“…30 Ağustos’ta sevk ve idare ettiğim muharebe, Türk milletinin yanımda olduğu halde, idare ettiğim ilk ve son muharebedir. Bir insan kendini, milletle beraber hissettiği zaman, ne kadar kuvvetli buluyor bilir misiniz? Bunu tarif müşküldür.”
Bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ’ün önderliğinde Türk ulusunun makûs talihini yendiği Büyük Taarruz ’un son günü ve milli bayramımız olan 30 Ağustos 1922 Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin 100’ncü yıldönümü. Bu vesile ile Seç Haber ailesi olarak hürriyet ve bağımsızlığımızın ölmez abidesi olan büyük kutlu günü kutluyor, başta Ulu Önderimiz Başkomutan Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere bizlere mukaddes bir vatan toprağı emanet eden tüm şehit ve kahramanlarımızı rahmet ve şükranla anıyoruz efendim.
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın 26 Ağustos 1922 günü sabaha karşı verdiği emirle Yunan ordularına karşı başlattıkları taarruz harekâtı, 30 Ağustos‘a kadar sürmüş; 30 Ağustos günü Dumlupınar‘da gerçekleşen meydan muharebesinde, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa‘nın idaresindeki Türk orduları, Yunan kuvvetlerinin asli unsurlarını dağıtmaya başarmıştı. Zaferden sonra Gazi Mustafa Kemal Paşa, Afyonkarahisar ve Dumlupınar Meydan Muharebelerinde üstün hizmetleri görülen komutanların terfi ettirilmelerini önerince, TBMM, Erkânı Harbiye-i Umumiye Vekili Fevzi Paşa‘ya müşirlik (mareşallik), Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa‘ya feriklik (korgenerallik) rütbesi vermişti. O günlerde Uşak‘ta bulunan Fevzi Paşa, Meclis‘e bildirilmek üzere, Heyet-i Vekile Riyaseti ‘ne gönderdiği, 3 Eylül tarihli telgrafında şunları kaydetmişti:
“…Orduların, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa‘ya karşı duydukları sevgi, güven ve bağlılık duygularına yeni bir delil teşkil etmek üzere, 30 Ağustos 1922 tarihli muharebeye Batı Cephesi tarafından -Başkumandan Muharebesi- namı verilmiştir.”
Büyük ATATÜRK, Nutuk’ta Başkomutanlık Kanunu’nun Tarihçesi hakkında şunları söylemektedir :
…”Saygıdeğer Efendiler, bizim Başkomutanlığımız ile ilgili 5 Ağustos 1921 tarihli kanunun ayrıca bir tarihçesi vardır. Arzu buyurursanız, bu konuda yüksek kurulunuzu biraz aydınlatayım.
Başkomutanlık Kanunun süresi birinci defa 31 Ekim 1921’de; ikinci defa 4 Şubat 1922’de; üçüncü defa 6 Mayıs 1922’de uzatıldı. Her defasında muhaliflerin her türlü eleştiri ve hücumlarına uğradı. Özellikle üçüncü defa uzatılışı oldukça önemli bir olay haline geldi.
6 Mayıs 1922 gününden önceki günlerde, zamanı geldiği için, kanunun süresinin uzatılması Meclis’te söz konusu edilmiş; ben rahatsızlığım dolayısıyla Meclis’te bulunamamıştım. 5 Mayıs akşamı evime gelen Hükümet üyeleri durumu şöyle anlattılar: …”Meclis’teki muhalifler benim Başkomutanlıkta kalmamı istemiyorlar. Birçok tartışmalı görüşmelerden sonra, tekli oya konmuş, fakat çoğunluk sağlanamamış; yani Başkomutanlık Kanunu’nun süresinin uzatılması kabul edilmemiş. Bakanlar Kurulu üyeleri ve özellikle askeri durumu yakından izleyen kimseler durumunda olan Genelkurmay Başkanı ve Milli Savunma Bakanı pek çok üzülmüşler. Meclis’in gösterdiği bu tutum karşısında kendilerinin de göreve devamlarında bir yarar olmayacağını ileri sürerek istifaya kalkıştılar.”
