Gün içinde kaç defa “aman nazar değmesin, maşallah de nazar değmesin, gördün mü bak! Nazarı değdi…” gibi ifadeleri kullanıyor ya da duyuyoruz? Sürekli bir biçimde “nazar” a maruz kalıyoruz ama; dilimizden de, aklımızdan da bir türlü düşmeyen nazar hakkında aslında çok az şey biliyoruz. Astrolog Emine Gücek; nazarla ilgili hiç bilinmeyenleri anlatıyor:
Gözlerimiz gözlerinde asılı kaldığında, gözlerinin esiri olmuşuzdur maşukun. Gönlümüzde saklı olan gözbebeğimizi, kem gözlerden koruruz. Gözlerinin içine bakarız, gözümüzün nuru olanın. Gözden ıraktır belki ama istesek de gönlümüzden uzaklaştıramayız. Göz görmeyince gönül katlanmıştır ne de olsa diyerek neleri göze almışız, nelere göz yummuşuzdur bir çift çeşm-i siyah uğruna. Gözlerimizden döktüğümüz incileri yüreğimize akıtmışızdır, aslında ağlamamışızdır da olayın tüm sorumlusu, çoğu zaman gözümüze kaçan hain bir toz zerresidir. Can ipliğine ateş düşünce, ateşi söndüren gözyaşlarımız olmuştur. Kibir ateşiyle yedi bin yıl cehennemde kalır Yezidi şeytanı, gözyaşları yedi küpü doldurur, ateş bile üşür bu gözyaşlarıyla.
Aragon Elsa’nın Gözleri’nde kaybedip yeniden bulmuştur cenneti. Gözlerinde bir damla yaş belirince Elsa’nın göklerden daha parlak olmuştur bakışları. Yağmur sonrası gökyüzü bile kıskanmıştır o gözleri. Şairin kâh Hindistan’ı kâh Peru’su olmuştur o gözler.
Gece saçlı Züleyha, Yusuf’un gözlerinde kaybetmiştir her şeyini; Yakup, Yusuf’un acısından kör etmiştir gözlerini, gözlerinden akan her damla Yusuf’tur aslında
Hera tarafından bütün bebekleri öldürülen güzeller güzeli Lamia, uyuyamaz geceleri yürek acısından. Zeus, alır o bir çift gözü ve yüreğindeki acıyı Lamia’nın, bir kaba koyar, diner acısı, uyur Libya güzeli Lamia geceleri mışıl mışıl.
Hypnos tutulmuştur Latmos dağlarının çobanına, onun gözleri açık uyumasını sağlamış ki sevgilisini gece de doya doya görebilsin diye.
Dünyalar güzeli talihsiz Medusa, Athena tarafından cezalandırılmış ve Medusa’nın gözleri bakanları taşa dönüştürmüştür.
Algılama kapasitesi en gelişmiş diyebileceğimiz bir fotoğraf makinesinden dahi gelişmiş olan organımız yani gözlerimiz mitolojinin, inanç sistemlerinin, ezoterizmin ve şairlerin ilham kaynağıdır.
Göz ile sembolleştirilen en önemli olgu ise hiç şüphesiz nazardır.
Enerjisel Bağlamda Nazar Olgusu
Evren enerjidir. İnsanoğlu bu enerjiyi üretebilen, yayan, hatta bu düşünce enerjisiyle zaman zaman maddeye şekil veren varlıktır. Sinir hücreleri böbrekler, mide, kalp gibi diğer organlara elektrik enerjisi gönderir. Beyindeki elektriksel aktivite beyin elektrosu vasıtasıyla uzmanlar tarafından saptanabilmektedir. Bunun yanında insan açık bir sistem olması nedeniyle dışarıdan da pozitif ve negatif enerjiler alır. Şakralar vasıtasıyla aldığı en temel enerji sistemi chi adı verilen yaşam enerjisidir.
Çevremizdeki insanlarla gün boyu enerjisel alışverişler yaşarız. Bazı insanlarla karşılaştığımızda kendimizi bitkin halsiz hissederiz, esnemeye başlarız ve enerjimizin çekildiğini hissederiz. İnsanların olduğu kadar, eşyaların ve mekânların enerjilerine de duyarlı varlıklarız. Mesela çok severek aldığımız objeler bazen ansızın kırılır; muhtemelen enerjisi bizimle uyuşmamıştır.
Nazar ise yoğunlaşmış negatif ya da pozitif enerjinin karşımızdaki insanı etkilemesidir. Bu enerji çok sevdiğimiz insanları da etkileyebilir aslında. Kişi art niyet ya da kıskançlıkla enerji yayıyorsa bundan daha çabuk ve olumsuz yönde etkileniriz.
