Şark Cephesi komutanı, Milli Mücadele Kahramanı ve Siyaset Adamı Musa Kâzım Karabekir Paşa (d.1882 – ö.25 Ocak 1948), Genelkurmay’da çalışan arkadaşı Albay İsmet (İnönü) Bey ve Harbiye Bakanı Şevket Turgut Paşa’nın yardımıyla (dönemin varlığını koruyabilmiş nadir askeri birliklerden olan) 15’nci Kolordu Komutanlığı’na atamasını yaptırmıştı (13 Mart 1919). Karabekir Paşa, Doğu bölgesinde çok iyi tanınan, sevilen, daha önceki çalışmaları nedeniyle, “Doğu Anadolu’yu ve Kafkas Türklerini kurtaran”, zafer kazanmış bir komutan unvanına ve niteliğine sahipti.
Karabekir Paşa, anılarında, …”Benim de doğuya hareketime müsaade olundu. 7 Nisan 1919 günü Yunan İstiklal günü imiş. Sık Türk ve İtilâf devriyeleri halkı korkutuyordu. Bugün Plansızlar Beyazıt’taki askeri misafirhane binasını işgal ettiler. Artık Harbiye Nezâreti binası da yakından tehdit altına girdi. 11 Nisan’da veda ziyaretlerimi yaptım. Bilhassa M. Kemal Paşa ile İsmet’e vaziyeti, son defa olarak anlattım.
Mustafa Kemal Paşa ameliyat yaptırmış; Şişli’deki ikametgâhında yatıyordu. Yanında ahbaplarından biri vardı. “Mahrem görüşmek isterim” dedim. Bunun üzerine bu zatı takdim etti. Ve yalnız kalmaklığımızı anlattı. Bu zatın Ruşen Eşref Bey olduğunu öğrendim, dışarı çıktı. Aynen şunları söyledim:
“Paşam, ben yarın Erzurum’a hareket ediyorum. İstanbul’da ne vaziyette kalırsanız kalınız, bir şey yapmak imkânsızdır. Sükût edersek mahvımız mukadderdir. Behemehâl Anadolu’ya ordu başına geliniz. Hem de doğuya; milletin kurtuluş anahtarı doğudur. Orada her şey mümkündür. Ordu da kuvvetlidir, halk da beraber gider. Ben kat’i kararımı verdim. Plânım basittir. Milli bir hükümet teşkili ve doğu vilayetlerini istilâya hazırlanan Ermenistan’ı bize güzel bir sulh rehinesi olarak elde tutmak, sonra hadiselere göre batıya dönmektir. İstanbul’da ne siz ve ne de kıymetli arkadaşlar, fazla müddet kalmayınız. Başka türlü milli birlik ve milli varlık göstermek imkânı yoktur. Benim ahdim tek dağ başı mezar oluncaya kadar uğraşmaktır. İstiklalimizi ve hiç değilse milli namusumuzu kurtaracak, ancak bu karardır.”
Mustafa Kemal Paşa şu cevabı verdi:
…”Bu da bir fikirdir. Ahval günden güne size hak verdiriyor. Size muvaffakiyet dilerim”
Ben bunun bir fikir değil, kat’i bir karar olduğunu anlattım:
“Ordu ve halk, bu fikir etrafında muhakkak toplanacaktır. Doğuda milli hükümet esaslarını kurduktan sonra siz batıya teveccüh edersiniz. Doğu vazifesini ben üstlenirim. Eğer gelmeyecekseniz hareketimi ona göre tanzim edeyim” dedim.
Biraz düşündü ve …”İyi olayım size mülâki olmaya çalışırım” vaadini verdi.
Ben doğuda milli hükümet esasını kurarken Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’da bir padişah hükümetinde vazife alarak en kıymetli arkadaşları da etrafında toplaması ihtimali, beni pek düşündürmüştü. İşte en mühim olarak buna mâni olmak içindir ki, şahsımdan fedakârlık yaparak, fikrimin husulü için kendisini doğuya davetle millî harekâtın başına geçmesini teklif ettim. Daha evvel İsmet’le de uzun uzadıya konuşmuştuk.
İsmet benim haberim olmadan Mustafa Kemal Paşa ile bir toplantıda bulunurken Ahmet Rıza veya İzzet Paşa başkanlığında bir kabine yapmak teşebbüsünde bulunmuştu.
