29 Mayıs 1453’ten sonra İmparatorluğa dönüşen Osmanlı devleti, 16. yüzyılda Kuzey Afrika’ya yayılmış (Cezayir / Trablusgarp / Tunus / Fas / Mısır Sudan’ı) , bölgeyi tamamıyla egemenliği altına almıştı.
1517’de Sultan Yavuz Selim tarafından Mısır fethedilmiş, bu tarihten bir yıl evvel Barbaros Hayrettin (asıl adı Hızır) ve ağabeyi Oruç Reis ile birlikte 1516’da Cezayir’i ele geçirmişlerdi. 1516’dan 1533’e kadar Cezayir’i yöneten iki kardeş, Yavuz Sultan Selim tarafından desteklenmişti. 1532’de Kanuni Sultan Süleyman, Barbaros Hayrettin Paşa’yı İstanbul’a çağırmış, Barbaros Hayrettin Paşa’da Cezayir’i Osmanlı İmparatorluğu’na hediye etmişti. Kanuni Sultan Süleyman’da Barbaros’a büyük iltifat göstererek kendisini “Kaptanı Derya ve Cezayir Beylerbeyi” tayin etmiş, Cezayir’i bir Osmanlı Eyaleti’ne çevirmişti.
Trablusgarp (bugünkü Libya), Turgut Reis tarafından 1551’de fethedilmiş, uzun zaman Karamanlı denilen Türk sülalesince idare edilmişti.
Tunus, Turgut Reis ve Kılıç Ali Paşa tarafından 1574’te fethedilerek bir Osmanlı Eyaleti yapılmıştı.
Fas, 1578’de Sultan Ahmet el Mansur döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nun yardımıyla Portekizlileri yenmesi üzerine (Vadisseyl Muharebesi) Osmanlı himayesine geçmişti. Böylece bütün Kuzey Afrika ve Mısır Sudan’ı, Osmanlı hâkimiyetini tanımıştı. Ancak, İmparatorluğu’nun gerileme – zayıflama (1828 – 1908) ve dağılma (1908 – 1922) sürecinde Trablusgarp hariç bütün Kuzey Afrika kaybedilmiş, elde kalan son toprak parçası Trablusgarp’ta da II. Meşrutiyet’in İlanı üzerine “Hürriyete Karşı İsyan” hareketleri başlamıştı.
Türk toplumunun ve Osmanlı Devleti’nin kaderini değiştiren, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu lideri Gazi Mustafa Kemal Atatürk, iki defa Trablusgarp ve Bingazi’ye gitmiştir.
Birincisi, II. Meşrutiyeti takip eden günlerdedir ki (Eylül 1908), Recep Paşa II. Meşrutiyet’in ilk kabinesinde Harbiye Nazırı olarak davet edilince, irticai tahriklerle Trablusgarp’ta Meşrutiyet’in ilanına karşı ayaklanma olmuş ve Mustafa Kemal bu ayaklanmayı bastırmaya memur edilmiştir.
İkinci Trablusgarp yolculuğu ise bu vatan ülkesinin İtalyanlara karşı koruma savaşıdır ki, Gazeteci Mustafa Şerif takma ismiyle Trablusgarp’a giderken Mısır’dan Bingazi’ye geçişi sırasında at tepmesinden yaralanmış ve tedavi için İskenderiye’ye dönmek zorunda kalmıştır. Atatürk’ün hayatındaki en önemli yaralanmalardan biri yine Trablusgarp’ta yaşanmıştır ki “gözlerini etkileyen” bu yaralanmanın etkileri hayatı boyunca devam edecektir.
Meşrutiyet’in ilânından sonra, Mustafa Kemal ile cemiyetin yöneticileri arasında gerginlik çoğalmıştır. Mustafa Kemal ordunun politika dışında tutulmasını, cemiyetin gizli komite olmaktan çıkarılıp parti olarak örgütlenmesini, yurtta köklü ve programlı bir değişiklik yapılmasını istemektedir. O’nun düşüncelerini pervasızca açıklaması, karşı düşünceleri sert bir üslupla eleştirmesi, cemiyetin etkin üyeleri arasında hoş karşılanmamıştır. Meşrutiyet’in ilânını takip eden günlerde Mustafa Kemal’in eleştirilerinden rahatsız olan cemiyetin ileri gelenleri, onu Trablusgarp’a gönderme kararı alırlar. Böylece İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ilk kongresinin toplanacağı, milletvekili seçimlerinin yapılacağı, cemiyet-hükümet ilişkilerinin yönleneceği bir dönemde Mustafa Kemal Selânik’ten uzaklaştırılır. Trablusgarp’ta yeni Türk yönetimine karşı irtica nitelikli hareketler baş göstermiştir.
1908 Eylül sonlarında, bu ülkeye gelen Mustafa Kemal, kısa bir zamanda karışıklığı giderdi ve düzeni yoluna koydu. Ordunun ve devlet otoritesinin bölgede hâkim olmasını sağladı. Bu görev Mustafa Kemal’in siyasî yeteneğini gösteren ilk başarılı denemesi olmuş, ülkeyi tanımasını sağlamıştır. Bu deneyim 1911 – 1912 Trablusgarp ve Bingazi’de görev almasında ve başarılı hizmetlerinde etkili olmuştur.
Aşağıdaki hatıra, Atatürk’ün bizzat kendisinin anlattığı ve Prof. Dr. Ayşe Afet İnan tarafından not edilen, birinci yani II. Meşrutiyet’in ilk günlerindeki Trablusgarp seyahatine ait olduğunu belirten Tarihçi ve yazar Cemal Kutay’ın “Türkiye İstiklâl ve Hürriyet Mücadeleleri Tarihi”, Cilt: 17, Sayfa: 9764’ten başlayarak okuyacağız:
…”Sultan Hamit devri istibdadını yenmek için Türk vatanında milletçe yapılan hareketler neticesi, 23 Temmuz 1908 olarak tarihlenmiştir.