Farklı Toplumlarda Nazar İnancı
Bütün toplumlarda etkisi görülen nazar inancı Neolitik çağlara kadar uzanmıştır. Mısır’da, Fransa’nın kuzeyinde, Britanya’da bronz çağından kalan balta şeklinde kişiye özel enerjilerle yüklenen amuletler bulunmuştur.
Folklorik araştırmalarıyla tanınan Berkeley Üniversitesi profesörlerinden Alan Dundes’a göre ise nazarın merkezi Ortadoğu’dur. Sümer’den Mısır’a, Mısır’dan Yunanistan ve Roma’ya geçerek tüm Avrupa’ya yayılmıştır. Nazar Ortaçağ Avrupa’sında, Orta Asya şaman kültüründe, Antik Mısır uygarlığında, Hindu, Yahudi ve Müslüman folklorunda önemli bir öğedir.
Mısır’da nazarın izlerini aramak istersek M.Ö 4800–5000 yıllarına kadar gideriz. Horus’un gözü birçok kültürde nazara karşı koruyan amuletlerin temel simgelerinden biri olmuştur. Günümüzde de pek çok kişi Horus’un gözü biçiminde dekore edilmiş dövmeleri güzel bir biçimde taşımaktadır. Peki, neden bu kadar tılsımlıdır Horus’un gözleri ve ardındaki derinlik nedir? Sizlerle beraber Antik Mısır’a doğru bir yolculuğa çıkalım.
Horus kadim Mısır öğretilerindeki tanrılardan biri olup, İsis ve Osiris’in oğludur. Aslında “Horus” Grekçe adı olup Mısırlılar bu tanrıya “Hor” demişlerdir. Horus’un iki gözünden sağ gözü güneşin sembolü (Ra’nın Gözü) sol gözü ise ayın gözüdür.(Thot’un Gözü).Tanrıların savaşı sırasında, çorak çöllerin şeytani tanrısı Seth, erkek yeğeni Horus’un sol gözünü çıkarır, bilimlerin ve tıbbın kaynağı olan Toht parçaları toplar ve gözü eski haline getirir, bu gözü iyileştirir. Ancak 1 / 64′lük parçası eksiktir ve bu parça, Thoth’un büyü ve sihir gücü tarafından tamamlanır.
Güneş ve ay aslında Horus’un gözleridir. Güneş, gündüz; ay ise geceleri gözlerini bizden ayırmaz. Horus’un kapanmayan gözleri gibi. Ezoterik bağlamdan baktığımızda ise bu göz gönlün penceresi, vicdanın sesidir, kalbin bakışıdır. Vicdanın gözü 24 saat saçıktır, kapanmaz. Horus’un gözleri misali. Belki de o yüzden gözler kalbin aynasıdır ve yalan söylemez. Duyulması gereken vicdanın sesidir, bu yüzden karanlığın tanrısı Seth vicdanın sesini yani Horus’un gözünü yok etmek istemiştir. Işığın ve karanlığın savaşı, dualite burada da karşımıza çıkar.
Çok enteresan bir biçimde günümüzde kullandığımız ilaç reçetelerindeki R ya da Rp harfleri ile Horus’un gözünün de bağlantısı vardır. İslam dünyasında Canilus olarak bilinen, Bergama’da doğan ve Roma Uygarlığı’nın en önemli hekimlerinden Galen, tıp eğitiminin bir kısmını Mısır’da tamamlamıştır. Farmakolojinin babası olarak da görülen Galen Hastalarına daha faydalı olabilmek için birtakım ezoterik simgelerin yanında Horus’un gözünü de sembol olarak kullanmıştır. Horus’un gözü şeklen R harfini andırır. Horus’un gözünün basit bir şekli olan R, Rp harfleri bugün ilaç reçetelerinde kullanılmaktadır.
Arap Kültüründe Nazar
Arapça bir sözcük olan nazarın dilimizdeki karşılığı bakıştır. İsabet-i Ayn, İsabet-i Nazar, Afet-i Aynü’l Kemal, kem göz olarak da adlandırılır.
Huzeyl kabilesinin mensuplarından Kemal adında biri varmış. Hasetle ve gıptayla baktığı her şeyi helak edermiş. Sonraları Kemal adı değişime uğrayarak, her kem göz Ayn’ül Kemal (ayn: göz) olarak adlandırılmış. O nedenle nazar Arap kültüründe Ayn’ül Kemal olarak da adlandırılır. Divan şiirinde de şairler yan bakış kılıcıyla naz eden sevgiliye; ”Afet-i ayn’ül kemal-i itibarımdan sakın” (benim nazarımdan kork) diyerek latif, ince bir üslupla serzenişte bulunmuşlardır.