Bunu ben haber aldığım zaman, bana haber vermeden ve reyimi sormadan böyle olumsuz işlerde bulunmasının faidesiz ve şahsını yıpratacağını bir daha tekrar ile İstanbul’da yapılacak hiçbir teşebbüse girişmemesini ve Anadolu’da milli teşekküllün başına geçmesini ve ben tek başıma da kalsam uğraşacağımı, fakat halkın bizimle geleceğini, vaziyetin içinden başka türlü çıkmak imkânı bulunmadığını izah ettim.
Rauf Bey, kendisine nerede, ne vazife verilirse hazır olduğunu her zaman söylerdi. Hâlâ İsmet bana da İaşe Nâzırlığı’nı teklif ediyordu. Esasen hiçbir kuvvete dayanmayan bir kabineye girmenin şahsen düşüş olacağını, İaşe Nezareti’nin ise açlıktan ölenlere mersiyehanlık olacağını söyledim. İsmet diyordu ki:
…”Açlık diyorsun, acaba açlıktan koca İstanbul’da kim ölmüş?”
Dedim ki:
“Hangi evin kapısını çalıp da halini sorduk? Benim evim bile yarı aç!”
İsmet müteessir oldu söyleyip söyleyeceğine pişman oldu…
Karabekir Paşa, anılarında, …”12 Nisan 1919 günü Gülcemal vapuru ile akşama doğru İstanbul rıhtımından hareket ettik. Kız Kulesi ile Selimiye arasında demirledik. İtilâf memurları kontrol edecekleri Herhangi bir tarafa gideceklerin büyük müşkilâtla, vesikalarını İngiliz, Fransız üniformalı yerli Rum ve Ermeni askerlerinin envai hareketine uğrayarak, rüşvet vererek yaptırmaları, kaç zamandır usul oluştu. Vapurlarda bu tasdikli vesikaları olmayanlar hararetle, dayakla dışarı atılıyormuş! Böyle bir hey’et bizim vapuru da aradı. Vesikayı yaptırmamış doğuya giden iki subay, kömürcü kıyafetine girerek ocak başında görülerek kurtuldular.
13 Nisan sabahı rüzgârlı ve bulutlu bir havada Boğazı çıkarken bir saadet rüzgârı gibi kalbim coşkuluydu. Büyükdere önünden geçerken o, 28 Kasım 1918’de Büyükdere’ye çekilmek üzere bulunan İngiliz bayrağının rüzgârdan çırpındığını gördüm. Bu sefer gurur duydum. Buna ve Boğazın iki yakasındakilere, “Hepiniz, hepiniz inmeye mahkûmsunuz,” dedim. Çok seviniyordum. Sanki her düşüncem kuvvet ve her kuvvet muvaffakiyet olmuştu. “Cihan yıkılsa Türk yıkılmaz!” diyordum. Yaverime de programımı anlattım.
Sevinçle artık Karadeniz de yol alıyorduk. Zonguldak, Sinop.
Buraya çıktım (Sinop), hükümet emrinde bulduğum erzakı aldım. Fakat ne garip, cihet-i askeriye bana emir vermişti. Mahallerine de tebligat yapıldığını söylemişlerdi; Maliye’den böyle bir emir gelmemiş!.. Her ay değişen bir hükümetin yapacağı iş bu kadar olur. Ben eldeki emre dayanarak buradan ve on saat mesafedeki Çakıroğlu iskelesinde, ne buldumsa vapura aldım.
17 Nisan’da Samsun’a vardık.
Buraya Harb-i Umûmî’de emekliye sevk edilmiş, fakat şimdi iş başına alınmışlardan bir divan-ı harp hey’eti çıktı. Samsun’da bir Hint bölüğü, limanda bir İngiliz torpido muhpiri var. Rumlar, kırk-ellişer kişilik çete halinde, kasabaya kadar tehdide başlamışlar. Son günlerde birkaç İslâm çetesi de çıkmış.
18 Nisan’da Ordu ve Giresun’a uğrayarak 19 Nisan’da erkenden Trabzon’a vardık. Birlikte Trabzon’a vali tayin olunan Galip Bey de vardı. Bu zât dehşetli İttihatçılar aleyhinde olmakla beraber yaşı ilerlemiş ve kuvvete karşı koyamayacak bir insandı. Birlikte şehre çıktık ve belediye dairesine gittik. Yemeği belediyede yedik.