30 Ağustos Zaferi, ilk kez 1923’te Ankara, Afyon ve İzmir’de şenliklerle kutlanmıştır. 1924 yılında ise Gazi Mustafa Kemal Paşa‘nın savaşı idare ettiği tepede, ilk defa 30 Ağustos 1924 tarihinde Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa da dâhil olmak üzere, devlet erkânının tam kadro halinde katılacağı bir tören ile kutlanmıştır. Kutlamalar daha sonraki yıllarda ülke geneline yayılmış ve Mayıs 1935’te çıkartılan 2739 sayılı yasayla milli bayram olarak kabul edilmiştir.
Atatürk’ün önderliğinde 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanarak açılan Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne, işgal altındaki Hükümet Merkezi’nden yani İstanbul’dan canlarını kurtararak gelmişlerdi. Olağanüstü yetkiye sahip olarak yeniden seçilen milletvekilleri kendisine çalışma süresi olarak Anadolu’nun işgalden kurtarılmasını belirlemiş ve bu amaç gerçekleşene kadar toplantılarına devam etmiştir. Bu meclis, birçok karmaşık işi bir arada yürütmüş, bir yandan kendisine karşı çıkan ayaklanmaları bastırmaya çalışırken diğer taraftan işgal edilmiş bölgelerin kurtuluşu için cepheleri organize etmiştir. Bu meclisin belki de en önemli görevi bu son madde olmuştur.
Mondros Mütarekesi’yle birlikte Türk ordusunun silah ve cephanesi elinden alınmış, tüm askeri kuvveti, jandarma dâhil 50.000 ile sınırlandırılmıştı. Bu durum karşısında Osmanlı Genelkurmayı İtilaf Devletleri yetkilileriyle anlaşarak, orduyu 9 kolordu ve 20 tümen hâlinde teşkilatlandırmayı kabul ettirmişti.
İstanbul’un işgalinden sonra Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisinin kurulmasıyla birlikte, yeni bir ordu kurma ihtiyacı ortaya çıkmıştı. Bununla beraber daha meclis açılmadan Batı Anadolu’daki Yunan ilerleyişine karşı ilk direniş, askerî birliklerin bazılarından ve Kuvâ-yı Milliye birliklerinden gelmiştir. Ancak Kuvâ-yı Milliye’nin ağır silahları olmadığı gibi, merkezî bir komuta düzeni ve disiplini de yoktu. Silahlarla donatılmış teşkilatlı işgal kuvvetlerine karşı, çete savaşlarıyla uzun süreli başarılar kazanmak mümkün görünmüyordu. Bu nedenle Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti, Kuvâ-yı Milliye’nin düzenli bir orduya çevrilmesini büyük bir ihtiyaç olarak görmeye başlamıştır. 22 Haziran 1920 tarihinde başlayan Yunan genel taarruzunun başarılı olmasıyla Balıkesir ve Bursa’nın düşmesi, düzenli ordunun önemini ortaya koymaya yetmiştir.
Mustafa Kemal Paşa, bu olaydan sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gerçek anlamda bir orduya sahip olmasının üzerinde ısrarla durmaya başlamıştır. Nitekim Paşa, düzenli ordunun kurulabilmesi için Kuvâ-yı Milliye’nin gerçek bir ordu hâline dönüştürülmesini ve kısmî seferberlik yapılmasını ileri sürmüştür. Meclisin de bu yöndeki kararı üzerine, düzenli ordu kurulması yönündeki faaliyetlere hız verilmeye başlanmıştır.
Türkiye Büyük Millet Meclisinde Batı Cephesine dair radikal kararlar alınmış, düzenli orduya geçişteki kesin dönüm noktası başarısız Gediz Taarruzu ve Çerkez Ethem hadisesi olmuştur.
Bu olaydan sonra Batı Cephesi Komutanı Ali Fuat Paşa Moskova Büyükelçiliği görevine atanmış, Batı Cephesi ikiye ayrılmış, kuzey kısmı ile birlikte Cephe Komutanlığı Albay İsmet (İnönü) Bey’in, güney kısmı da Albay Refet (Bele) Bey’in komutasına verilmiştir. Böylece hem cephe, hem de birlikler düzen ve disiplin altına alınmaya çalışılmıştır. Bu şekilde başlayıp, diğer bölgelerde de devam eden bir süreç sonunda, bütün Kuvâ-yı Milliye kuvvetleri, “Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları” adı altında birleştirilmiştir. Bu yüzden 1921 yılından itibaren cephedeki gelişmeler önem arz etmiştir.