İstanbul’da yeni kabine teşkili düşünülürken, Trablusgarp’ta kumandan ve vali bulunan hürriyet aşığı olduğu için oraya gönderilmiş olan Recep Paşa tercih edilmişti. Recep Paşa, İstanbul’da Türk milleti tarafından öyle içten gelen ürk milleti tarafından öyle içten gelen bir coşkunlukla istikbal edildi ki, milletini çok seven bu büyük adamın kalbi durdu, öldü.
Trablusgarp’ta hürriyete karşı bir isyan olmuştu!
Bu isyanın haberi ve bununla asla alakası olmayan Erkânıharp Kolağası Mustafa Kemal o günlerde İstanbul’dan bir mektup alıyor. Bu mektubun içinde iki kâğıt vardır ve biri şu mealdedir: …”Recep Paşa öldü. Onun boş bıraktığı Trablusgarp’ta hürriyet aleyhine bir isyan oldu. Sizin oraya gitmeniz bütün buradaki arkadaşlarca tensip edildi. Azimetinizi rica ederim.” İkinci kâğıt ise geniş ölçüde bir selâhiyetnâme idi. (Müşir Recep Paşa’nın ölüm tarihi 14 Ağustos 1908)
Bu tarihlerde İttihat ve Terakki Komitasının Umumi Merkezi henüz Selanik’te sayılıyordu. Mustafa Kemal bu merkezin üyelerinden biri idi. Bu heyete dâhil olan ve olmayan bir takım kimseler mektup muhteviyatından haberdar edilmişlerdir. Selanik’te “Merkezi Umumi” içtimaları gece olurdu. Mustafa Kemal’in Selanik’ten behemehâl uzaklaştırılmasını isteyenler gündüz toplanmışlar ve kendi aralarında şu kararı vermişlerdir:
“Mustafa Kemal Trablusgarp’a Gidecek!..”
Gece Umumi Merkez, âdet olduğu üzere, toplanıyor, Mustafa Kemal tabii oradadır. İçtimai salonuna girince, kararların yazıldığı kara tahta üstünde ve birinci numarada şunu okuyor:
“Mustafa Kemal Trablusgarp’a gidecektir.”
Mustafa Kemal, kara tahta üstünde okuduğu karar üzerine şöyle düşünüyordu: Genel Merkez bu kararı verebilmek için kendisi de beraber bulunmalı idi, eğer üstünlük onlardan geliyorsa… Hâlbuki Mustafa Kemal çok daha evvel İstanbul’da bulunan ve sonraları nazırlık ve sadrazamlık mevkilerini işgal etmiş olan bir arkadaşından bu kararı tebliğ eden bir mektupla beraber bir de selahiyetname almıştı. Mustafa Kemal birçok düşünceden, muhakeme ve hesaptan sonra kararını verdi:
“Gidecekti!..
O gece Umumi Merkez toplantısına Hacı Adil Bey riyaset ediliyordu. Mustafa Kemal şimdi Hacı Adil Bey’le karşı karşıyadır. Mustafa Kemal, Hacı Adil Bey’e sordu:
-…”Beyefendi, bu işten ne anladınız?”
Hacı Adil Bey cevap verdi:
—“Bu, sizden çok şeyler beklenildiğinin işareti, beşaretidir.”
Mustafa Kemal buna inanmıyordu. Bir daha sordu:
-…”Bütün düşüncelerin bu samimi ve temiz manada olduğuna siz emin misiniz?”
—“Bunu bana sormayınız, siz daha iyi takdir edersiniz.”
Mustafa Kemal ayağa kalktı ve
-…”Öyle ise gideceğim” diyerek Hacı Adil Bey’in elini sıktı. Hacı Adil Bey biraz daha oturmasını Mustafa Kemal’den rica etti ve aynı zamanda şu sözleri söyledi:
—“Tabii oraya gitmek için paranız yoktur.”
O ana kadar bunu hiç düşünmemiş olan Mustafa Kemal, tekrar sandalyesine oturarak şu cevabı verdi:
-…”Evet, bu bahis olunan memlekete gitmek için kendi kendime karar verseydim, elbette bunun çarelerini evvelden düşünürdüm. Bana emri vaki yapıldı. Tabii param yoktur.”
Hacı Adil Bey:
—“Merak buyurmayınız,” dedi; “Sizin için arzu ettiğiniz kadar para emrinize hazırdır. Ne kadar istiyorsunuz?”
Mustafa Kemal bu cevaptan hem mütehassis, hem de müteessir olmuştu. Görüyordu ki, o, ne isterse vereceklerdi; elverir ki Selanik’ten çıkıp gitsin…
Mustafa Kemal, şu cevabı verdi:
-…”Ben hayatımda öyle bir seyahat yapmadım. Bir defa yolculuk masrafı var, ondan sonra gideceğim yerlerde bana yükletilen vazifeyi yapmak için, bilmem ki para sarf etmek gerekecek mi? Bunları birleştirerek siz düşününüz; ben bu işte bitaraf kalmak isterim.”
Hacı Adil Bey:
—“Bu kadar ince hesabı kimse düşünmüş değildir. Size bin altın kâfi gelir mi?”
Mustafa Kemal, şu cevabı verdi:
-…”Bilmem; fakat bunu çok görürüm.”
Hacı Adil Bey:
—“O halde size, bin altın verelim, sarf edemediğinizi iade edersiniz.”