Ben bugünden işe başladım.
Trabzon Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti Merkezi, eşraftan 21 kişi imiş; 11’i heyet-i merkezziye, 10’u heyet-i idare, Şubat’ta hükümetten müsaade alınmış ve kulüp açılmış, 23 Şubat’ta Trabzon’da ilk kongre yapılmış, İstanbul’a üç kişilik bir heyet göndermişler ki, İstanbul’daki hey’etin Avrupa’da göndereceği hey’ete iştirakle Trabzon’a müdafaa etsinler. Belediye reisi Barutçu Ahmet Efendi aynı zamanda Müdafaa-i Hukuk reisi Hey’et, vaziyetin dehşetinden yılgın ve müteessir. Ahvali olduğu gibi değil, müthiş ve giderilmesi imkânsız felekatli görüyorlar. Bütün ümitleri Avrupa’ya yalvaracak hey’ette.
Harb-i Umûmî de Rus istilasında ezilmiş, şimdi de Ermeni veya Pontus belasının başlarında döndüğünü görerek kan ağlıyorlar. İngiliz donanmasının, her belanın başlangıcı olacağını zannediyorlar.
Ben bu muhterem insanlara dedim ki:
“Avrupa’ya Amerika’ya yalvarmak, hastanın başında mersiye okumaktır. Memleket tehlikededir, bu muhakkaktır. Fakat kuvvetimiz bu tehlikeyi def’e kadirdir. İtilaf kuvvetlerinden korkmayınız. Daha geçen hafta Londra’dan memleketimize getirilmek istenilen alaylar, işi anlayınca “biz gitmeyiz” diye silah çatılarını bırakıp savuştular. İtilaf milletleri Harb-i Umûmiden o kadar yorgun çıktılar ki memleketimizde tek bir asker bile öldürmeye razı değildirler. Karşımızda Rum, Ermeni’den başka kimseyi göremeyeceğiz. İstanbul’da İtilaf kuvvetleri bostan korkuluğundan başka bir şey değildir. Bana inanınız. Ben buraları şuna buna vermeye değil, buraları almak isteyen hülyalı kafaları ezmeye geldim. El birliğiyle ve süngümüze dayanarak iş başlayalım. Allah yarımcımızdır.”
Sözlerim çok iyi tesir yaptı. Bilhassa İngiliz donanmasının bir şey yapamayacağını; çünkü milletlerin ezgin bir vaziyette artık doğu ile uğraşmak istemediklerini ve bostan korkuluğunun bizi korkutmaması lâzım geldiğini izah ettim.
Her tehlike hakikatten mevcud bile olsa ikmal-i namusa fedakâr Türklerin mecbur dahi olduklarını, hâlbuki karşımızda Rum, Ermeni birliğinden başka kuvvet çıkacak kuvvet olmadığını ve bunları da bizim imhaya kadir olduğumuzu anlattım. Bana itimatları olduğunu ve sözümden çıkmayacaklarını vaad ettiler.
30 Nisan’a kadar Trabzon’da kadım. İngilizler her şeyi kontrol altına almışlar. Fransız temsilci dehşetli Türk aleyhtarı. Trabzon’da “Adem-i Merkeziyet Cemiyeti” diye birkaç kişilik, zayıf bir şey var ve Fransız temsilcinin nüfuzunda. Fakat “İhtiyat Zabitleri ve Cemiyeti” ve Muhafaza-i Hukuk” mensupları namuskâr insanlar ve hiçbir nüfuz da değil. 22 Nisan’da Ordu Kumandanı Şevki Paşa ve kısmen izinli, kısmen zat işleri emrine yüz elli subay İstanbul’a gitti. Ordu subayları müthiş azalıyordu. Bu akın Mütarekeden beri başlamıştı.
İskele ambarında sandıklara konmuş ve İngilizler tarafından görülmüş birçok top kamaları var. Bunlardan işe yarayan ve yaramayanları ayırttım. Ambarlarda işe yarayacak malzemenin dâhile alınması için icap eden tertibatı yaptırdım. Erzurum’a İngiliz Miralay Rawlinson isminde biri gitmiş. Erzurum’da bana vekâlet eden Dokuzuncu Fırka Kumandanı Albay Rüşdü Bey bulunmasına rağmen doğruca fırkalara ve Trabzon Kumandanlığına emir tarzında, şiddetli şeyler yazmış. Derhal tamim ettim ki, “emri ancak benden alırlar, sualleri yalnız ben sorarım.”