1921 yılı Millî Mücadele hareketinin dönüm noktasıdır. Bu değerlendirmeyi isabetli kılan en önemli gelişme şüphesiz ki bu yıl içerisinde cereyan eden İnönü Savaşları ve Sakarya Savaşı ile bunların sonunda elde edilen siyasi başarılardır.
1919 yılı başından itibaren başlayan işgallere karşı Türk milletinin gösterdiği direniş hareketi 1920 yılı ortalarından itibaren planlı ve düzenli hâle dönüşmüş, Sarıkamış ve Kars’ın Ermeni işgalinden kurtarılmasından sonra Antep, Urfa, Maraş ve Adana’nın kurtuluşu gerçekleşmiş, 1921 yılı başlarındaki İnönü savaşlarından sonra İtalya işgal ettiği bölgeleri terk etmek zorunda kalmıştır. Doğu ve Güney cephelerindeki bu gelişmeler tabii olarak Yunan işgaline karşı düzenli bir şekilde yapılanmaya başlayan Batı Cephesini daha rahat hareket eder hâle getirmiş, lojistik ve psikolojik olarak bir rahatlama sağlamıştır.
Bütün bu gelişmelere ve avantajlı duruma rağmen Türk ordusunun, İngiltere destekli işgalci Yunan birliklerine karşı bir başarı elde etmesi kolay olmamıştır. Zira yaklaşık on yıldan beri savaş içerisinde bulunan Anadolu insanı artık her yönüyle bitkindir, hem ekonomik olarak hem de ruhen bitkin bir Anadolu tablosu görünmektedir. Bu yılgınlığa bir de İstanbul Hükûmetinin ve işgal kuvvetlerinin propagandaları eklenince insanları cepheye ve tekrar savaşa yöneltmek kolay olmamıştır. Bu yönüyle Millî Mücadele içinde 1921 yılı karşılıklı olarak propaganda eylemlerinin en yoğun olduğu dönemlerden birisidir diyebiliriz. Gazeteler ve beyannameler bu propagandaların yapıldığı en önemli araçlar olmuştur.
Birinci İnönü Zaferi sonunda, Türkiye Büyük Millet Meclisinin otoritesi büyük bir güç kazanmış, kanun hâkimiyeti ve asayiş sağlanmıştır. İtilaf Devletleri Türk kuvvetlerini oyalamak ve Yunanlılara nefes aldırmak gayesiyle de olsa, Türkiye Büyük Millet Meclisini Londra Konferansı’na çağırmışlar, yeni Türk devletini tanımak zorunda kalmışlardır. Ayrıca bu savaşta gösterdiği gayretler sonucunda İsmet Bey albaylıktan generalliğe yükseltilmiştir. Yine bu zaferden sonradır ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti Afganistan ve Sovyet Rusya tarafından da tanınmıştır. İnönü Zaferinin Anadolu şehirlerindeki yankısı da geniş oldu. Meclise ve orduya olan güven yapılan propagandalar sonunda daha da arttı. Görünüşte çok küçük olan bu başarı basının kullanılmasıyla en üst seviyeye çıkarıldı.
İnönü Zaferi üzerine Mustafa Kemal Paşa TBMM’de yaptığı konuşmada vatanın geleceği ile ilgili şunları söylüyordu:
“…Milletimiz bugün bütün mazisinde olduğundan daha çok cesur ve ecdadından daha çok ümit vardır. Bunu ifade için şunu arz ediyorum. Kendilerinin tabiri veçhile cennetten vatanımıza nigehban olan Merhum Kemal demiştir ki:
“Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini”
işte ben bu kürsüden bu Meclis-i Alinin Reisi sıfatıyla, Heyeti Âliyenizi teşkil eden bütün azanın her biri namına ve bütün millet namına diyorum ki:
“Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini”.