“Mustafa Kemal Trablusgarp Şehrinde:
Mustafa Kemal’in bindiği vapur Trablusgarp şehri önünde demirledi. Rıhtım yoktur. Sahil bomboş bir kumsaldan ibarettir. Yerli bir kayıkçı O’nu kumsala götürüp bıraktı. Mustafa Kemal, elinde çantasıyla bir takım barakalara uğruyor, otel arıyordu. Bunlar yaşlı İtalyan kadınlarının açıp adlarına otel dedikleri yerlerdi. Arkasında, bir Türk zabiti üniforması taşıyan Mustafa Kemal bunların hiç birinde kendine sığınak bulamıyor. Dolaşmaktan çok yorgundur. Kumsala geliyor. Bavulunu yere bırakıyor ve bunu yastık yaparak kumluğa uzanıyor. Tam bu sırada idi ki Trablusgarp sevkiyat memuru olduğunu sonradan anladığı genç bir teğmen (mülazım), Mustafa Kemal’e yaklaşıyor:
—“Efendim,” diyor; …”Bu memleket böyledir. Burada otel yoktur, barınacak yer bulmak güçtür. Ben iki odalı bir evde tek başıma oturuyorum, sizi oraya davet ediyorum. Lütfen kabul buyurur musunuz?”
Mustafa Kemal bundan çok mütehassis oldu ve daveti kabul etti. Biraz sonra genç Türk mülazımının evinde, toprak tabanlı bir odada seyahatinin yorgunluğunu çıkartmaktadır. Ertesi gün Mustafa Kemal, genç mülazımı yanına çağırdı ve …”Bana Recep Paşa’nın yaveri Kafkasyalı Hasan Bey’i çağırınız.” dedi. Mülazım bundan bir şey anlamamıştı. Mustafa Kemal emri tekrarladı:
-…”Bana Sakallı Hasan Bey’i çağırınız!”
Sakallı Hasan Bey, Mustafa Kemal’in karşısındadır. Mustafa Kemal konuşuyor:
-…”Sen Kafkasyalı Hasan Bey değil misin? Ben senin Şam’da bir süvari bölüğü kumandanlığı yapmış olan Kafkasyalı Hüseyin Bey’in kardeşi olduğunu biliyorum. Öyle değil mi?”
Mustafa Kemal, Sakallı Hasan Bey’in müspet cevabı üzerine devam etti:
-…”Ben, Şam’da menfi iken kardeşinizi tanıdım ve kendisiyle arkadaş oldum. Sizden ricam ise bugünün Trablusgarp havalisinde Liva kumandanı olan İbrahim Paşa ile beni görüştürmenizdir.”
Sakallı Hasan Bey, …”Peki, Efendim.” dedi.
“Mustafa Kemal Trablusgarp Şehrinde İbrahim Paşa’nın Evinde:
Mustafa Kemal ile İbrahim Paşa görüşüyorlar,
-…“Paşa hazretleri, burada bir takım Arap aşiretleri isyan etmişler, her Türküm diyeni Jön-Türk olarak kollarını bağlamak suretiyle vapura bindirmişler ve memleketten kovmuşlar. Bu hadise burada kumandan ve vali bulunan rahmetli Recep Paşa’dan sonra olmuş. Biz bunun sebebini rahmetli Recep Paşa’nın buradan giderken kendi yerine Erkânı Harbiye Reisini vekil bırakmasında buluyoruz. Rahmetli zatı devletinizi tevkil etmiş olsaydı bu gibi hadiseler vukua gelmezdi; ancak ne de olsa Sizin bu hadiselere karşı bitaraf kalmanız doğru telâkki edilmiyor.”
İbrahim Paşa şu cevabı verdi:
—“Ben askerim, liva kumandanıyım; politikaya karışmam.”
Mustafa Kemal derhal cevap verdi:
-…”Tebrik ederim paşa hazretleri, Büyük kumandanlık şiarı da budur. Benim ve bütün asker arkadaşların emniyet etmek için aradığımız kumandan böyle olmalıdır. Bu kumandan bir gün siz olabilirsiniz. Ancak şu dakika kumanda etmekte bulunduğunuz mıntıkada bir isyan çıkmıştır. Bunu durdurmak zatı alinizin inisiyatif almanız lazım geldikçe, henüz bu hususta bir emir ve talimat vürut etmediğini ileri sürmeniz, sizin gibi yüksek ve daha çok yükselmek istidadını haiz bir kumandana, bilmem ki ne kadar yaraşır? Paşam, devlet merkezi ve merkez muhitleri inkılâp işleriyle çok meşguldür. Beklediğiniz direktif belki gecikebilir. Eğer sözüme emniyet ederseniz, işte ben, o gecikmiş ve daha gecikecek olan direktiflerin canlısıyım.”
Muhatabının çok kahve içmek mutadı olduğunu anlayan İbrahim Paşa zile basarak gelen hizmetçiye: …”Beyefendiye bir kahve daha getiriniz.” dedikten sonra, ilave etti: …”Hasan Bey’i de buraya çağırınız.”
Şimdi Mustafa Kemal kahvesini içiyor. İbrahim Paşa’da Hasan Bey ile konuşuyordu. Bir müddet sonra Mustafa Kemal ayağa kalktı ve kumandanı hürmetle selamlayarak sokağa çıktı. Kendisini kumsalda bulup evine götürmüş olan gen mülazımı arıyordu. Bir aralık arkasından bir ayak sesi işitti. Dönüp baktı. Bu gelen Sakallı Hasan Bey idi. Hasan Bey, Mustafa Kemal’e yetişerek sordu:
—“Böyle acele acele nereye gidiyorsunuz?”
-…”Bir mülazım arkadaşımın bana lütfen verdiği yer odasına…”
—“Kumandan Paşa, size rahmetli Recep Paşa’nın köşkünü ve bahçesini tahsis buyurdular, oraya gideceksiniz.”
-…”Ben böyle bir köşkte oturamam; vasıtalarım yok.”
