-…”ANNEM BÖYLE DÜŞÜNEBİLİR VE BELKİ İŞİTTİĞİ SARAYIN ŞATAFATLI HAYATINA ÖZENEBİLİR VE OĞLU İÇİN DE BÜYÜK İSTİKBAL GÖREBİLİR, FAKAT DOĞRUDAN DOĞRUYA MİLLETE HİZMET NASIL SAĞLANABİLİR? BU OLACAK ŞEY DEĞİLDİR.”
Mustafa Kemal Paşa İstanbul’da. Sultan Vahdettin, Paşayı damadı yapmak istemekte de, Paşa ise siyasi hazırlıklarında bulunarak Anadolu’ya geçmek ve kurtuluş ateşini yakmak arzusuyla bir yol aramaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde ilk olarak asker kökenli olmayan 3. Cumhurbaşkanımız Celal BAYAR ‘ın Bende yazdım adlı eserinin Milli Mücadeleye Gidiş 8. Cildinde o döneme ait şu bilgiler yer almaktadır:
Müşir Ahmet İzzet Paşa, Sadrazamlıktan çekileceği sırada, henüz Adana’da bulunan Mustafa Kemal Paşa’yı telgraf makinesi başına davet etmişti. İzzet Paşa, bu karşılıklı haberleşmede kabineden istifa ettiklerini bildiriyor, Mustafa Kemal’in “İSTANBUL’DA BULUNMASININ MÜNASİP OLACAĞINI” söylüyordu. (S:78)
Genç Paşa, bu imadan İstanbul’da buhranlı bir durumun başlayıp devam etmekte olduğunu anlamakta gecikmemişti. Kumanda ettiği grup da lağvedilmiş olduğundan kalkıp İstanbul’a gelmiş ve burada siyasi çalışmalarına açıktan açığa başlamıştı.
Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da siyasi yoldan başarılı bir sonuca varmanın imkânsızlığını anlayınca, ameli çıkar bir yol aramaya başladı ve ahlakına güvendiği arkadaşları ile temas etmek istedi. Bunun için, İstanbul’un o sırada en modern oteli “PERA PALAS” a yerleşti. Buradan Salih FANSA adında Halep’ten tanıdığı bir zatın evine nakletti ve nihayet Şişli’de Halaskar gazi Caddesinde bugün müze olan evi kiraladı. Burası kendisinin esas faaliyet merkezi oldu.
1918 yılı son aylarına rastlıyordu. Mustafa Kemal Paşa, Pera Palas Oteli’nde oturur iken İstanbul’u işgal eden İngiliz kumandanlarından General Harrington’un ve arkadaşları İngiliz Generallerinin dikkatini çektiler: “ÇANAKKALE SAVAŞLARINI İDARE EDEN ANAFARTALAR KAHRAMANI MUSTAFA KEMAL PAŞA İSTANBUL’A YENİ GELMİŞTİ.”
İngiliz Generali bir aracı yolu ile görüşmeye talip oldu. Aracı, İngiliz Generalinin arzusunu söylediği zaman Paşa’nın vakar içinde, “NEREDE GÖRÜŞMEK İSTİYORLAR?” sorusu işitildi.
Yanlarına davet ediyorlar, efendim. Bu cevap üzerine genç Paşa’nın gözleri parladı:
-…”ONLAR MEMLEKETİMİZDE MİSAFİRDİR. BİZ EV SAHİBİYİZ. TÜRK GELENEĞİNE GÖRE MİSAFİR EV SAHİBİNİN YANINA GELİR… BU TAKDİRDE KENDİLERİNİ KABUL EDERİM.”
Bu soru ve cevap üzerine sonuç ne olmuştur?
Hemen söyleyeyim;
—“PAŞA GİTMEDİ, ONLARDA GELMEDİ, GÖRÜŞMEDE TABİATIYLA OLMADI…!”
GÖRSEL: Posta Nazırlarımızdan Yusuf FRANKO Paşayı görev yaptığı 1918 – 1919 yıllarında görmekteyiz.
Beyoğlu’nda Hava Sokağı’ndaki eski Cebeli Lübnan Mutasarrıfı “FRANKO PAŞA” Apartmanı’nda oturan Salih FANSA ‘nın yanında geçen tarihi olay daha enteresandır. Bu aile ile dostlukları, Mustafa Kemal Paşa’nın Halep’te bulunduğu sırada başlamıştı. Paşa bir ara hastalanmış, büyük dikkatle bunlar tedavisine yardımcı olmuş, istirahatını sağlamışlardı. Burada da evlerinde Paşa için bir oda hazırlamışlardı. Mustafa Kemal Paşa Halep’te olduğu gibi burada da rahatsız olduğu için bu eski dostlarından özel bir ihtimam görüyordu. Modern konfordan çok hoşlanan Paşa yeni hayatından memnundu. Bulunduğu yeni evde Levazım Subaylarından Ali Rıza Bey de kendisini ziyaret edenler arasındaydı.