Sümerler ise ig hul yani kem göz demişlerdir. Sümerler kem gözlü insanların bakışlarıyla suları kuruttuklarını, ölüme sebebiyet verdiğini düşünmüşlerdir. Hatta günümüzde suyunu kurutmak, kökünü kurutmak kelimelerinin de canlılığını yitirmek, sıvı kaybetmek, öldürmek gibi anlamları çağrıştırması bu deyimlerin Sümerlerdeki nazar inancıyla bağlantılı olabileceği görüşünü destekler niteliktedir.
Ruhun dışa açılan iki noktasından yani gözlerden çıktığı düşünülen negatif enerjiye karşı koymanın çaresinin ‘göze göz’le karşı koymak olduğu düşünülür. O nedenle mavi boncuk ve üzerindeki göz sembolünün gayesi bir anlamda nazarı bertaraf etmektir. Nazarın mavi renk ya da mavi(gök) boncuk ile özdeşleştirilmesi hakkında farklı görüşler vardır. Mavi rengin negatif enerjileri absorbe ettiği ifade edilir. Araplar mavi rengin kan akışını yavaşlattığına inanırlar, o nedenle nazara karşı mavi boncuğu önemserler.
Tasavvufta Nazar
Tasavvufî olarak, mürşidin müridine bakmasıdır nazar. Olumlu anlamda kullanılır ve mürşit bu bakışla müridine feyz yollar. Yine tasavvufa göre bir büyüğün ya da şeyhin manevi gücünü müridine yöneltmesidir. Buna teveccüh denir. Mürşidin nazarı, ham bir müridi bir bakışla olgunluğa eriştirebilecek lütuftur. Kamil bir mürşit tanrının nuru ile bakar ve onun gözü ile görür. İbn-i Sina, Farabi gibi bazı İslam bilginlerine akla ve gözleme önem vermelerinden dolayı ehlü’n nazar(bakışçılar) denmiştir.
Türk Kültüründe Nazar
Türk halk kültüründe de nazar, göz değmesi, göze gelmek gibi kelime ve deyimlerle günlük yaşamımızın bir parçası olarak varlığını devam ettirmektedir. Halk arasında göze batan bir özelliğiyle ortaya çıkan kişi özellikle nazara açıktır. Sağlıklı ve gürbüz çocuklara, güzellikleriyle ve hünerleriyle dikkat çekenlere, derslerinde ve mesleğinde başarılı olan kişilere, yeni ev, araba alanlara, evliliklerinde mutlu olan çiftlere, ürünü bereketli olan tarlaya, güzel, hoş görünümlü bitkilere, sütü bol olan hayvanlara nazar değdiği düşünülür. Bu tür özelliklere sahip olan kişilere herhangi birinin kıskançlık dolu gözlerle bakması nazarın meydana gelmesine neden olur. Bazen de aşırı sevdiklerimize nazarımızın değdiği düşünülür. İnsanın sevdiğine nazarı daha çok değer denir.
Nazardan sakınmak için ülkemizin çeşitli bölgelerinde farklı ritüeller ve amuletler kullanılır. Bunlara şöyle bir göz gezdirirsek; Diyarbakır’da hayvanları nazardan korumak için boyunlarına çan asılır, Çan ses çıkardıkça dikkati kendi üzerine çekecek ve hayvanı nazardan koruyacaktır.
Mersin’de ortası delik bir taş bulunur ve kişi bunu taşırsa kem gözlerden korunacağı düşünülür. Evlere nazar değmemesi için bir demet başak ve koçboynuzu asılır. İnanışa göre koçboynuzunun sivri uçları tehlikeli bakışları bertaraf eder. Ayrıca nazar değeceğini düşünülen kişiyle karşılaşılırsa o konuşmadan söze başlanır. Nazarı engellemenin bir yolu da şudur; kara çaltı ya da çalı adı verilen bir bitki ocak denen ve ruhani yönü güçlü olduğu düşünülen bilge sayılan kişiler (muhtemelen şamanizmden gelen bir kavram) tarafından yontularak şekil verilir. Potansiyel nazar kişisi mavi bir boncukla birlikte bunu taşır.
Hatay ve civarında bazı kişiler nazardan korunmak için yanlarında cıva taşır. Cıva küçük bir şişeye konur. Cıva kararırsa şişe kendiliğinden patlar ve cıva dağılırsa kişiye nazar değmiştir. Ayrıca bir miktar şap alınır ve kişi bunu üzerinde taşır veya evin bir köşesine asar. Kem gözler baktıkça bu şap erir.