Rawlinson’a da yazım:
“Kolordunun kumandanı benim, kıtaatım ancak benden emir alırlar. Ben de Harbiye Nezaretin’den emir alırım. Arzularınızı bu vasıta ile lütfen bildirin.”
Trabzon’daki birlikler ve mektepleri ve ambarları ve müesseseleri kâmilen gözden geçirdim. Samsun havalisi berbat olduğundan 3’üncü Kolordu’nun müfrezesini Samsun’a göndermeyi muvafık buldum. Trabzon’da İngiliz ve Fransız subayları vardı. Jandarmamızı düzenlemek için bir Fransız binbaşısı da gelmişti. Henüz sulh olmadan bu garip düzenlemeler, her ay değişen kabinelerden birinin yadigârı idi.
Trabzon’da Fransız konsolosu diye işe başlamış bir zat da vardı. Her biri ayrı ayrı ziyaretime geldi, ben de iade-i ziyaret ettim. Yerli Rumlar vasıtasiyle her şeyi mübalağalı öğreniyorlar. Fransız diyor ki; “Yedek subaylar kışkırtıyor. Sizin için Marmara sahilleri varken buralarda ne arıyorsunuz?..”
İçimden, “keşke hepiniz böyle maksadınızı söyleyecek kadar budala olsanız da biz de vazifemizi kolay görsek!” dedim. Halbuki kibir ve gururla hepsinin basiretleri kapanmış imiş ki bize mani olmak değil, bizi iş başına getirdiler ve işimizi kolaylaştıracak akılsızlıkta bulundular. Ben buna Hakk’ın bize lütfu derim. 27 Nisan’da bir Yunan torpidosu geldi. Gelecek Rum göçmenleri yerleştirmek için bir hey’et gelmiş. Bir gece birkaç Yunan askeri, sarhoş olarak, bir erimizin silahını almak ister, erimizde bunlara silahla mukabele eder ve birini öldürür. İtilaf memurları buna mühim bir mesele yaparak valiye gitmişler, bana da geldiler. Erimize misli ile mukabele yapılmasını, ölene merasim icrasını istediler. Yüz vermedim. Müdafaa-i nefs ve namus olduğundan Türk eri ceza görmedi. Ertesi günü 400 kişilik Rum göçmenlerini taşıyan Rum vapuru geldi. Vaktiyle Trabzon’dan Sohum’a gitmişler, şimdi Bolşeviklerden kaçıyorlarmış. Odesa mıntıkasına bazı Efsun kıtaatı gönderildiğinden Bolşevikler tuttuklarını güya şimendifer raylarına bağlayıp çiğnetiyorlarmış. Bu göçmenler mallarını ve hatta çocuklarını bile atıp kaçıyorlarmış.
Ajanstan da Fransa’da Clemenceau Kabinesi düştüğünü Bolşeviklerin Riga’da sekiz bin sekiz yüz (8.800) kişi katliam ettiklerini öğrendim. Bu havadislerden lazımı gibi istifade ettim. Bolşeviklerin Kafkasya’ya yürüdüğünü ve bize iyi bir sulh temin olunmazsa, bizim düşmanlarımızın düşmanı olduğundan tabir müttefik olacağımızı, Sohum havalisinde İtilaf ordusunun denize döküldüğü gibi havadisleri neşrettim. Birliklerde ve halkta maneviyata iyi tesirler yaptı. Taşkınlık eden Yunan askerinin öldü itilmesi şımarıklık eden Rumlara iyi bir sille oldu.
İstanbul Hükümeti 16 Nisan’da Şehzade Abdürrahim Efendi başkanlığında Batı Anadolu bölgesine bir hey’et göndermiş, 29 Nisan’da Şehzade Cemalettin Efendi başkanlığında ikinci bir hey’et Edirne’ye gönderiliyormuş. Bu hey’etler, halka beyanname okuyorlarmış hülasası: “On senedir ahkâm-ı şer’iyye ve kavanin-i esasiyyeye aykırı fenalıklar yapılmış. Harb-i Umumi’ye körü körüne girilmiş. Padişaha sadakat ve emrine itaat etmeli imiş; böyle olursa bu felaketli günlerden kurtulunurmuş. Padişahın selamı varmış “Anasır-ı Hıristiyane” bu hey’etlerle temasa geliyormuş.”
