Türkiye’yi İstanbul’dan kurtarmak, artık hiçbir suretle mümkün değildi. Bizans, İstanbul’da can vermişti; Osmanlı Devleti de İstanbul’da ölecekti. Beri tarafta Anadolu, ciddi bir tepki göstermeden, mağrur ve sömürgeci Avrupalılar ve onların yardakçıları Ermeniler ve Rumlar tarafından yutulmaya hazır, duruyordu.
Üç beş aydının, şurada burada vücuda getirdikleri “Müdafaa-i Hüküm” teşekküllerini umursayan yoktu. Anadolu’nun güçsüz, mecalsiz görünüşü ve doğulu bir tevekkülle kaderini bekleyiş hali, bu kaderi tayin edecek olanlara rahatlık veriyordu.
Yalnız, huzursuzluk kaynağı olmak istidadındaki bazı bölgelere dikkat etmekten başka yapılacak iş yoktu. Önemli yerlerin küçük müfrezelerle işgali, diğer yerlerde birer ikişer irtibat subayı bulundurulması, her şeyin yolunda gitmesine yetiyordu.
Padişah ve Hükümet, Anadolu’ya arkasını çevirmişti.
Fakat, kuvvet almak için değil, unutmak için…!
Onların devleti de, Bizans gibi, İstanbul surları içinde sıkışmıştı. Bunu kurtarmaya çalışıyorlardı. Anadolu’yu, ancak asayiş olaylarıyla hatırlıyorlardı. Mondros Mütareke namesinin 7. ve 24. Maddelerini uygulamak için asayişin sağlanması son derece önemli bir hükümet görevi idi.
Hiç değilse bu görevi unutmuş görünmezlerdi.
Padişahın ve Hükümetin Anadolu’dan duydukları rahatsızlık bundan ileri geliyordu. Mustafa Kemal Paşa ise, İstanbul’da rahatsız ve huzursuz idi. Bu asayiş meselesinin hazırlanmakta olduğu sürpriz den haberleri yoktu…?
Mütareke Türkiye’sinin en huzursuz bölgelerinden biri Samsun bölgesidir.
İngilizler, Samsun’a küçük bir askeri birlik çıkardılar (9 Mart 1919) ve bir müfrezeyi Merzifon’a gönderdiler. Artık olayla, birbirinin sebebi ve sonucu olarak akıp gidecekti. Nitekim Samsun’a İngiliz askerinin gelmesi ile tepkisini çok çabuk gösterdi. 17/18 Mart 1919 gecesi oradaki Türk birliklerinden makinalı tüfek bölüğüne bağlı Hamdi adında bir teğmen askerlerini alarak dağa çıktı.
Teğmen Hamdi olayı, gerçekten son derece önemli idi. Bu olay, milliyetçi, memleketçi Türk subay kadrosunun hazır olduğu bir davranışı ifade ediyordu. İttihatçı bir hareketin başlamasından zaten kuşkulu bulunan İngilizler, bu küçük olaydan dolayı daha çok endişeye kapıldılar.
Nihayet İngilizlerin tahrikiyle Türk makamlarının dikkati de Samsun bölgesine çevrilmiş oluyordu. Bölgede ki asayişsizlik ve Türk halkın Rumlara karşı silahlandırıldığı hakkında İngiliz Yüksek Komiserliğinin ve Karadeniz Ordusu Başkomutanlığının bitip tükenmeyen ve son günlerde artan şikâyetlerini önlemek gerekiyordu.
Bunun için tek çıkar yol, olağan üstü yetkilerle, muktedir ve güvenilir bir kumandanı Samsun’a göndermekti.
Bu sıralarda Türk Genel Kurmayı, orduyu sefer halinden hazar haline sokmak için plan hazırlamakta ve bu maksatla Ordu Müfettişlikleri kurulmasını düşünmekte idi. Kaldırılan Ordu Kumandanlıklarının yerini dolduracak olan bu Müfettişlikler, normal olarak talim ve terbiye ile uğraşmaktan başka, ötede beride dağınık bulunan silah ve cephaneyi depolarda toplayacak ve bölgelerindeki asayiş ve inzibatı sağlayacaklardı. İngiliz Kumandanlığı Kurmayı ile bu hususta anlaşmaya varılmıştı. O halde Samsun’a gönderilecek kumandan bir Ordu Müfettişi olabilirdi.
O günün şartlarına göre bir generalin böyle önemli bir göreve tayininin Genel Kurmay, Harbiye Nezareti, Sadrazam ve Hükümet, Padişah ve nihayet işgal kuvvetleri kumandanlığı barajlarından geçmesi gerekmekte idi. Samsun olaylarının tahkiki ve asayişin sağlanması maksadıyla ve 9. Ordu Kıtaatı Müfettişi sıfatıyla Anadolu’ya gönderilmek üzere Mustafa Kemal Paşa’nın seçilmesi bu bakımdan özellikle üzerinde durulacak bir konudur.
Önce, bazı yanlışlıkların düzeltilmesi için işaret etmek gerek ki, Mustafa Kemal Paşa’ya verilen görev onu Anadolu’ya aktarmak için bilhassa icat edilmemiştir. Bütün olaylar bunu açıkça göstermektedir. Tayin keyfiyetinin böyle maksatlı bir yönü olamaz. Samsun olaylarına verilen önem, Anadolu’ya geçmek niyetinde olan Mustafa Kemal Paşa’ya nihayet bir fırsat yaratmıştır.
