Terakki fırkası namına teşrik-i mesai için hiçbir teklif almadım. Esasen bugün kimse İttihat ve Terakki Cemiyeti veya fırkası namına hareket etmek salâhiyetini haiz değildir ki böyle ve bu nama müracaat vaki olabilsin. Çünkü herkesçe malûm olduğu üzere, mezkûr cemiyet mütarekenin ferdasında o vakit ki İttihat ve Terakki merkez-ı umumisinin davetiyle merhum Talât Paşa‘nın riyaseti altında akdedilen kongresi kararıyla Teceddüt Fırkasına inkılâp etmiş ve bütün hukuk ve emvalini mezkûr fırkaya devrederek İttihat ve Terakki namının tarihe tevdi edildiğini ilân etmişti. Vaktiyle zaten birçoğumuz o cemiyetin müessis ve azasından bulunuyorduk. Son kongresi kararıyla tarihe intikal eden mezkûr cemiyetin müntesipleriyle bilâhare teşekkül eden Teceddüt fırkası mensuplarının kısm-ı küllisi büyük milletimizin azm-ı bülendinden doğan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetine iştirak veya iltihak etmiş ve bu cemiyetin programını kabul eylemiştir.(10)”
Atatürk’ün, Çankaya’da ölümüne kadar özel kalem müdürü ve genel sekreteri olan Hasan Rıza Soyak, bu konu hakkında şu bilgileri veriyor:
…”Ne garip tecellidir; sonradan duymuştuk ki, Atatürk’ü her zaman kendisine muhalif, hatta rakip saymakla beraber üstün zekâ, celadet, yüksek yetenek ve olgunluğuna saygıyla takdir beslemekten dahi geri durmadığı anlaşılan eski Harbiye Nazırı ve Başkomutan Vekili, rahmetli Enver Paşa, ülkeden ayrılırken, ilgililere: —“Benim yerime Mustafa Kemal Paşa’yı getiriniz. Bu durumda ancak O bir şey yapabilir.” demiş (7).
Soyak, …”Atatürk’ün fani hayattan çekilişinden bir gün sonra rahmetli Hüseyin Yalçın ‘Yedi Gün’ dergisinde yayınladığı bir yazıda şahidi olduğu bu tavsiyeyi şöyle açıklamıştı:
…”Mağlubiyet tahakkuk etmişti, harbi yapan Kabine mevkiini terk ediyordu. Zihinlerde ve ruhlarda endişe ve ıstırap vardı. Enver’in (Paşa) sesi hâlâ kulaklarımdadır. Padişaha istifasını götürecek Talat Paşa’ya, …“Harbiye Nezareti için Mustafa Kemal’i tavsiye et. Harbiye’ye O gelmelidir. O’ndan başka orduyu toplayacak kimse yoktur” diyordu. Padişah, Harbiye Nezaretine Mustafa Kemal’i getirmedi, fakat O, kendisini daha yüksek bir makama getirtti. (11)”
İttihat ve Terakki Örgütü Talat Paşa için çok şey ifade etmektedir. İttihat ve Terakki hakkında Talat Paşa’da anılarında söz etmektedir. Talat Paşa’ya göre, dürüstlüğü herkesçe kabul edilen ve şerefiyle bu topraklara hizmet etmiş olan İttihat ve Terakki Örgütü şudur:
…”İttihat ve Terakki Cemiyeti kongrelerde statüsünü gittikçe tamamlayıp düzeltmişti. Son değişiklik 1913 – 1914 yılında yapılmıştı. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bugünkü şekli tamamıyla Avrupa’daki bu gibi derneklerinkine benzemektedir. Cemiyet’in bir Meclis’te öteki dışında olmak üzere iki bürosu vardı. Meclis’teki büro “Fıkra İdare Heyeti” (parti yönetim kurulu) adı altında yalnızca fırka işleriyle uğraşmaktadır. Meclis dışındaki büro “Merkez-i Umumi” (genel merkez) adı altında, özelikle seçim işlerine bakmakta ve aynı zamanda propaganda işlerini de yönetmektedir. Bu iki büro üstünde de, iç ve dış ilişkilerle uğraşan ve her yıl kongre tarafından seçilen Meclis-i Umumi gelmektedir. Meclis-i Umumiye, Merkez-i Umumi üyelerinden başka kabine üyeleri ve birde fırkaya mensup Ayan ve Mebussan Meclisleri üyeleri katılabilirler. Kongre tarafından seçilen bir reis, Meclis-i Umumiye ye başkanlık eder. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin açık ve gizli örgütü bunlardır. Meclis-i Umumiye ‘nin hükümet işlerine müdahale ettiği asılsızdır. Merkez Üyeleri Meclis-i Umumi halinde toplandıkları zaman, daima hükümetin hareketini eleştirmişlerdir. Çok kere, fazla asabi olan kişilere sükûnet tavsiye ettim. (12)”
Mustafa Kemal Paşa ile ölümüne kadar mektuplaşan ve 15 Mart 1921 tarihinde Berlin’de Ermeni Komitacıları tarafından öldürüldüğünde (13) Mustafa Kemal’in üzüntüsünü dile getirdiği, “memleket büyük bir evladını kaybetti” dediği Talat Paşa (14) Mustafa Kemal Paşa’yı destekleyen İttihatçıların ünlü Başbakanıdır (Sadrazamdır).