—“Her şey düşünülüp hazırlanmıştır. Lütfen oraya teşrif buyurunuz.”
-…”Peki, fakat bir şartla: Beni evindeki yer odasına almış olan genç mülazım da beraber gelip o köşkte oturursa…”
Mustafa Kemal’in dediği kabul olunmuştu.
“Mustafa Kemal Trablusgarp Şehrinde Recep Paşa’nın Köşkünde:
Mustafa Kemal Trablusgarp şehrine ayak bastığının ertesi günü manzara şudur:
Kendisi, Recep Paşa’nın yaptırmış olduğu ideal, nefis bir köşkte misafirdir ve Trablusgarp kumluklarından alıp kendi evinin yer odasına götürmüş olan mülazım arkadaşı da Onunla birlikte ve aynı köşktedir. Liva kumandanı İbrahim Paşa, kendi küçük kardeşi mülazım Murat’ı Mustafa Kemal’in yaverliğine tayin etmiştir.
Mustafa Kemal bu köşkü beraber bulunduğu genç ve Türk teğmeninin kendisine gösterdiği merbutiyeti ve yaveri teğmen Murat’ın refakat arkadaşlığı hatıralarını, bu çok halûk, çok kıymetli ve vatanperver insanları daima yâd etmiştir.
Trablusgarp’ta Hasûne adlı Paşa adlı bir belediye reisi vardır. Bir gün Recep Paşa köşkünde İbrahim Paşa’da hazır olduğu halde, Mustafa Kemal ve arkadaşları konuşuyorlardı. Şu nokta tespit olunmuştu: Hasûne Paşa belediye reisidir. Fakat bütün memlekete ve orduya hâkim gibidir öyle gösteriliyor. Mustafa Kemal bir müddet düşündükten sonra, İbrahim Paşa’nın müsaadesini alarak, genç arkadaşlarına şu emri verdi:
-…”Getiriniz bana bu Hasûne Paşa’yı…”
Genç zabitler ayaklandılar ve çok geçmeden Hasûne Paşa’yı büyük bir nezaketle ve fakat getirilmiş olduğu anlaşılan bir vaziyette Mustafa Kemal’in karşısına çıkardılar. Mustafa Kemal, kendisine teslim olunan asi belediye reisi Hasûne Paşa ile bir müddet konuştuktan sonra, ondan bazı merasim dairesinde namus sözü alarak kendisini serbest bıraktı.
Ertesi gün Mustafa Kemal’in yaveri Murat, büyük kardeşi İbrahim Paşa’nın kendisiyle görüşmek istediğini söyledi. Birleştiler… Bu mülakatta Trablusgarp polis müdürü Cemal Bey de hazır bulunuyordu. Mustafa Kemal’e şu malumatı getirmişlerdi: “Bütün Trablusgarp şehri ve havalisi, kabile ve aşiretleri şehri basacaklar ve Mustafa Kemal’i tutup ya öldürecekler yahut en hafifi O’nu ir ecnebi vapuruna bindirip memleketten kovacaklar.”
Kumandan Paşa, Mustafa Kemal’e:
—“Çocuğum,” dedi; Ben sana elimdeki bütün kuvveti vereceğimi vadetmiştim; bundan dönmüyorum, kuvvet emrindedir. Ne yapmak lazım gelirse yap!”
Mustafa Kemal şu cevabı verdi:
-…”Paşa hazretleri, teşekkür ederim, ancak benim bu kuvvete ihtiyacım yoktur. Ve bugünkü çalışma zemini kuvvet kullanmak zemini değildir. Yeter ki, beni tenvir buyurunuz; ben yapacağımı bilirim.”
Bu esnada Mustafa Kemal yukarıdaki baskın haberini vermiş olan polis müdürü Cemal Bey’den meseleyi bir kere daha sordu ve şu cevabı aldı:
—“Edindiğim malumat şudur: Kumandan Paşaya hiçbir zarar gelmeyecek, yalnız Mustafa Kemal ya öldürülecek yahut bir vapura konup nümayişle kovulacak. Kumandan Paşa, şahsından emin olabilirmiş…”
Polis müdürünün izahatını dinledikten sonra Mustafa Kemal, O’na dönerek şu sözleri söyledi:
-…”Ben korkarım ki, en büyük felaket Kumandan Paşaya veyahut bana değil, bizzat senin başına gelecektir. Sen kendini muhafaza et…”
Polis müdürü cevap verdi:
—“Bana bir şey olmaz; ben ondan eminim.”
Mustafa Kemal derhal şu sözleri söyledi:
-…”O halde Sen onların adamısın!” Dedi ve İbrahim Paşa’ya hitaben: …”Paşam bu adam onlardandır, fakat bırakınız öyle olsun.”
Asi aşiretler bütün Trablusgarp şehrini işgal etmişlerdi. İşgal merkezi bir camidir: bu caminin bir de medresesi vardır. Mustafa Kemal bu asi memleketten çıkaracaklarını yakinen biliyordu. Böyle olmakla beraber yanına yaveri Murat’ı aldı; Murat iyi Arapça bilirdi ve Mustafa Kemal bu tek arkadaşla bütün o isyan kalabalığını yararak camiye girdi. Mustafa Kemal’in ilk sözü şu olmuştu:
-…”Sizi idare edenler nerede ise, beni hemen oraya götürünüz!”
Bu sözü işitenler; Mustafa Kemal’in emrine itaat etmeyi tabii bulmuşlardı. Çünkü böyle tek başına gelen adamı kendilerinden sanmışlardı. Rehberlik ederek Mustafa Kemal’i medresenin en sonundaki bir odanın kapısı önüne getirdiler. Mustafa Kemal bir hamlede içeri girdi. Yaver Murat arkasından O’nu takip etti. Odaya girince kapıyı kapadı ve odada bulunanların yüzüne haykırır gibi bir sesle:
-…”Ne yapıyorsunuz?” dedi.