Birinci İnönü başarısından sonra Yunanlılar, Türk heyeti Londra’dan daha yurda dönmeden tüm cephelerde saldırıya geçmişlerdi. 23 Mart 1921 tarihinde Yunan ordusunun Bursa ve Uşak’ta bulunan kuvvetleri ilerlemeye başlamıştır. İsmet Paşa komutasındaki Türk ordusu ise Eskişehir’in kuzey batısında mevzilenmişti. 30 Mart günü İnönü bölgesinde çatışmalar oldukça sertleşmişti. 31 Mart günü Türk ordusu karşı taarruza geçti ve Yunan ordusunu püskürttü. Böylece Yunanlılar ikinci kez İnönü’de yenilgiye uğradılar. Başarı üzerine Mustafa Kemal Paşa, Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa’ya bir kutlama telgrafı çekerek, bu telgrafta Türk ordusunu yüceltmiştir “…Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin makûs talihini de yendiniz”.
Savaşta yenilen Yunan orduları kaçarken arkalarında kalan tüm köyleri kasabaları yıkıp yakıyor, halkı katlediyordu. Ankara Hükûmeti bunun üzerine bir “Tahkik Komisyonu” kurmuş, bu durumu Yunan Hükûmetine bir nota ile duyurmuş, zamanı gelince gerekli tazminatın ödetileceğini bildirmiştir. Nota Zabıt Ceridelerinde de şu şekilde yer almaktadır; “Bir memleketi tahliyeye mecbur olan ordular asla böyle tahribat icra etmemişlerdir. Bilecik ve Söğüt gibi binlerce evi muhtevi olan mahaller şimdi enkaz yığınlarından da başka bir şey değildir. Bunların ormanlara ve dağlara iltica edemeyen ahalisi müthiş işkencelerden sonra bila tefrik-i sinn-ü cins katledilmiştir. Tatbik ettiğiniz usul-ü harbe şahit olmak üzere ecnebilerin ve bilhassa bi-tarafların bu havaliyi ziyaret etmelerini rica edeceğiz.” Böylece tarafsız olan devletlerin Anadolu’ya gelerek durumu inceleyip bir rapor hazırlamaları istenmiştir. Ancak bu tür yaklaşımlar Yunan ordusu üzerinde hiçbir etki uyandırmamış ve yaptıkları kötülükleri engelleyememiştir.
İkinci İnönü başarısı ile beraber Büyük Millet Meclisi itibar kazanmış, iç ve dış basında zafer yankı uyandırmıştır. İkinci İnönü Zaferi nihai anlamda kazanılmış bir zafer olmasa da, Türk milletinin bağımsızlık umudunu arttırmış, Türk asker ruhunu canlandırmıştı. Bu zafer sonucunda Fransa, Ankara ile anlaşmanın yollarını aramaya koyuldu. Gelişmeler İngiltere’yi bile kuşkuya düşürdü. İngiltere, Yunanistan’ı desteklemekle hata yaptığı kanaatine gelmeye başladı. İngiliz Başbakanı Churchill, İngiltere’nin artık “askerî maceraya atılmaması” gerektiğini düşünüyordu. İtilaf Devletlerinin Millî Mücadele’ye karşı tutumlarının değiştiğini gösteren en önemli gösterge, İtalya’nın, bu savaşı müteakiben Batı Anadolu ve Akdeniz bölgelerindeki işgalini kaldırması olmuştur (Mayıs 1921). İtalya Anadolu’yu sessiz sedasız terk etmiş ve İtilaf Devletleri bloku ilk kez somut anlamda parçalanma göstermiştir. Bu zaferler başarının ancak cephelerdeki galibiyetle elde edilebileceğinin de göstergesidir.
Bu savaşlar sırasında cephede yer alan mebuslar meclis tarafından istiklal madalyalarıyla takdir edilmişlerdir. Bu mebuslar şunlardır:
-Kayseri Mebusu Sabit Bey,
-Üsküdar Mebusu Neşet Bey,
-Lazistan Mebusu Ziya Hurşit Bey,
-Mersin Mebusu Yusuf Ziya,
-İzmit Mebusu Hamdi Namık,
-Ertuğrul Mebusu Necib,
-Muş Mebusu Rıza,
-Karahisar Mebusu Memduh Necib Beyler. Garp Cephesi Kumandanı İsmet Bey de Birinci İnönü muharebelerinden sonra yayımladığı beyannamede bu vekillere teşekkür ederek, “… Bu değerli zatların muharebe hatları arasında bulunması hepimiz için medar-ı iftihar olduğu kadar milletimizin şu andaki mücahedeyi ne mukaddes bir vazife addeylediğine de en kuvvetli bir delildir.” diyordu.
