6 Mart 1921. Unutulmaz bir gün.
Aşağıdaki görselde hayatlarında unutulmaz bir gün yaşamış olan, yürekleri heyecan dolu deveciler, cepheye yiyecek götürmek için yolculuğa hazırlanıyorlardı ki, Ankara’da Gölbaşı dolaylarında her daim dolaşan Mustafa Kemal Paşa devecilere rastlamıştı. Paşa, onlarla görüşmüş ve her birine ulaştırma ve ikmal işlerinde kendilerine düşen görevleri tek tek anlatmıştır.
1920’lerin başında Türklerin tarihindeki İkinci Ergenekon destanına önderlik eden, Ankara’daki Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin denetiminde bulunan topraklarda ulaşım ve taşıma teknolojisinin ekonomi politiği üzerine bir tanık şu gözlemi yapmaktadır: (1)
—“Ülkede yol yoktu. Demiryolu Ankara’da bitiyordu. Onun da, ancak Eskişehir doğusunda küçük bir parçası elde bulunuyordu. Eskişehir – Pozantı arasında kalan başka bir parça demiryolununsa pek askeri değeri yoktu. Ulusal yönetim altındaki bütün topraklarda tek bir fabrika yoktu. Şark (Doğu) cephesinden Garp (Batı) cephesine, iyi kötü gönderilecek bir cephane sandığının istenen yere varabilmesi için, kuş uçuşu en az 1200 kilometrelik yol aşaması gerekliydi; ama insanlar kuş değil ki! İnebolu’dan Ankara’ya ancak bir haftada varılabiliyordu. Ama bu yoldan Ankara’ya gelip dönecek araç kağnıysa, onu sürenlerin ortalama bir aylık yolu göze almaları gerekiyordu. Oysa nihayet birkaç yüz kilo yük alacak bir kağnının hayvanlarıyla onu sürenlerin, bu yıl için, neredeyse bir kağnı yükü yiyeceğe, yerine ihtiyaçları vardır. Hâlbuki Anadolu neredeyse açtı.”(2)
Aşağıdaki görselde; Bozkırın bu yiğit ve cefakeş yolcuları, artık katarlar halinde cephenin yolunu tutacaklardır. Bütün vatandaşlardan, güçleri nispetinde ve imkânları çerçevesinde yardım istenmiştir. Yurdun her yerindeki vatandaşlar gibi onlar da bu vazifeyi can ve gönülden yapmaya azimli görünüyorlar.
Askeri amaçla çoğu yerde deve, katır veya öküz gücüyle yapılan bu tür taşımacılık işi, Türk İstiklal Savaşı boyunca dünya askerlik bilimi literatürüne özgün bazı terimler hediye etmiştir. “Kağnı Komutanlığı” terimi bunlardan yalnızca biri ve belki de en ilginç olanıdır.
Fazıl Hüsnü DAĞLARCA ‘ya ait birde şiiri vardır.
(D. 26 Ağustos 1914, İstanbul – Ö. 15 Ekim 2008)
Mustafa Kemal’in Kağnısı;
Yediriyordu Elif kağnısını,
Kara geceden geceden.
Sankim elif elif uzuyordu, inceliyordu,
Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar,
İnliyordu dağın ardı, yasla,
Her bir heceden heceden.
Mustafa Kemal’in kağnısı derdi, kağnısına Mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı.
Çabuk giderdi, çok götürürdü Elifçik,
Nam salmıştı asker içinde.
Bu kez yine herkesten evvel almıştı yükünü,
Doğrulmuştu yola önceden önceden.
Öküzleriyle kardeş gibiydi Elif, Yemezdi, içmezdi, yemeden içmeden onlar,
Kocabaş çok ihtiyardı, çok zayıftı, Mahzundu bütün bütün Sarıkız, yanı sıra,
Gecenin ulu ağırlığına karşı, Hafifletir, inceden inceden.
İriydi Elif, kuvvetliydi kağnı başında Elma elmaydı yanakları üzüm üzümdü gözleri,
Kınalı ellerinden rüzgâr geçerdi, daim; Toprak gülümserdi çarıklı ayaklarına.