Güneydoğu Anadolu ve Doğu Akdeniz’de içi boşaltılmış yumurta kabuğu mavi bir boncukla birlikte bitkilerin dalına asılır. Bir miktar çörekotu sarımsakla birlikte beze sarılır ve hayvanların boynuna asılır. Diken, iğne, iplik ve hayvan pisliği bir bezle sarılıp ev asılır. Nazarı değebileceği düşünülen misafir eve geldiğinde gizlice bir ip yardımıyla ayakkabı ölçüsü alınır ve misafir gittikten sonra yakılır.
Trabzon’da nazarı değen kişiyi tespit etmek amacıyla köz söndürülür, Sivas’ta yaşlı bir kişi bir miktar tuzu ateşe atarken ”gözü değenin gözü yansın ”der
Tokat ve civarında nazardan korunmak için nal veya nal biçimli objeler kullanılır.
İstanbul ve civarında üzerlik, çörekotu, kuru karanfil ve günlükten oluşan terkipten tütsü yapılır. Ülkemizin birçok yerinde Fatma’nın eli sembolünü taşıyan objeler ve kurşun dökme geleneği varlığını devam ettir.
İlginç bir biçimde izleri ilk olarak 8. yy da yaşamış olan Göktürklerde görülen, kurban edilen hayvanın kafatasının asılması geleneği bugün Anadolu’nun muhtelif yerlerinde hala devam eder.
Bugün Moldova’da yaşayan ve Hristiyanlığı benimsemiş olan Gagavuz Türkleri de nazar olgusu birtakım ritüellerle bertaraf ederler. Nazar alanlar “babu ya da bobu”adı verilen kutsal okuyuculara götürülür. Anadolu’daki ocak kültürüyle ve şamanizmle bağlantılı olan bu okuyucular dua ederken şunları söyler:
Alaca kuş konmuş
Taşa gitsin konsun
Taş çatlasın
Taş patlasın
Vani’nin nazarı
Tuz gibi daalsın(dağılsın)
Alahın yardımınan
Nazar pustiyalaa(boş yere)gitsin
Sana bakmış betfalı(beddualı)
Kara gözlü, kömür üzlü(yüzlü)
Bakışı kurusun!
Gözü aksın, lafı bitsin!
Nazar tütsün…
Orta Asya Türkleri’nde boncuk, “monçuk”ve kotaz(kutlu obje) gibi adlarla anılır. İlginç olanı ise Hun hükümdarı Atilla’nın babasının adı da Boncuk Han’dır.
Orta Asya şamanlığı içerisinde yer alan nazar tedavisi ve ondan korunmak için başvurulan uygulamalar şunlardır; kurtağzı bağlama, ondan korunmak için kutsal kabul edilen ağaçlara bez bağlama. Bu gibi inanışlar ve günümüze kadar varlığını devam ettirmiştir.
Orta Asya şamanları nazara uğramış hastayı tedavi ederken kalplerin tanrılaştırılması için davullarında“Bıarık” adını verdikleri haç şeklinde bir sembol kullanırlardı. Bu sembol felsefi anlamıyla tanrıya erişme düşüncesini ifade eder.
Kazaklar nazar değmemesi için ‘tumar’ (muska) yazdırırp üzerlerinde taşırlar. Nazarı değdiği düşünülen kişinin elbise ya da ayakkabısından bir parça alınır, yediye bölünür, adıraspan dedikleri otun siyah taneleriyle birlikte yakılıp tütsü yapılır.
Günümüzde ayrıca nazarın negatif enerjinin etkisini engellemek ve enerjimizi dengelemek adına kuvars, turkuaz, kaplangözü, aventurin gibi yarı değerli taşlardan yapılmış aksesuarlar ve takılar da kullanılır.
Bütün güzellikleri üstünde toplayan Hüsn-ü mutlak, kendi güzelliğini görmek için bir aynaya akseder gibi yokluğa yansımıştır, yokluğun içinde evren şeklinde görünmüştür. Yaradılışın gayesi de aslında temaşadır, seyirdir, gözdür. Sessizlik sonsuzluğun dilidir, göz sessiz bir organdır ve hiçbir şey sessizliğin kudreti kadar yaratıcı değildir.
KAYNAKÇA:
Dualar, Beddualar, Derleyen; Marilya DURBAYLA
Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar, Ahmet Talat ONAY
Psişik Korunma, Fadime EMİR
Türk Bodun Bilimi Araştırmaları, Harun GÜNGÖR
Ezoterik Bilgilerin Işığında Semboller, Alparslan SALT
Halk Kültüründe Nazar, Nazarlık İnancı ve Bunlara Bağlı Uygulamalar, Nilgün ÇIBLAK
Türklerin Kültür Kökenleri, Ergun CANDAN
Horusun Göz’ünden RP ye, Ali Haydar BAYAT
Mitoloji Sözlüğü, Azra ERHAT