10–24 Temmuz 1921’de İnönü Zaferinin acısıyla İtilaf Devletlerinden güç alan ve oldukça iyi hazırlanan Yunan orduları Türk ordusu üzerine yeniden taarruz etmiştir. İnönü muharebelerinden de edindikleri tecrübe ile bu sefer daha güçlü geliyorlardı. Hedefleri Türk ordusunu imha etmekti. Asıl kuvvetleri ile Afyon-Seyitgazi-Eskişehir doğusu istikametinde taarruz eden Yunan ordusu, 13 Temmuz akşamı Afyon’u ele geçirdi. Asıl istekleri Ankara’yı ele geçirmekti. 17 Temmuz’da Kütahya da düşmanın eline geçince, aynı gün cepheye gelen Mustafa Kemal Paşa çekinmeden direktifini verdi. Ordu, Sakarya Nehri doğusuna çekilecekti. 19 Temmuz günü Eskişehir de düşünce, 5’inci Süvari Grubu ve 1’inci Grubun himayesinde birliklerimiz düşmana kuvvet kaptırmadan Sakarya doğusuna çekildi.
Türk ordusunun Eskişehir-Kütahya muharebelerinde istenilen başarıyı sağlayamaması Yunanlıları ümitlendirirken, TBMM’de tedirginlik yaratmıştı. Meclis içerisinde zaman zaman saldırılara ve ağır eleştirilere uğrayan Mustafa Kemal Paşa, düşmanın Anadolu içlerine ilerleyişinin sorumlusu olarak görülüyordu. Büyük Millet Meclisinde sıkıntılı anlar yaşanmaya başlanmış ve milletvekilleri, “…Ordu nereye gidiyor, millet nereye götürülüyor? Bu harekâtın elbette bir mesulü vardır. O nerededir? Onu göremiyoruz. Bugün elim halin, feci vaziyetin amil-i hakikisini ordunun başında görmek isterdik.” şeklinde feryat ediyorlardı.
İkinci Grubun önemli isimlerinden Mersin milletvekili Selahattin Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın adını telaffuz ederek, “… Ordunun başına geçsin.” dedi.
(Not: TBMM zabıtlarında, bu kanunun 184 reyle kabul edildiğinin yazıldığı, Meclisteki144 numaralı dosyasındaki rey pusulaları sayısının da 184 olduğu, fakat kanun teklifinin altında Büyük Millet Meclisi Reis-i Sanisi Doktor Adnan (Adıvar) tarafından konulan kabul şerhinde 175 reyle, ittifak-ı ara ile kabul edildiğinin yazıldığı görülmektedir.)
Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlık yetkilerini alması sırasında da mecliste hararetli tartışmalar yaşanmış, milletvekilleri üç fikir etrafında toplanmıştı. Bundan sonra Mustafa Kemal, Başkomutan olarak ordunun başına geçerken meclisin yetkilerini de kendisine alarak “Tekâlifi Milliye” emirlerini çıkarttı. Arkasından da Türk milletinin topyekûn savaşını başlattı. Bu çalışmalar kapsamında milletin morali yükseltilirken, doğuda emniyeti sağlama çalışmalarına önem verildi ve Doğu Anadolu’dan bir kısım kuvvetler Batı Cephesine nakledilmeye başlandı. 23 Ağustos 1921 günü Yunan saldırısı oldukça hızıyla baş gösterdi. Mustafa Kemal Paşa bu sefer farklı bir savunma taktiği uyguladı.
Türk tarihinde bir dönüm noktası olan Sakarya Savaşı 23 Ağustos-13 Eylül 1921 tarihlerinde 22 gün geceli-gündüzlü devam etmişti. Bu savaşta Türk ordusu özellikle subay yönünden önemli kayıplara uğradı. Yedi tanesi tümen komutanı olmak üzere 350 subay, 2950 er şehit oldu. 14.000 yaralı ve 415 de esir vardı. Yunan kuvvetlerinin kayıpları, Türk kuvvetlerine göre üç kattan fazlaydı. Yaralıları ise 25.000 kadardı. Kısacası ordularının 1/3’ünü kaybetmişlerdi. Bu tarih itibarıyla Türk ordusu taarruza geçiyor, Yunan ordusu ise taarruzdan savunmaya çekiliyordu. Yüzyıllardır Avrupa devletlerinin önünde yenilgiye uğrayan ve çekilmek zorunda kalan Türk milletinin, Sakarya Zaferi’yle bu gücü durdurduğu ve çekilmeye zorladığı da gözden ırak tutulmamalıdır.