Talat Paşa, ülkeden ayrılmadan kısa süre önce Kara Kemal’i ve Kara Vasıf Bey’i evine çağırır:
…”Bakın sizi buraya çağırmamın asıl sebebi Mustafa Kemal Paşa meselesidir. Şartlar çok ağırdır. Bu şartlar karşısında bir şeyler yapılması tabiidir. Ama bunu kim yapacaktır? İşte asıl düşünülmesi icap eden husus budur. Evet, Düvel-i Muazzama bizi bir savaşın içine iterek kendi maksadına ulaşmak istemiş ve buna kavuşmuştur da. Kimsenin buna itiraz koyacak hali yoktur. Biz dayanmak için harp ettik… Neyse bunlar artık boş… Merkezi Umumi’de açık açık aynı meseleleri konuştuk. Evet, diyeceğime geliyorum yine. Bir şeyler yapılacaktır, bunu kim yapacaktır? Kuvvetli bir el lazımdır. Mesela Mustafa Kemal Paşa… Temiz bir maziye sahiptir. Mağlup olmamış bir kumandandır. Ordu mensupları da kendisini sayarlar. Halk da Mustafa Kemal Paşa’yı sevmektedir. Ben Mustafa Kemal Paşa’nın mühim bir işe soyunacağını tahmin ediyorum. Kendisi kongrelerde öteki arkadaşlarımızın sıkça münakaşa ettiği bir mensubumuzdur, ama size söylüyorum, eğer bir şeyler yapmak isterse çekişmeler bir tarafa konulmalıdır. Kendisine yardımcı olunmalıdır. Önünü kesmemek, açmak icap eder.”
…”Yine Talat Paşa, ülkeden ayrılırken Mithat Şükrü Bey’e İstanbul’da kalmasını ve Mustafa Kemal’i desteklemesini, bu talebinin vasiyet olarak kabul edilmesini söyler.”
…”Talat Paşa, ülkeyi terk edince, İttihatçı hükümetin iaşe nazırı Kara Kemal, evinde yakın arkadaşlarını toplar. Toplantıda Kara Vasıf Bey şunları söyler: …”Şimdi işimiz zordur. Bir yandan Mustafa Kemal Paşa’nın ne yapmak istediği kollanacaktır. Ve O’na zorluk çıkarılmayacak yardımcı olunacaktır. Ben Mustafa Kemal Paşa’nın böyle duracağını sanmıyorum. Talat Paşa O’nu hepimizden iyi bilir. (15)”
Cemal Paşa, İttihat ve Terakki’nin üçlü saç ayağından Enver ve Talat Paşa’dan sonra gelen önderidir. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girdikten sonra cemiyetin askeri kanadının örgütlenmesinde görev almıştır. 1907’de 3. Ordu Kurmay heyetine atanan Cemal Paşa, burada Mustafa Kemal ve Binbaşı Ali Fethi Okyar ile tanıştı ve birlikte çalıştı. İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra, İttihat ve Terakki’nin İstanbul’daki on kişilik temsil heyetinde yer aldı ve arkasından İttihat ve Terakki’nin genel merkez üyeliğine seçildi.