Alını yeşil kapmıştı, geçirmişti, Niceden, niceden.
Durdu birdenbire Kocabaş, ova bayır durdu,
Nazar mı değdi göklerden, ne? Dah etti, yok. Dahha dedi, gitmez,
Ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gacır gucur
Nasıl dururdu Mustafa Kemal’in kağnısı.
Kahroldu Elifçik, düşünceden düşünceden
Aman kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş,
Vur beni, öldür beni, koma yollarda beni.
Bak hele üzerinden ses seda uzaklaşır,
Düşerim gerilere, iyceden iyceden.
Kocabaş yığıldı çamura, Büyüdü gözleri, büyüdü yürek kadar,
Örtüldü gözleri örtüldü hep.
Kalır mı Mustafa Kemal’in kağnısı, bacım,
Kocabaşın yerine koştu kendini Elifçik,
Yürüdü düşman üstüne, yüceden yüceden.
Askeri amaçla çoğu yerde deve, katır veya öküz gücüyle yapılan bu tür taşımacılık işi, Türk İstiklal Savaşı boyunca dünya askerlik bilimi literatürüne özgün bazı terimler hediye etmiştir. “Kağnı Komutanlığı” terimi bunlardan yalnızca biri ve belki de en ilginç olanıdır. Milli Mücadele’nin alçakgönüllü kağnı komutanlarından popüler tarihçi
Enver Behnan ŞAPOLYO, bu ilginç görevini yıllar sonra şöyle anlatmaktadır:
—“Milli Mücadele’nin ilk günlerinde bana milli bir görev verilmişti. O da kağnı komutanlığıydı. O acı ve yoksul günlerde ordumuzun geri hizmetleri üç türlü araçla sağlanmaktaydı. (Bunlar) deve kolları, katır kolları ve kağnı kollarıydı. Çünkü o zamanlar ordumuzun elinde hiçbir motorize kuvvet yoktu. İnönü cephesine silah ve yiyecek bu taşıma kollarıyla sağlanmaktaydı.
Deve kolları pek süslüydü. Develerin hörgüçlerinden boyunlarına kadar renkli püsküller ve aynalar sarkmaktaydı. Her devenin hörgücünün üzerine de üç tane cephane sandığı yerleştiriliyordu. Deve kolları böylece bir dizi oluşturarak ağır ağır İnebolu’dan Eskişehir yolunu tutmaktaydı.
Katır kolları da pek ilginçti. Katırların boyunlarındaki iri tunç çanlar çalar, bu gürültü içinde katırlar da yolda düzülürler, onlar da cephane taşırlardı.
Benim kolum kağnı kollarıydı. Kağnılar vilayet vilayet olarak nöbete gelirler ve görevlerini tamamladıktan sonra yurtlarına dönerlerdi. Kağnılar ile tekerlekli basit şekilde yapılmış birer yük arabasıydı. Bunları öküzler ve mandalar çekerlerdi. Kağnıların hep birden çıkardıkları inilti ta uzak yerlerden işitilirdi. Bana her seferinde kırk kağnı verilirdi. Kağnıcıların çoğu kadın olurdu. Çünkü delikanlılar cephedeydiler.