Mustafa Kemal’in bu odada toplanmış olduğunu gördüğünü insanlar, Osmanlı Devleti hizmetinde nahiye müdürlüğü, kaymakamlık veya mutasarrıflık etmiş bir takım menfaatperest kimselerdi. Mustafa Kemal bunların yüzüne bir daha haykırdı:
-…”Siz kimsiniz? Ne yapmak istiyorsunuz?”
Onlar, Mustafa Kemal’in bir ordu ile gelip kendilerini muhasara ettiğini zannettiler. Korku ve telaş içinde bir takım saçma sapan sözler söylüyorlar, her biri kendisinin mesela nahiye müdürü, kaymakam, mutasarrıf olduğunu ve yeni inkılapla menfaatlerinin sıfıra indiğini ileri sürerek: …”İstediğimiz şey, menfaatımızın sıfır olmamasıdır!..” diyorlardı.
Mustafa Kemal isyanın mahiyetimi ve müşevviklerini anlamakta gecikmedi. Bütün bu zavallı halk, kendi şahsi menfaatlerini takip eden beş-on kişinin peşine takılmış gidiyordu. Bu isyana şef olanların en büyüğü Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp’ta mutasarrıf olarak kullandığı adamlardı. Mustafa Kemal, bu adamlara dönerek: …”Ben sizin menfaatlerinizi azami tatmin ederim. Amma bir şartla; bu toplanan halk ile bizzat ben konuşmalıyım…” dedi. Muvafakat ettiler ve Mustafa Kemal’in talebi üzerine Türkçe ve Arapçayı en iyi bilen bir Osmanlı memurunu O’na tercüman olarak verdiler.
Cami avlusunda bir havuz vardı. Mustafa Kemal bu havuzun başına gelerek, tercümanı vasıtasıyla, ahaliye şunları söyledi:
-…“Ey ahali… Ey din kardeşleri… Oturduğunuz memleket mahfuz ve siz emin olmak için hepimizin büyüğü olan bir kuvvet ve kudretin bulunması ve toplu olması lazımdır. Eğer siz, onlar hep ayrı ayrı ve her birimiz kendi başına bütün dünyaya karşı kayabilecek kuvveti haiz olduğumuzu iddia edersek, bu doğru olamaz. Kuvvetlerimizi birleştirelim, emeklerimizi birleştirelim, eskiden beri aramızda müşterek olan ahlak ve tabiata dayanalım, adam olalım.”
Asilerle ilk mülakat böyle geçmişti.
“Mustafa Kemal Trablusgarp Şehrinde Bir Şeyh’in Zaviyesinde:
Bu mülakat bir Şeyh’in zaviyesinde olmuştu. Şeyh’in çok zeki bir adam olduğu yüzünden belli idi. Şeyh Efendi Mustafa Kemal’e sordu:
—“Sen kimsin? Salahiyetin nedir?”
Bu konuşma nefis ipek kumaşlarla döşeli sedirler üstünde oturmakta olan Mustafa Kemal ile Şeyh Efendi arasında oluyordu. Mustafa Kemal bu sual karşısında kendisini pek aciz ve naçiz görüyordu. Çünkü O, hem kendiliğinden hareket eden, hem de güya geniş salahiyeti olan vesika idi.
Şeyh Efendi bu vesikayı görünce bir kahkaha kopardı:
—“Sen de onlardan mısın? Diyerek, bu sefer o vesikanın aynı diğer üç vesikayı kendi cebinden çıkartarak Mustafa Kemal’e gösterdi. Mustafa Kemal Baktı. Şeyhin gösterdiği bu üç vesika kendi vesikasının aynısıydı ve hepsinin altında aynı mühür ve aynı imza vardı.
Mustafa Kemal buna rağmen:
-…”Ben, size bir vesika gösterdim. Herkes böyle bir vesika ibraz edebilir. Fakat esas olan benim vesikamdır.”
Şeyh efendi bir kahkaha daha kopardı:
—“Bu nasıl olur efendim? Bunlar aynı klişelerdir.”
Kendisine kıymetsiz bir vesika verilerek aldatılmış olduğunu anlayan (!) Mustafa Kemal, vesikasını Şeyh Efendi’ye uzatarak: -…”Buyurunuz,” dedi ve …”Vesikamı yırtabilirsiniz. Ben vesikaya ihtiyacı olmayan buraya seninle konuşmak için vesikasız gelen bir adamım.”
Şeyh Efendi durakladı ve:
—“Öyle ise şimdi seninle konuşabilirim” dedi.
Şeyh Efendi’nin verdiği izahattan anlaşıldığına göre, aynı vesika ile daha evvel üç adam gönderilmiş, Şeyh Efendi bunların hepsini yakalayıp bir deliğe tıkmış, şimdi üçü de mahpusturlar. Mustafa Kemal bu üç adamın tahliyesini ısrarla istedi. Şeyh Efendi eldeki vesikanın kendisini tanıtmaya kâfi olmadığını, gerçi nasıl bir adam olduğunu anlamış ise de gösterdiği vesika mahpusların serbest bırakılmaları için kâfi gelmediğini söyledi. Fakat Mustafa Kemal ısrar ediyor, mevkufların behemehâl teslimini istiyordu. Nihayet mühürlü ve imzalı vesikayı tanımayan Şeyh Efendi, Mustafa Kemal’i tanımaya mecbur oldu ve mevkufları takılmış bulundukları karanlık köşelerden çıkartıp Mustafa Kemal’e teslim etti.