Cemal Paşa, 1909 tarihinde Çukurova’daki Ermeni ayaklanmasını bastırmak için görev aldı ve Adana Valiliği görevinde bulundu. 1911 yılında da Arap aşiretlerinin ayaklanmasını bastırmak için Bağdat valiliğine atandı. Babıâli baskını sonrasında İstanbul muhafızlığına getirildi. Yahya Kemal Beyatlı Cemal Paşa’yı şöyle anlatmaktadır:
…”İstanbul’daki bütün muhalifleri yaka paça tevkif ettirmiş, hepsinin evini bastırmış, hepsini Bekir Ağa Bölüğü’ne tıkmıştı. Ertesi günü İstanbul’da tıs ses yoktu. ‘Merkez Kumandanı’ unvanını da yanılmıyorsam o günlerde ‘İstanbul Muhafızı’ gibi daha büyüyecek ve daha şümullü bir unvana kalbe dilmişti. Mamafih Cemal Bey’in tedhiş faaliyeti şöhretine zaten hacet bırakmıyordu. Azmi Bey ve İstanbul polisi, cemiyetin fedai teşkilatı, askeri inzibat, her şey bütün İstanbul Cemal Paşa’nın eli ve avucu içinde olduğu aşikârdı. (16)”
Cemal Paşa, 26 Şubat 1914’de Nafıa Nazırlığına (Bayındırlık Bakanı), 11 Mart 1914 tarihinde ise Bahriye Nazırlığına (Denizcilik Bakanı) atandı. Fransız taraftarı olarak bilinen Cemal Paşa, Fransızların desteğini alamayınca, Enver ve Talat Paşa’nın Alman ittifakını kabul etmek zorunda kaldı.
I. Dünya Savaşı yenilgisi üzerine Enver ve Talat Paşa ile birlikte 1 – 2 Kasım 1918 gecesi Alman denizaltısı ile ülkeyi terk ettikten sonra bir süre Afgan ordusunun modernleştirilmesi için Afganistan’a gitti sonra Tiflis’e geçti. Ankara’ya ile ilişkiye geçen Cemal Paşa, Türkiye’ye dönme hazırlıkları içerisindeyken 21 Temmuz 1922 tarihinde Ermeni iki komitacı (Karakin Lalayan – Sergo Vartanyan) tarafından öldürüldü. Zamanın Başbakanı Rauf Orbay tarafından cenazesi Erzurum’a getirilip ‘Kars Kapı Şehitliği’nde defnedilmiştir.
Atatürk, Cemal Paşa’nın ölümü üzerine:
-…”Yazık! Değerli bir adam kayboldu! Buraya gelebilmiş olsaydı ben ona vazife verirdim. Anadolu’nun imarında ondan istifade edilirdi… Fazla jest ve gösteriş o zavallıyı böyle hiçine kurban etti. (17)” demiştir.
Yararlanılan Kaynak Eserler:
1- T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, “Osmanlı Belgelerinde Milli Mücadele ve Mustafa Kemal Atatürk”, Ankara 2007, Yayın No:88, Sf: 5(V).
2- Gazi Mustafa Kemal, “Nutuk”, 1927, (Türk Gençliğine Bıraktığım Emanet).
3- Ahmet Hür, “50 Soruda Milli Mücadele”, Puslu Yayıncılık, Mart 2017, Sf:9.
4- Haz: Utkan Kocatürk, “Atatürk’ün Fikir Ve Düşünceleri”, Edebiyat Yayınevi / Ayyıldız Matbaası A.Ş., Ankara 1971, Sf:74’de; Cumhuriyet Rejimi 1923, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, II. Sf:231.
5- Prof. Dr. Utkan Kocatürk, “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” Sayfa: 37’de; Faik Reşit Unat, “Atatürk’ün II. Meşrutiyet İnkılabının Hazırlanmasındaki Rolüne Ait Bir Belge, 1962, Sf:343.
6- Murat Bardakçı, “Bir devlet operasyonu 19 Mayıs” Turkuvaz Kitap, Eylül 2019.
7- Hulki Cevizoğlu, “İşgal ve Direniş 1919 ve Bugün”, Ceviz Kabuğu Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2007, Sf:260-261.