Bir seferinde, benim kağnıcılarımın otuzu kadın, sekizi çocuk, ikisi de altmış yaşından yukarı aksakallı ihtiyarlardan oluşmuştu. Bize muhafız olarak da silahlı “Müzaheret (Koruma) Bölüğü” erlerinden bir milis er verilirdi. Bunlar hapishanelerden çıkarılıp vatan hizmetine verilmiş mahpuslardı.” (3)
Kadınların, (erkekler cephedeydi) kağnılarıyla üstlendikleri kutsal görevi özveriyle yerine getirişlerini anlatan şu satırlar da okunmalıdır:
—“Bize ayrılan mıntıkada 300 kağnı arabası saptadık. Bunları muharebe sırasında hemen düzenleyebilmek için bir deneme çağrısı yaptık. Bildirimizden 24 saat sonra, 250 araba gelmiş bulunuyordu. Bazıları öküzleri olmadığından arabalarına ineklerini koşmuşlardı. Arabaları getirenlerin bir kısmı çocuk ve yaşlılar, çoğu da kadınlardı. Tümen komutanı, düzlükte sıralanan bunları denetlerken uzun övendireleriyle sevgili hayvanlarının başlarında dizilen kadınlara, erkeklerinin niçin gelmediklerini sordu. Bu güç işte çok yorulacaklarını, hatta dayanamayacaklarını söyledi. Kadınların verdikleri yanıt şuydu:
“—Erkeklerimiz hizmettedir (askerlikte), Emrinize biz geldik. Böyle bir günde bize bu kadarcık iş düşmesin mi?”
Oysa bunların çoğu, yakılıp yıkılmış köylerinde çocuklarını komşularına teslim etmişlerdi. Nitekim muharebe başlayınca bunlar, uzun günler gene bizimle geldiler. İçlerinde yollarda doğuranlar oldu. Cephede bu çabalar sürerken, gerilerde, İnebolu – Ankara yollarında da bu halk, sırtlarında cephane taşıyordu.” (4)
21 .yüzyıl başında, Türkiye devletinde kağnıların, Türk ulusunun topyekûn (bütün insanların katıldığı) savaşında, vazgeçilmez ulaşım ve taşıma araçları olduğuna; kadınların, yine aynı topyekûn savaşta üstlendikleri stratejik rolün önemine tanıklık eden pek az insan hayatta kalmıştır. İşte bunun için, aşağıdaki satırlar, yalnızca geçmişle ilgili bir anıyı değil, ondan çok daha fazlasını anlamak için okunabilir:
(D . 1897, Edirne, – 25 Mart 1976)
—“Bizim İstiklal Savaşı, şimdi yalnız bir anıdır. Gerilere baktığımız zaman dağların, bozkırların üstünde, onun kızıllıklar içinde ufka görkemli düşen hayalini görürüz. Ama Gazi, bu savaşımında yalnız değildi. Bu adsızlar, ya savaşkan birer erdiler; ya çarpışmaların sıkıntılarına alın terleri ve gözyaşlarıyla katılmış, yarı aç yarı tok, parça parça giysiler içindeki analar, gelinler, kızlar, çocuklar ve yaşlılardı. Bunlar O’nun çevresinde, O’nun kızıllıklar ortasında hala dağlara, bozkırlara gölgesi vuran siluetinin çevresinde, sanki kendilerini göstermek istemeyerek yer alırlar. Hep birbirlerine sokularak, hep birbirlerini kendilerine siper ederek, önlerinde hayal meyal kağnıları, böğürleri birbirlerine geçmiş öküzleri, inekleri ve ellerinde övendireleriyle uçsuz bucaksız bir kadınlar, çocuklar ve yaşlılar ordusu…
“İşte, asıl Kuva-yı Milliye buydu.” (5)
(1) : Prof. Dr. Hikmet ÖZDEMİR, “ATATÜRK ‘ün Kriz Yönetimi / Tekâlif-i Milliye” (Haziran 2001) Tarih Kültür Dizisi:205, s.5
(2) : Şevket Süreyya AYDEMİR, “Tek Adam, Mustafa Kemal, 2.cilt, (İstanbul, Remzi K.., 1964) s.531”
(3) : Enver Behnan ŞAPOLYO, “Atatürk ve Üç Kılıç, Türk Kültürü Dergisi, 37 (Kasım 1965), s.84.”
(4) : Cevdet Kerim İNCEDAYI, “İstiklal Harbimiz, s.177”
(5) : Şevket Süreyya AYDEMİR, “Tek Adam, Mustafa Kemal, 2.cilt, s.531”
Eksiklikler benim fazlalıklar daha önce emek verenlerindir. Bir başka yazımda görüşmek üzere esen kalınız efendim.
*Yazının her türlü hakkı saklıdır.