Mustafa Kemal Bingazi’de:
Trablusgarp isyanını söndürmek için oraya gitmiş olan Mustafa Kemal, vazifesini bitirip tekrar Makedonya’ya döneceği sırada, Bingazi’de bulunan bir doktordan şu mealde mahrem bir mektup almıştı: “Buraya uğramadan gitme…”
Bu Doktor Büyük Millet Meclisi’nde mebus olmuş olan Doktor Bay Mustafa Şevket’tir.
Mustafa Kemal bu daveti kabul etti ve Trablusgarp dönüşü Bingazi’ye uğradı. Bindiği vapur Bingazi’ye uğradı. Bindiği vapur Bingazi koyuna girdiği zaman birçok kayık vapura yanaştılar. Bunlar Mustafa Kemal’i karşılamaya gelen insanları taşıyordu. Mustafa Kemal bu tezahürat arasında karaya çıktı.
İstikbale gelenlerin başında Doktor Mustafa Şevket vardı. O, Mustafa Kemal’i sahile yakın küçük bir otele götürdü. Bu otelde O’nun için küçük bir yatak odası ve bir küçük salon hazırlatmıştı. Salonda konuşuluyordu. Bir aralık Bingazi Polis komiseri Hüseyin Bey ki, – Büyük Millet Meclisi’nde Elazığ mebusu olan rahmetli Hüseyin Bey’dir – telaşla salona girdi ve heyecanlı bir sesle:
—“Şeyh Mansur hazretleri teşrif ediyorlar” dedi.
Komiser efendi bu sözü söyledikten sonra kapının yanında divan durur gibi bir vaziyet aldı. Beş dakika sonra salondan içeri kelli felli bir Şeyh Efendi içeri girdi. Mustafa Kemal bu Şeyh Mansur’un kim olduğunu evvelden işitmişti. O, Bingazi şehrinin ve hinterlandın kralı gibi idi.
Aslında Osmanlı İmparatorluğu’nun Bingazi’de mutasarrıfı, bir hükümet teşkilatı, polisi ve jandarması hatta bir piyade alayı vardı; fakat hüküm ve nüfuz yine bu Şeyh Mansur’un elinde idi. Polis komiserinin telaşı Mustafa Kemal’in bildiklerini takviye ediyordu. Artık Mustafa Kemal kiminle karşılaşmış olduğunu biliyordu. Şeyh Efendi salona girip birkaç adım ilerledi, fakat Mustafa Kemal yerinden kımıldamamıştı. Hatta oturmak için ona yer bile göstermedi ve derhal şu sözleri söyledi:
-…”Şeyh Mansur… Sen hiç sıkılmaz mısın? Buradaki devlet teşkilatını kendi hüküm ve iradene ram edebileceğini zannederek takım cüretkârlıklarda bulunuyorsun, bu küstahlığın derecesini takdir etmiyor musun? Ben sana haddini bildireceğim, haydi çık dışarı…”
Bingazi’de devlet otoritesine boyun eğdirmiş olan Şeyh Mansur, Mustafa Kemal’in bu sözleri karşısında boynunu bükerek çıktı gitti. Mustafa Kemal’in, bu hiç umulmayan muamelesi oradaki polis ve jandarmaları şaşırtmıştı. Bunun farkına varan Mustafa Kemal onlardan bu telaşın sebebini sordu. Polis ve jandarma şeflerinin cevaplarından anlaşılan mana şu idi; Şeyh Mansur, bütün bu mıntıkaya hâkimdi. Mutasarrıf Bey, O’nun emriyle hareket eder. Onlara göre, mutasarrıfın emirleri Şeyh Mansur’un emirleri demekti. İşte bu biçare adamlar Mustafa Kemal’e bu hakikatleri söylerken O’nu Şeyh Mansur’un şerrinden korumak istiyorlardı.
Mustafa Kemal bunları dinledikten ve Şeyh Mansur’un o mıntıkadaki nüfuz ve kudretinin derecesini anladıktan sonra Mutasarrıf Beyi oteline davet etti. O tarihte Bingazi Mutasarrıfı Galip Bey isminde ir zattı. Çok geçmeden mutasarrıf geldi. Galip Bey ilk bakışta genç, kibar, zeki bir adam görünüyordu. Mustafa Kemal’in Mutasarrıfa ilk suali şu olmuştu:
-…”Ben buraya bir davet üzerine geldim. Bu davetten, muhakkak sizin haberiniz olsa gerektir. Nezaket icabı, beni karşılamanız lazım gelmez mi idi?”
Mutasarrıfın cevabı:
—“Sizi Bingazi’ye ben davet etmedim. Gerçi bu davetten haberim vardı, ancak davet sahipleri benim hasımlarımdır.”
Bu sözleri işiten Doktor Mehmet Şevket tehevvürle ayağa kalktı ve müteheyyiç bir sesle:
—“Efendim, bu zat hitabınıza layık değildir. O, Şeyh Mansur’un uşağıdır. Ona ne diye davetten haber verecektim?”
Şiddetli bir münakaşa ile başlayan bu ilk mülakatı Mustafa Kemal yatıştırdı çünkü O’nun takip ettiği büyük gaye Bingazi’de hürriyeti tesis etmekti. Mustafa Kemal bu gaye için çalışmaya koyuldu ve birkaç gün Bingazi muhitini tetkik etmekle vakit geçirdi.