Şehzade Cemalettin Efendi 22 Nisan’da vapurla Trabzon’dan gitmişti. Orduda hayli müddet Albaylık etmesine rağmen dünyadan habersiz! Fakat Zeytinlik Mektebi müdürüne yazdığı tezkerede şayan’ı hayret bir mütalaa var. Mektebi ziyaretimde müdür göstermişti. Şehzade, mektebin yakınında oturduğundan çocukların gürültü etmemesi için polisle vakit vakit haber göndermiş. Bir gün kızmış şöyle bir tezkere yazmış:
Hakikatten vatanın bağrında kopacak fırtınanın esaslarının kurulduğu günlerde yazılması garip bir telepatidir. Damat Ferit Paşa’nın ne sersemlikler edeceğine bu şehzade hey’etleri misaldir.
Karabekir Paşa, anılarında; …”30 Nisan 1919’da Trabzon’dan iki otomobil ile hareket ettim. Ardasa, Gümşhane, Bayburt’ta teftişlerimi yaptım. Halkın açlığı elimdi. Gümüşhane’den geçerken Daltaban’da kadınlar “ekmek” diye bağrışıyorlardı. Bayburt’ta bir eve doldurulmuş yüz kadar kimsesiz çocuk; bir deri bir kemik kalmış. Haftalarca yiyemişler. Derhal bunları mükemmelen doyurttum ve iaşelerini temin ve sonra da Erzurum’a aldırdım. İki Amerikalı güya aç halka un dağıtmak üzere birkaç gün evvel Erzurum’a gitmişlerdi. Bunlara belediyelerden yerli halılar da hediye ettirmiştim. Bunlara Zigana’dan inerken rast gelmiştim. Otomobilleri bozulmuş, benzinleri kalmamış. Yardım ettirdim, benzin verdim. İkram da ettim. Yanlarında bir Rum tercüman vardı. Bana da halka yardım edeceklerini vaadettiler. Maatteessüf ne bunlardan ve ne de devam eden bu gibi bol vaadden, diğerlerinden halkımız bir lokma ekmek almadı. Birçok hediyeler de caba da gitti. 18 hararete ve havaların letafetine rağmen, usul veçhile henüz Kob’da üç metre kar var. Şevki Paşa yolu açtırarak geçmiş. Biz geçinceye kadar da amele yardımiyle yol temiz tutulmuş. Zigana’nın müthiş uçurumları Kob’da yok; fakat esasen arazi bin metre rakımda bulunduğundan, Kob’un irtifar Zigana gibi dehşet vermiyor. Aşkale’deki birliklerimizi de teftişten sonra 3 Mayıs’ta, öğleyin sevgili Erzurum’a geldim…”
…”21 Mayıs’ta pek sevinçli bir şifre aldım. Mustafa Kemal Paşa, Dokuzuncu Ordu Kıtaatı Müfettişliği ile Samsun’a gelmiş; bana şunu yazıyordu:
Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a gelmesine çok sevindim. Bunu bir aydır bekliyordum. Her gün büyük bir felaketin çıkması daima umulurdu. Hâlbuki bu felaketi milli, askerî gelmeyenlerin gelecek kumandanlarımız hep İstanbul’da idi. Memuren, kaçarak şimdiye kadar gelmeyenlerin bile artık İzmir işgaliyle açılan ikinci perde, gözlerini açmalı idi. Mütareke ile aşlayan birinci perdeyi takip edecek bu kanlı vaziyeti görmeyenler, mazur görülebilirdi. Mustafa Kemal Paşa’nın kimlerle geldiğini sorduk.
Miralay Refet Bey,
Manastırlı Kâzım Bey,
Kaymakam Arif Bey,
Binbaşı Hüsrev Bey,
Doktor Albay İbrahim Tali Bey,
Doktor Binbaşı Refik Bey, birkaç yaver.
Rauf Bey, Mutasarrıf Süreyya Bey, Yüzbaşı Tufan Bey başka yoldan Anadolu’ya geçmişler. Gelenler içinde ümit ettiğim daha birçok arkadaşlar yoktu.