Kazanılan bu büyük zafer, yurdun her yanında çeşitli şenliklerle kutlanırken, aynı zamanda birer milletvekili olan Fevzi ve İsmet Paşalar, 14 Eylül’de Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ile ilgili bir önerge verdiler. Önerge 19 Eylül 1921’de onaylanarak yürürlüğe girdi. Bu önergeyle, Sakarya Zaferi’nin büyük kahramanı Mustafa Kemal Paşa’ya meclis tarafından vefa örneği gösteriliyor ve en büyük askerî rütbe olan “Mareşallik” ve onunla birlikte “Gazilik” unvanı veriliyordu.
Mustafa Kemal Paşa 14 Eylül 1921 günü yayımladığı şu beyanname ile Sakarya’da kazanılan zaferin öneminden bahsederek, “…Türk milletinin hayat ve istiklâline canavarca tecavüz edenlere lâyık cezayı vermek için ordumuz sönmez bir azim ve celâdetle vazifesini ifaya devam ediyor… İnanılmaz mucizeyi Anadolu halkının fedakârlığına medyunuz. Milli maksat uğrunda, millet efradının hususi menfaatlerini ayaklar altına alarak gösterdikleri harikalar atalarımızın ve çocuklarımızın ilelebet iftihar kaynağı olacaktır… İstiklâl mücadelemizde inayeti samedanisini Türk milletinden esirgemeyen Cenabı Hakka hamdüsena etmeyi asla unutmayalım. Bizler, esasen meşru olan dâvamızda inayeti ilâhiyeden hiçbir zaman ümidimizi kesmedik. Hiç kimsenin hakkına tecavüz etmek istemediğimiz gibi, diğerleri tarafından da hakkı hayat ve istiklâlimize riayet olunmasından başka bir dâvamız yoktur. Hududu milliyemiz dâhilinde müdahale-i ecnebiyeden azade olarak her medeni millet gibi hür yaşamaktan başka bir gayesi olmayan Türk milletinin meşru hakkı nihayet âlemi insaniyet ve medeniyet tarafından teslim olunacaktır…” diyor, kutlama telgraflarının temelini teşkil edecek cümleler kuruyordu. Bunun üzerine TBMM de harekete geçerek Sakarya Zaferi münasebetiyle orduya bir teşekkür name yazılmasına karar veriyordu.
Bundan sonra meclis, Mustafa Kemal Paşa’ya Sakarya Zaferini tebrik eden şu telgraf gönderiyordu:
“…TBMM Reisi Başkumandan Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine
15 Eylül 1921 TBMM bugünkü umumi içtimaında milli ordunun müstesna fedakârlıklarıyla kazanılan Sakarya Meydan Muharebesi’nin kahramanlarını takdis ve tebrik eylemiş ve bütün milletin hissiyatına tercüman olarak pek derin olan minnet ve şükranını aracılığınızla bütün ordu mensuplarına arz ve tebliğe karar vermiştir. Meclis, büyük reislerinin düşman ordusunu hezimete uğratan dâhiyane azim ve tedbirleri sayesinde elde edilen bu büyük zaferle iftihar eder ve aynı azim ve dehanın kesin kurtuluşumuza vesile olarak kazanılacak muvaffakiyetlerle millet ve memleketin kesin kurtuluşunu temin edeceğine emin ve buna hazırdır.”
Bu zaferin, Anadolu dışında da önemli etki ve sonuçları görüldü. Öncelikle İtilaf Devletleri bloku tam anlamıyla parçalandı. Blok içindeki devletlerin ilişkileri iyice bozuldu. İngiliz-Yunan iş birliği de büyük ölçüde sona erdi. Öyle ki, Fransa ile 20 Ekim 1921’de Ankara Antlaşması imzalandı. İngilizlerle 23 Ekim’de esir değişimi konusunda bir antlaşma yapıldı. 13 Ekim’de Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan devletleri ile Kars Antlaşması imzalandı ve doğu sınırındaki problemler de azami ölçüde giderildi. Ukrayna ile de ayrı bir barış imzalandı. Bu gelişmelerden birkaç gün sonra Mustafa Kemal Paşa Buhara’dan gelen siyasi temsilcileri kabul etti. Yurt dışından Mısır’dan, Beyrut’tan Lozan’dan tebrik telgrafları geldi.