Bingazi’de Kurban Bayramı:
Kurban Bayramı gelmişti. Bingazi’de piyade alayı kumandanı Miralay Arif Bey idi. Bayramdan bir gün evvel Mustafa Kemal, asker arkadaşlarla bayramlaşmak için, bayram günü bütün kuvvetleri kışlada toplanmasını bu kumandan ondan rica etti. Mustafa Kemal, hatırasını takdir ile andığı bu gayet anlayışlı ve kahraman Türk kumandanından derhal muvafakat cevabı aldı. Bu muhaverede hazır bulanan Mustafa Şevket Paşa şu teklifte bulundu:
—“O gün Mutasarrıf Bey’i de yanımızda götürelim…”
Bayram sabahı Mustafa Kemal, Doktor Mustafa Şevket ve mutasarrıf Bingazi dışındaki askeri kışlada bulunuyorlardı. Kurbanlar kesiliyor, karşılıklı bayram tebrikleri yapılıyordu. Mustafa Kemal Alay kumandanına şu ricada bulundu:
-…”Kumandan Bey, bu mutlu günde bütün kuvvetinizi görmek ve onları selamlamak benim için çok büyük şereftir. Bunu rica edebilir miyim?”
Kumandan muvafakat etti ve yürüdüler.
Bingazi’de Arazi Üzerinde:
Şimdi Bingazi alayı, “Saffı harp Nizamında” duruyor. Alayın merkezine tesadüf eden noktada Mustafa Kemal, Alayın kumanda ve zabitan heyeti, nihayet mutasarrıfla Doktor Mustafa Şevket bulunuyorlar.
Mustafa Kemal kumandana şu teklifte bulundu:
-…”Askerlerinizi baştan nihayete kadar görebilir miyim?”
Kumandan tereddütsüz “evet” dedi. Daha bu ”evet” sözü havada dalgalanırken, arkasından bir ayaklanma alameti koptu; bunu yapanlar alayın subayları idi. Bunlar, …”Buna ne lüzum var?” diyorlardı. Derhal ilave etmeliyiz ki, bu isyanı koparan zabitler alaylı kimselerdi. Hiç mektep yüzü görmemiş, Harbiye Okulu’ndan çıkmamış insanlardı.
Alay kumandanı büyük bir enerji göstermek azmiyle bu asilere haykırdı:
-…”Ne lüzum var ne demek? Ben emrediyorum!..”
Subaylar ayak dirediler. İtaat etmek istemiyorlardı; …”Bu olamaz, diyorlardı, bu Bey bir erkânıharp (kurmay) zabitidir. Muhakkak bizi imtihan etmek istiyor. Biz imtihana gelmeliyiz. Biz ezelden imtihan geçirmiş insanlarız.”
Mustafa Kemal işin iç yüzünü anlamıştı. Asi heyeti teskine lüzum görerek:
-…”Arkadaşlar,” dedi ve …”Ben buraya sizi imtihan etmeğe gelmedim. Siz lütfedip toplandınız ve bana askerlerinizin mükemmeliyetini göstermek nezaketinde bulundunuz. Ben bunu görürsem sizin için faydalı olur. Rica ederim, herkes Kıtasının başına gitsin… Ben sadece önünüzden geçip askeri Kıta’ları selamlayacağım. Başka maksadım yoktur.”
Mustafa Kemal’in dediği oldu ve bu suretle kendisi oradaki askeri kıt’aları teftiş etmiş bulundu. Bu iş bittikten sonra, bütün o itiraz eden kumandan ve zabitleri yanına toplayarak:
-…”Arkadaşlar,” dedi…”Sizi tebrik ederim. Dünyanın bir ucunda, Osmanlı İmparatorluğu’nun unutulmuş köşesinde, ne büyük meşakkatle askerlik tatbik edegelmektesiniz… Ben İstanbul’a ve Makedonya’ya avdetimde sizi misal olarak zikredeceğim.”
Mustafa Kemal’i dinleyenler memnun ve mutmain olmuşlardı. Mustafa Kemal onlara şu teklifte bulundu:
-…”Size hoşlanacağınız kısa bir tatbikat yaptıracağım, isterseniz…”
Mustafa Kemal’e kumandanıyla, zabitleri ve neferleriyle artık emniyet getirmiş olan heyet getirmiş olan o heyet bu teklifi sevinçle karşıladı.
Bingazi Cenubunda Bir Alay Tatbikatı:
Mesele şu idi: Yüzü Bingazi’ye dönük bir piyade alayı, solundan gelen bir düşmana karşı yürüyecekti. Tatbikat yapıldı. Hayali düşmana karşı alay muvaffak olduğu sırada, arkasından, hiç tahmin etmediği bir düşmanın kendine doğru yürümekte olduğunu haber aldı; bunun üzerine garpten gelen düşmanı kovduktan sonra, kendi sağında beliren yeni düşman üzerine kuvvetler tevcih edildi. Bu yeni düşman, Şeyh Mansur idi. Hakikatte bu manevradan başka bir şey değildi; askerliğin politik meseleleri halletmesine matuf bir tatbikat idi. Şimdi cephe ters olmuştu: hedef Şeyh Mansur’un evi idi…
Mustafa Kemal öyle tertibat almıştı ki, kuvvetler çok geçmeden Şeyh Mansur’un evini sarmış bulunuyorlardı, bu sırada Şeyh’in evinden beyaz bayraklı bir adam çıktı ve koşarak Mustafa Kemal’in yanına geldi: “Teslim…
Mustafa Kemal:
-…”Peki, kabul ediyorum,” dedi ve …”bu akşam benimle konuşmaya gelsin. Şimdi muhasarayı kaldırıyorum.”
Bingazi’de Mustafa Kemal’in Karşısında Şeyh Mansur:
Şimdi Mustafa Kemal’in karşısında Şeyh Mansur ve daha birçok insanlar vardı. İki kişi konuşuyor: Mustafa Kemal ve Şey Mansur…
Mustafa Kemal, Şeyh Mansur ve diğer hazır bulunanlara inkılabın manasını anlatıyor, inkılabın bir emrivaki olduğunu söylüyor. Mustafa Kemal’e teslim olmuş olan Şeyh Mansur’un bir nokta üzerinde endişesi ve ısrarı vardı. O, elinde tuttuğu Kur’an-ı Kerimi Mustafa Kemal’e göstererek şunu söyledi:
—“Siz, Halife-i Zişan Efendimiz Hazretlerine fenalık yapmayacağınıza dair bu kitap üzerine yemin eder misiniz?” Mustafa Kemal şu mukabelede bulundu:
-…”Ver o kitabı…” Ve Kur’an-ı alıp öperek şu sözleri söyledi, …”Ben bu kitabı tebcil ve takdis ederim. Ve bunun namına namusum üzerine yemin ederim ki, Halife denilen adama bu kitabın haricinde hiçbir fenalık yapmayacağım.”
