Elimde, ufak tefek dokunuşlar ile sonlandırıp Seç Haber okurlarıyla paylaşacağım birçok yazı konusu vardı.
Ama dün öle bir şey oldu ki, karşıma çıkan konu hepsinin önüne geçti. Facebook’ta bir paylaşım yaptım, Kur’an-ı Kerim’den Bakara 195 suresinden bir alıntı paylaştım ki, bana göre bu alıntıdaki içerik, dünyanın yaşadığı kaos ortamını iyileştirmek için, tüm insanlığın hayata geçirmesi gereken bir reçete niteliğindeydi. O yüzden de paylaşmıştım.
Fakat konu bu değil.
Bana bu yazı için ilham veren, konuyla ilgili paylaşımdan sonra özelden aldığım mesajlardı. Yaptığım
paylaşımdan sonra birçok mesaj yazan ‘Müslüman’ arkadaşım oldu, burada Müslüman diye ayrıştırıcı bir ibare
kullanmak, vurgulamak zorunda kaldım, çok içime sindirmesem de, anladığım kadarıyla bazı kişilere bir Yahudi’nin Kuran’dan bir bölüm paylaşım yapması şaşırtıcı idi. Veya daha genel bir söylem ile farklı bir dinin, farklı bir başka dini onaylaması şaşırtıcı idi.
Vurgulanan, bir çoğunun ortak kullandığı, beni vuran, derinden çarpan, ayrıştıran ve tüm bir gece uyku
arasında dahi düşünmeme yol açan, beni övgüye değer bulan, “Aferin sana, tebrik ederim seni, Kur’an-ı Kerim’i araştırıp anlamaya çalıştığın için!” gibi cümlelerdi.
Birincisi neden? ‘Aferindi bana’ Çünkü; ben Yahudi idim mesele bu mu idi?
İkincisi bir başka dine mensup olmak, diğer inanışları anlamaya çalışmamıza ve özümsememize bir engel mi teşkil ediyordu ki, ben bu yorumlarla karşılaştım?
Şunu söyleyebilirim ki, kendimi bildim bileli, Tanrıyla ilgili, teolojiyle ve ilahiyatla her zaman ilgilenmişimdir. Bu konuların içinde olmayı tercih etmişimdir ve üzerinde düşünmek için uzun zamanlar ayırmışımdır. Ve tüm bu birikimlerimle, konunun içinde olmanın da beni getirdiği farkındalık noktası şudur ki; “hepimiz toz ve toprağız ve hepimiz biriz.” Ve herhangi bir dine mensup olmayı biz kendimiz seçmedik, nasıl ki hangi renge ve ırka sahip olacağımızı ya da sağlıklı bir bedene sahip olup olamayacağımızı kendi irademizle seçemediğimiz gibi…Tüm bunlar doğarken gibi bizim kendi irademiz ile seçtiğimiz nitelikler değildi ki, sahip olduğumuz din ile ilgili cihat çığlıkları atma hakkı versin bize…
Şu anda öyle ki, nüfus kağıdına cinsiyet yazılması dahi özgürlük karşıtı olarak görüldüğünden, birey belli bir yaşa gelmeden cinsiyetinin yazılı olarak nüfus hanesinde belirtilmesine karşı olan ülkeler var.
Bütün bunları niye yazıyorum?
Şöyle ki, ait olduğum din benim için ait olduğum ailem gibi, çünkü o benim genlerimin bir parçası, kökenim, genetik haritama yazılmış soyum, dinime ait (Torah) okumak ve Yahudiliğe ait örf ve adetleri uygulamak geçmişime ait bağlarımı anlamama ve güçlendirmeme sebep oluyor.
Ama bu durum diğer dinleri anlamama, özümsememe engel değil, bilakis ait olduğum din dışında diğer dinleri de anlamaya çalışmanın ne kadar zenginleştirici olduğunun farkındayım ve ne zaman ki toplumlar, ait oldukları din dışında diğer dinlerin değişik örf ve adetlere sahip olsalar da, aslında hepsinin temelinin pozitif eylemlere dayalı işler yapmamızı öneren “salih amel”, güzel düşünüp, güzel işler yapmayı ideal haline getiren temele dayalı olduğunu ve tüm semavi dinlerin özünde hoşgörünün, sevginin ve şefkatin ve çıkarcı ya da politik olmayan, yardımlaşma temelinin esas alındığını ve hepsinin çıktığı tek kapının da “VAHDET” yani birlik kapısı olduğunu farkettiğimiz gün, her şeyin çok daha farklı olacağına inanıyorum.
Bu birlik duygusunun içimize iyice sindiği ve bu farklılıkları sindirmişliğimize şaşkınlıkla bakıp “aferin sana” demeye gerek kalmadığı gün, dünya ülkelerinin de kendilerini savunmak ve güçlü kılmak adına atom bombalarına trilyonlarca yatırım yapmalarına da gerek kalmayacağına, onun yerine tüm güçlerin ve dünya güçlerinin ve yatırımlarını açlık, yoksulluk, savaş ve kıtlığın kol gezdiği toprak parçalarına uzatacakları ve işte bu noktada da daha tahammül edilebilir bir dünyaya sahip olacağımıza inanıyorum…