Hâlbuki vaziyet bizi bir Anadolu Hükümeti kurmaya sevk ediyordu. Cihet-i askeriyye ve mülkiyeyi kimler idare edecekti? Ben doğuyu sonuna kadar tutabilirdim. Şu halde kesin zafere kadar yerime bağlı idim. Mustafa Kemal Paşa’yı başa geçirmek ve bunu bütün kuvvetimle tutmayı İstanbul’da iken düşünmüştüm, fakat memleketin batısı, güneyi de kendi muhiti de güvenilir eller isterdi. Şifreyi iyice tedkik ettim. Benimle bir an evvel buluşması pek muvafık ve lazımdı. Esasen İstanbul’da kendisine rica ettiğim bu idi. Hususiyle bir aydan beri doğu ve her şeyi yapmaya azmetmiş, hazırlanmıştı. Bir kere Erzurum Kongresi’nde bir dayanak, bir hareket tesisinden sonra teşkilâtça, kuvveler, maddi, manevi heybetli bir çığ gibi batıya yuvarlanmak kolaydı ve doğu zaferine dayanarak İzmir’i de kurtarmak mümkün bir emel olurdu.
Fakat bana bir an evvel gelmek için Trabzon’a gelmek ve bir iki günde otomobil ile emin olarak Erzurum’a varmak mümkün iken Samsun’a çıkmak ve Samsun havalisinin asayişi için birkaç gün kalmak, belki daha bir ay buluşmaya mani olacaktı. Kara yollarında asayiş de yoktu; benzin de. Ben Samsun’un vaziyetini gördüğüm için Trabzon’daki alay ve topçu taburunu göndermiştim. Elimde başka kuvvet olmayınca şahsen ne yapılabilecekti?
Kendilerine şifre ile şu cevabı verdim:
Üçüncü Fırka Trabzon bölgesine geçiyordu. Yolda teftiş ettim. Fırka Kumandanı Halit Bey’le görüştüm. Fırka kumandasını değişik isimle idaresini, gereğinde kendisinden Kuvva-yi Milliye nâmiyle de istifade edeceğimizi tespit ettik. Artık batı bölgesi hakkında daha az endişe ediyordum. Mersinli Cemal Paşa da Konya’ya, İkinci Ordu Müfettişliği ’ne gitmiş.
23 Mayıs’ta İstanbul’da Sait Molla imzasiyle belediye reislerine gelen telgrafta: “İstanbul’da “İngiliz Muhipleri Cemiyeti” kurulduğunu ve vilayetinde dahi bu yegâne selamet ve necabet yoluna girdiklerini ve İngiliz dostluk taraftarlığı huşundaki umumî fevkalâde hislerini ve İngiliz yardımını istediklerini, istisnasız tekmil temsilcilere ve hükümete ve gazetelere derhal telgrafla bildirilmesi ”talep olunuyordu.
Bu fesat telgrafı memlekette bir –Manda- münakaşasıdır açtı ve pek mühim bir bahis teşkil edecek olan bu manda meselesi Sivas Kongresi sonuna kadar da benim acı bir ihtarımla kapandı.
16 Mayıs’ta İstanbul’dan hareket ettiklerine göre, İzmir işgalini ve İstanbul’daki arkadaşlarımızın son mütalaa ve kararlarını bileceklerdi. Anlaşıldı ki Ali Fuat Paşa’nın Ankara’daki 20. Kolordu Kumandanlığına gelmesinden başka bir şey olmamış. Fevzi Paşa, Cevat Paşa, İsmet Bey, Fırka Kumandanı Kemal Bey ve diğerleri İstanbul’da. Mustafa Kemal Paşa’dan gizli ve zata mahsus, aşağıdaki şifre ile mitingler yapılarak İzmir işgalinin protesto edilmesi hakkında bir tebliğini aldım. Aynı zamanda doğu bölgesindeki ve civardaki vali ve müstakil mutasarrıflıklara da yazılmış. Bölgemizde daha önce yapılmış ve yapılmakta olmakla beraber henüz yapılmayan yerler varsa, çabuklaştırılması için icap edenlere bildirdim. (Bakınız: Kazım Karabekir, “İstiklal Harbimiz”, I.Cilt, İstanbul – Eylül 2019)