Sakarya Zaferi’nin kazanılmasına ve Fransızlarla Ankara Antlaşması’nın imzalanmasına rağmen, kamuoyunda, Türklerin düşman ordularını imha etmek suretiyle ülkelerini kurtarabileceklerine dair kesin bir kanaat henüz oluşmamıştı. Bu hususta İtilaf Devletlerinin propagandası da tesirli olmuştu. Propagandanın dayanağı şuydu: “Türkler savunma savaşını yaparlar, fakat taarruz edemezler, etseler de muvaffak olamazlar.” Öyle ki Büyük Taarruz’dan bir ay önce İngiliz Başbakanı yaptığı bir konuşmada, hâlâ “Türkler mağlupturlar, Batı Anadolu kendilerine asla verilmeyecektir!” diyebiliyordu. Bir İngiliz zengini bu propagandaya kapılarak, İzmir’de bir İngiliz-Yunan Bankası kurmuştu. Milletler Cemiyeti’ndeki İngiliz delegesi Lord Balford, “çete reisi” olarak vasıflandırdığı Mustafa Kemal Paşa’nın hakkından gelinmesi için ayrı bir karalama kampanyası başlatmıştı. Bütün bu gelişmeler, Avrupa ve özellikle İngiliz kamuoyunun aldatılması amacını taşıyordu. Onlar böyle davranarak, Anadolu’da olup bitenleri kendi vatandaşlarından gizlemek amacını güdüyorlar, böylece Sakarya Savaşı’nın sonuna kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının aldığı başarıları kendilerince yok saymış oluyorlardı.
Bu gelişmeler karşısında önlem almakta gecikmeyen Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, hem haksız propagandalara karşı koymak, hem de Avrupa’daki diplomatik havayı yerinde izleyebilmek için Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey’i Şubat 1922’de Avrupa’ya gönderdi. Böylece savaş alanlarında alınan başarıların yanında, siyasi olarak da çalışmanın gerekliliği ortaya çıkmış oluyordu. Hatta Yusuf Kemal Bey Avrupa’ya giderken İstanbul’a uğramış ve Padişaha Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetini tanımasını dahi tavsiye etmişti.
Sakarya Savaşı’nın kazanılmasıyla birlikte, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinin giriştiği dış ilişkiler, İtilaf Devletlerinin yeni barış projeleri hazırlamalarına neden olmuştur. Bu projeler 22 ve 26 Mart 1922 tarihlerinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetine sunulmuştur. Bunların esası, Türk ve Yunan tarafları arasında hemen bir mütarekenin yapılarak savaşın bitirilmesi ve Sevr Barışı’nın biraz hafifletilmiş maddelerinin Türk tarafına kabul ettirilmesinden başka bir şey değildi. Bu öneriler karşısında Mustafa Kemal Paşa’nın fikri, İtilaf Devletlerinin İstanbul ve Ankara’ya karşı yok edici bir çalışma evresine girmiş oldukları konusundaydı. Sadece bu teklifler bile, İtilaf Devletlerinin ciddiyetleri konusunda önemli ipuçları içeriyordu. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti zaman kazanabilmek ve Yunanlılara yeni bir saldırı fırsatı vermemek için, 5 Nisan 1922’de karşı önerilerini İtilaf Devletlerine sunmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisinin hedefi Misâk-ı Millî dairesinde bir barış yapmaktı. Bu nedenle sunulan öneride, ilke olarak ateşkesin kabul edildiği belirtiliyor, ancak ateşkesle boşaltma işinin birlikte yapılması, ateşkes antlaşmasının dört ay olması, bu dört aylık süre içinde İzmir ile birlikte düşmanın işgali altındaki tüm Türk topraklarının boşaltılması isteniyordu. Ancak İtilaf Devletlerinin bu tekliflere 15 Nisan 1922’de ret cevabı vermeleri, gelişmeleri yeni ve gergin bir safhaya sokuyordu. Artık kurtuluş için tek çare kalıyordu; topyekûn nihaî bir savaşa girmek ve kazanmak. Bu gelişmeleri Anadolu halkı ile paylaşan Mustafa Kemal Paşa, milletin bu kararları reddettiğini de meclise gönderilen telgraflardan açıkça görmüştü.