Daha önce de belirdiği gibi, İngiliz şikâyetlerini önlemek için aranan adam muktedir ve güvenilir bir kumandan olmalı idi. Mustafa Kemal Paşa, harp içinde başarı kazanmış şöhret yapmış genç kumandanların başında geliyordu. Görevin istediği birinci vasıf bakımından mükemmel bir aday idi. Genel Kurmay ve Harbiye Nezareti barajlarını kolayca geçebilirdi.
Enver Paşa’ya ve Almanlara aleyhtarlığı, bunlarla hiçbir zaman geçinememiş olması da istenilen güveni veriyordu. Gerek zamanın Hükümeti ve Padişah, gerekse İngilizler, ittihatçılık ve Alman düşmanlığından ortak bir görüş taşıdıklarından, Mustafa Kemal Paşa ikinci vasıf bakımından da kusurlu sayılamazdı.
Nitekim İngilizler Ali İhsan Paşa ve Yakup Şevki Paşa gibi bazı Ordu Kumandanlarını işbaşından uzaklaştırdıkları, hatta tevkif ettikleri halde Mustafa Kemal Paşa’ya güven duymasında Dâhiliye Nazırı Mehmet Ali Bey’in rolü olduğunu kabul etmek gerekir.
Hürriyet ve itilaf Fırkası ileri gelenlerinden olan Mehmet Ali Bey, Ali Fuat (CEBESOY) Paşa aracılığıyla Mustafa Kemal Paşa’yı tanımış ve akraba olduğu “CEBESOY” ailesinin de tesir ve telkini ile Paşa hakkında müspet kanaat edinmişti.
Sultan Vahdettin’in Mustafa Kemal Paşa hakkında kanaati, hiç şüphe yok ki, ona en az bu önemli görevin verilmesinde müsaade edecek kadar müspet idi. Veliahtlığından beri tanıdığı fahri yaverinin kabiliyetinden, kendisine olan bağlılığından şüphe edecek hiçbir sebep yoktu.
GÖRSEL: Enver Paşa Naciye Sultan ile birlikte.
İkisi de Enver’i sevmiyorlardı. Aynı kimseye karşı duyulan bu ortak his onları az çok birbirine yaklaştırmış olmalıydı.
Kaldı ki Vahdettin, Mustafa Kemal Paşa’nın ancak büyük işlerle tatmin olacak mizacını biliyor ve muhtemelen onun şahsında mevcut güçlüklerin yenilmesinde iki taraf için de kârlı neticeler sağlayacak bir müttefik görüyordu. Böyle bir yorumda bulunmamızın en önemli sebebi, Mustafa Kemal Paşa’nın tayinine ait İrade-i Saniye’nin ufak bir tereddüt gösterilmeden derhal çıkmasıdır. Harbiye Nezareti, Paşa’nın tayinini, Padişah’a arz edilmek üzere 30 Nisan’da yazmış ve aynı gün padişahın iradesi alınmıştır.
Mustafa Kemal Paşa’nın 9. Ordu Müfettişliğine tayini ile ilgili muamelelerin tamamlanmasında çok acele edildiği dikkati çekmektedir.
Şöyle ki:
*30 NİSAN 1919’DA HARBİYE NEZARETİ, MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN 9.ORDU KITAATI MÜFETTİŞLİĞİNE TAYİN OLDUĞUNU VE BUNA AİT PADİŞAH İRADESİNİN İSTİHSAL EDİLMESİNİ SADARETE YAZIYOR.
*30 NİSAN 1919’DA İRADE-İ SANİYE ÇIKIYOR.
*6 MAYIS 1919’DA HARBİYE NEZARETİ, MECLİSİ VÜKELACA GÖRÜŞÜLÜP KABUL EDİLEN MÜFETTİŞLİK TALİMATINI MUSTAFA KEMAL PAŞA’YA TEBLİĞ EDİYOR VE BU YAZININ SONUNDA HAREKETTE ACELE ETMESİNİ BİLDİRİYOR.
*7 MAYIS 1919’DA HARBİYE NEZARETİ, MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN TAYİNİ VE KENDİSİNE VERİLEN TALİMAT SURTİNİ KOLORDULARA TEBLİĞ EDİYOR.
*8 MAYIS 1919’DA HARBİYE NEZARETİ, AYNI HUSUSU NEZARETE BAĞLI BÜTÜN DAİRELERE TAMİM EDİYOR.
Hükümet kadar, Mustafa Kemal Paşa’da acele etmekte idi.
Harbiye nezaretine yazdığı “ACELEDİR” kayıtlı ve 13 Mayıs 1919 tarihli yazısının sonunda şöyle demektedir:
-…”BALA’DA ARZOLUNAN MEVAD NETAYİCE İKTİRAN ETTİRİLDİKTEN VE BİNAENALEYH MAİYETİMDEKİ ÜMERA VE ZABİTANIN HAZIRLIKLARINI YAPMAK VE AİLELERİNİN HAVAYİCİNİ TEMİN ETMEK GİBİ HUSUSATINMUKTAZİ OLDUĞU PARAYI BİLFİİL VERMEK İMKÂNI HÂSIL OLDUKTAN ÜÇ GÜN SONRA HAREKET OLUNACAĞI MUHAKKAKTIR.”
Hakikatten üç gün sonra, 16 Mayıs’ta Mustafa Kemal Paşa karargâhı ile birlikte İstanbul’dan hareket etmiştir. Bu hususla ilgili bütün formalitenin ve hazırlıkların tamamlanması sadece 15 gün sürmüştür.
EKSİKLİKLER BENİM FAZLALIKLAR DAHA ÖNCE EMEK VERENLERİNDİR. BİR BAŞKA YAZIMDA GÖRÜŞMEK ÜZERE ESEN KALINIZ.