Biri söylediği sözlerin manasını anlayan, diğeri işittiği sözlerin mahiyetini kavramayan iki adam, Mustafa Kemal, Şeyh Mansur bu gösteri üzerinde mutabık kaldılar. Çünkü onların biri Mustafa Kemal ne yapacağını tasarlamıştı ve İmparatorluğun bir köşesi olan Bingazi’de hürriyeti kurmak hususundaki kararı kat’i idi. Ötekisi, Şeyh Mansur, kendisini kurtarmaya çalışan bir hürriyet düşmanı idi. Bu iki düşünce sevki ile ve orada hazır bulunanların inzimamıyla bir antant yapıldı.
Devlet Otoritesi Hâkim Olmuştur:
Mustafa Kemal muvaffak olmuştur: Şimdi Bingazi’de mutasarrıf bey, yani hükümet hâkimdir; Alay kumandanı, yani ordu hâkimdir; Jandarma ve polis şefleri, yani devletin inzibat vasıtaları hâkimdir; Hüküm ve nüfusu kırılan bir adam vardır: Şeyh Mansur… Ve orada artık hâkim olmayan diğer bir adam daha vardır: Mustafa Kemal… Çünkü O, Bingazi’yi terk etmiştir. Fakat Bingazi’de hâkim olanlar hiç şüphe yok ki, Mustafa Kemal’in kendilerine verdiği cür’et ve cesaretle hükümet otoritesini ellerine alabilmişlerdir. (Ayrıca Bakınız: Dr. Afet İnan, “Atatürk’ü Dinledim”, Türk Tarih Kurumu, Belleten, Cilt: VIII, Temmuz 1944, Sayı: 31, Sayfa: 387…401)
Bu görev Mustafa Kemal’in siyasî yeteneğini gösteren ilk başarılı deneme olmuş, ülkeyi tanımasını sağlamıştır. Bu deneyim 1911 – 1912 Trablusgarp ve Bingazi’de görev almasında ve başarılı hizmetlerinde etkili olmuştur. Trablusgarp’tan dönüşünde 13 Ocak 1909’da 3. Ordu Selânik II Redif Tümeni Kurmay Başkanlığına atanmıştır. Bu görevde iken Alman Generali Litzman’ın “Takımın Muharebe Talimi” adıyla tercüme ettiği eserini 10 Şubat 1909 (1324’te) Selânik’te yayınlamıştır.
Bu arada İstanbul’da meydana gelen bir olay Meşrutiyet’in olumlu havasını bozar Meşrutiyetin ilânını takip eden günlerde oluşan sınırsız hürriyet havasında her türlü fikir akımı pervasızca ortaya dökülmüştür. Süratle örgütlenen bu muhalif güçlerden “İttihad-ı Muhammedi” partisinin kışkırtıcı irticai girişimleri gayrı memnunların tahriki ve ittihatçıların baskısı sonucunda, tarihe 31 Mart ayaklanması diye adlandırılan olay meydana gelir. Taşkışla’daki bir avcı taburu diğer taburlardan da bazı erlerin katılmasıyla “şeriat isteriz” sloganı ile subaylarını hapsetmiş, Sultanahmet meydanında ve Mebuslar Meclisi önünde toplanarak taşkınlık yapmışlar ve başkentte duruma hâkim olmuşlardı.
Olay Selanik’te duyulunca, Mustafa Kemal hemen askeri kuvvetler gönderilmesini önerir. Hatta gönderilecek kuvvetin başına kendi kumandanı Hüseyin Hüsnü Paşa’nın geçirilmesini ileri sürer. Kendisi de, hazırlanan birliğin Kurmay Başkanı olur. Bu birliğe Edirne’deki 2. Ordudan da bir tümen katılır. Birliğe Mustafa Kemal’in teklifi ile Hareket Ordusu adı verilir. Ordu İstanbul önlerine gelinceye kadar Mustafa Kemal etkin rol oynar. Öyle ki İstanbul halkına yayınlanan ilk genelge de onun kaleminden çıkar. Ancak İstanbul’a yaklaşıldığında, ciddi bir direnme olmayacağı anlaşılınca, Mahmut Şevket Paşa Selânik’ten gelerek ordunun başına geçer. Kurmay Başkanlığına Berlin Ateşemiliterliği’nden dönen Binbaşı Enver Bey, yardımcılığına Binbaşı Hafız Hakkı getirilir. Hareket Ordusu önemli olmayan bir iki direnme dışında duruma kolaylıkla hâkim olur. II. Abdülhamit tahttan indirilir ve yerine V. Mehmet Padişah yapılır. Başarının şerefi ve nimetleri, Hareket Ordusuna İstanbul surları önünde katılanlara gider. Her şeyi düşünen ve plânlayanın adı Çanakkale Savaşı’na kadar duyulmayacaktır.
Dikkat! Üye/Üyeler ve ziyaretçiler suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, toplumca genel kabul görmüş kurallara aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde hiçbir İçeriği/yorumu Site’de paylaşmamalı. Bu tür içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk münhasıran, içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Sitemizden son dakika haberlerini iletmek için izninizi istiyoruz. Önemli gelişmelerden ilk sizin haberiniz olsun!