8-Enver Behnan Şapolyo, “Atatürk’ün Hayatı”, Kopernik Kitap, İstanbul 2018, Sf:298.
9-Atatürk Kültür, Dil Ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri III”, Ankara 2006, 5. Baskı, Sf:10’da; Harekât-ı Milliyenin Karakteri (24/25.X.1919)
10- Atatürk Kültür, Dil Ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri III”, Ankara 2006, 5. Baskı, Sf 85’de; İttihat ve Terakki fırkası hakkında (14. IV. 1923) Anadolu Ajansı muhabirine demeç (14. IV. 1923)
11- Hasan Rıza Soyak, “Atatürk’ten Hatıralar”, YKY Yayınları 7.Baskı, İstanbul Nisan 2014, Sf:84.
12- Alpay Kabacalı, “Talat Paşa’nın Anıları”, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ağustos 2013, Sf:37.
13- Ahmet Hür, “Milli Mücadele’de Kahramanlar Hainler”, Puslu Yayıncılık, İstanbul, Ekim 2017, Sf:576.
14- Haz: Hulusi Turgut, “Kılıç Ali’nin Anıları” Türkiye İş Bankası Yayınları, Ekim 2013, Sf:572.
15- Taylan Sorgun, “Mütareke Dönemi ve Bekir Ağa Bölüğü”, Kamer Yayınları, 1998, Sf:44 – 46 – 66.
16- Emre Akal, “Mustafa Kemal, İttihat ve Terakki ve Bolşevizm”, İletişim Yayınları, 2013, Sf:68.
17- Ruşen Eşref Unaydın, “Atatürk Tarih ve Dil Kurumları Hatıralar” Türk Tarih Kurumu, Ankara 1954, Sf:12.
Ben, bu konuda yalnız şunları söyleyebilirim: Atatürk, öteden beri orduyu politikadan uzaklaştırmak ve daima uzak tutmak fikrindeydi. 2. Meşrutiyetin ilânına kadar geçen süre içinde, istibdat idaresini devirmek için Ordu’da gizli teşkilat yapılmasında öncülük eden yurtsever, çalışkan ve parlak bir kurmay subay olduğu görülmektedir. Ancak 1907 Ekimine kadar Suriye’de görevli olması, onun İttihat ve Terakki Cemiyetine yön ve istikamet vermesini engellemiş, O’nun cemiyet içinde ikinci plânda kalmasına yol açmıştır.
Meşrutiyetin ilânından sonra 22 Eylül 1909’da İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Selanik’te toplanan kongresinde Trablusgarp delegesi olarak katılan Atatürk; …“Ordu mensupları cemiyet içinde kaldıkça hem parti kuramayacağız hem de ordumuz olmayacaktır. Mensuplarının pek çoğu cemiyet üyesi olan III. Ordu günün manasıyla modern bir ordu sayılamaz. Orduya dayanan cemiyette, millet bünyesinde kök salamamaktadır. Bunun için biran evvel cemiyetin muhtaç olduğu zabitleri veyahut cemiyette kalmak isteyen ordu mensuplarını istifa suretiyle ordudan çıkaralım ve bundan sonra zabitlerin ve ordu mensuplarının herhangi bir siyasî cemiyete girmelerine mâni olmak için kanunî hükümler koyalım” açıkça belirtmiş, hatta bu sözleri canına kasteden bir suikast düzenlenmesine yol açmıştır.
Atatürk, Milli Mücadele esnasında bazı komutanların politika hayatına karışmalarını olağan üstü durumun zaruri bir icabı olarak kabul etmiş, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in İlanı ile orduyu tekrar politika dışına çıkarmak için teşebbüse geçmek, bu yolda tedbirler almıştır. Diğer taraftan, komitacı zümrenin ordu üzerinde müessir olmaya çalıştığını öğrenen Atatürk, bu itibarla mesul hükümetin tabii ve umumi olarak komutanların temaslarını göz önünde bulundurmak zaruretini duymuş ve
-…”Çocuk, bilir misin ki İttihat ve Terakki’nin başarısızlığa uğramasının en mühim sebeplerinden biri, idareyi mesullerden ziyade gayrimesullerin eline bırakmış olmasıdır. Bu yüzden memleketin her bakımdan ne kadar ağır ziyanlara uğradığını hep biliyoruz…”demiştir.