Bunun üzerine Doğu Cephesinden önemli miktarda silah ve cephane Batı Cephesine nakledildi. Tekâlif-i Milliye Emirleri ile Türk milleti de imkânlarının önemli bir kısmını, ordusunun emrine verdi. Altı ay geceli gündüzlü ve kış şartlarının gösterdiği türlü zorluklara rağmen, yapılan hazırlıkların tatmin edici olduğunu gören Türk Başkomutanlığı, Haziran 1922’de Batı Cephesinde Yunan ordusuna karşı yakın bir gelecekte taarruza geçilmesi kararını verdi. Artık Türk yurdunun işgalden kurtarılması amacıyla başlatılan mukaddes savaştaki nihaî mücadele başlıyordu. Mustafa Kemal Paşa, 20 Ağustos’ta cephe komutanına nihaî emrini verdi, kararlaştırıldığı üzere 26 Ağustos 1922’de taarruza geçilecekti.
Malazgirt Savaşı’nın da tarihi olan 26 Ağustos’ta, Türklerin bir başka büyük savaşı, daha sonra Mustafa Kemal Paşa’nın övgüyle söz edeceği yoğun topçu ateşi ile başladı. Takiben başlayan süngü hücumu ile saat dokuza kadar Tınaztepe, Belentepe gibi önemli mevziler ele geçirildi. Aynı gün Türk ordusunun Büyük Taarruzu meclise duyurulmuş ve mecliste büyük bir coşku ve heyecan yaşanmıştı. Taarruzun ikinci gününde Afyon kurtarılmış ve başkomutanlık karargâhı Afyon’a taşınmıştı. 28 ve 29 Ağustos’ta düşman, geri çekilme yolları kapatılarak savaşmak veya teslim olmak arasında tercihe zorlanmıştı. Bir Yunan piyade birliğinin Türklerle dostluk ilişkileri kurmasının ardından kendi ordularından kaçarak teslim olması savaşın ilginç anekdotları arasındaydı. İki ordunun başkomutanlarının karşı karşıya geldiği 30 Ağustos 1922’de kesin Türk zaferi ilan edildi ve ordu İzmir yürüyüşüne başladı.
Diğer taraftan 30 Ağustos 1922’de The Times gazetesinde yer alan bir habere göre Yunan ordusu bir kez daha, Anadolu’daki asker sayısını artırmak üzere Yunan gençleri silahaltına çağırıyordu, ancak bunun için büyük ölçüde geç kalınmıştı. Bu tarihten sonra Avrupa basınında genellikle görmezden gelinmeye çalışılan ya da önemsiz kazançlar gibi yansıtılan Türk askerî başarıları daha geniş yer bulmaya başlıyor, Mustafa Kemal’in o ünlü emri “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri…” bu gazetelerin satırlarını süslemeye başlıyordu.
Ayrıca okuyabilirsiniz:
https://www.sechaber.com.tr/zafere-giden-yol-30-agustos-zafer-bayrami/
https://www.sechaber.com.tr/ataturk-buyuk-taarruzda-komutayi-neden-bizzat-ele-almistir/
https://www.sechaber.com.tr/ataturk-mechul-asker-anitinin-temel-atma-toreninde/
http://www.sechaber.com.tr/ordular-ilk-hedefiniz-akdeniz-ileri/
http://www.sechaber.com.tr/bayramlarin-bayrami-30-agustos-zaferimiz-kutlu-olsun/
http://www.sechaber.com.tr/buyuk-taarruz-tarihinin-geri-birakilmasi/
http://www.sechaber.com.tr/dusmani-maglup-edecegim/
http://www.sechaber.com.tr/onlari-anadolu-boslugunda-mahvederim/
http://www.sechaber.com.tr/simdi-kahvaltiyi-getirin/
http://www.sechaber.com.tr/baskomutan-gazi-mustafa-kemal/
http://www.sechaber.com.tr/30-agustosa-dogru/http://www.sechaber.com.tr/30-agustosa-dogru/