Levazım Subayı Ali Rıza Bey’in getirdiği haberde memleket büyüklerinden, İttihat ve Terakki’nin gözde adamlarından bir kısmının İngilizlere teslim edilerek Malta’ya sürülecekleri, hatta bunlar arasında Fethi Bey’in de(OKYAR) bulunduğu söylentisi vardı. Tesadüf o gün de Fethi Bey, Mustafa Kemal Paşa’yı ziyarete geldi. Paşa, istediklerini arkadaşına anlattı, dikkatli olmasını ve şehirde emin bir yerde gizlenmesini tavsiye etti.
Fethi Bey Sadrazam Damat Ferit Paşa ile görüştüğünü bu konuda da kendilerine “SÖZ VERDİKLERİNİ” anlattı. Mustafa Kemal Paşa’nın haberi nasıl aldığına hayret etmekle beraber işi umursamazlıktan geldi.
Mustafa Kemal Paşa, ısrar ediyor, “BU ADAMLARIN SÖZÜNE İNANMAMAK LAZIM GELECEĞİNİ” söylüyordu.
Fethi Bey evine döndü. Gece, Galibe Hanım Mustafa Kemal Paşa’ya eşi Fethi Bey’in tutuklandığı haberini verdi.
Fethi Bey vakası olduktan birkaç gün sonra idi.
Salih FANSA ‘nın eşi Selma Hanım Mustafa Kemal Paşa’yı karşıladı, kendileri evde yok iken gayet önemli bir ziyaretçinin evlerine teşriflerini haber verdi. Bu gelen Sultan Vahdettin’in Hemşiresinin Kızı Prenses Münibe Hanımefendi idi.
Prenses Münibe Hanımefendi “ÖZEL VE GİZLİ BİR GÖREV İLE PADİŞAH TARAFINDAN GÖNDERİLMİŞ” bulunuyordu.
Vahdettin,
-“KIZI SABİHA SULTAN’I MUSTAFA KEMAL PAŞA İLE EVLENDİRMEK İSTİYORDU. PRENSES BU MAKSATLA ARACI OLARAK BURAYA GÖNDERİLMİŞTİ. FAKAT MUSTAFA KEMAL PAŞA EVDE OLMADIĞI İÇİN EV SAHİBİ SELMA HANIM İLE GÖRÜŞMÜŞ, O DA ŞİMDİ MESELEYİ ‘OLDUĞU GİBİ’ MUSTAFA KEMAL PAŞA’YA NAKLEDİYORDU.”
Selma Hanım’a göre, Prenses Münibe Hanım aynen şunları söylemiş oluyordu:
—“BENİ BURAYA GİZLİ OLARAK ZÂT-I ŞÂHÂNE GÖNDERDİ, KIZLARI SABİHA SULTAN’I FAHRİ YAVERLERİ MUSTAFA KEMAL PAŞ’YA VERMEK ARZU BUYURUYORLAR, KENDİSİNE BU MESELEYİ SÖYLEYİNİZ. BEN BİR İKİ GÜN SONRA GELİR, SİZDEN HABER ALIRIM.”
Vahdettin’in Mustafa Kemal Paşa’yı, kendi şahsi hesabına kazanmak istediği muhakkaktı. Fakat Meşrutiyet İnkılabı’nı vücuda getiren genç subaylar gibi, “PADİŞAH DAMADI OLMAK HEVESİ MUSTAFA KEMAL’DE YOKTU”. Kendisini, muhteşem de olsa, salonlar içinde hapsolmuş bir hayattan uzak bulundurmak istiyordu.
Bayan Selma FANSA, Prenses’in getirdiği haberi akşam anlattığı zaman, Mustafa Kemal Paşa şu cevabı verdi:
-…”O HALDE SABİHA SULTAN BURAYA GELSİN!..”
Prenses Münibe “SÖYLEDİĞİ GİBİ” birkaç gün sonra tekrar geldi.
Mustafa Kemal Paşa’nın verdiği cevap kendisine söylendiği vakit gülerek:
—“BİR SULTAN SARAY’DAN ÇIKAR DA BİR EVE NASIL GELİR?” Dedi.
Bu sırada apartmanın zili çaldı. Birinin geldiği anlaşılıyordu. Bu da Mustafa Kemal’den başkası değildi. Prenses ile bizzat görüşmek imkânı kendiliğinden vücut bulmuştu. Paşa, Münibe Hanımefendi’yi nezaket ve saygı ile selamlayarak az evvel okuduğumuz sözünü tekrarlayarak:
-…”LÜTFEN SULTAN HANIM BURAYA KADAR TEŞRİF ETSİNLER.”Dedi.
Prenses de öNce söylediği sözünü tekrarlayarak:
—“BİR PADİŞAH KIZI BURAYA, AYAĞINIZA KADAR NASIL GELEBİLİR?” Dedi.
Mustafa Kemal Paşa’nın buna cevabı şöyle oldu:
-…”BEN MEMLEKETİM İÇİN ÇALIŞMIŞ, MUVAFFAK OLMUŞ BİR ADAMIM. BUNDAN SONRA DA DAHA BÜYÜK HİZMETLER YAPACAĞIMDAN EMİNİM. SULTAN HANIM’I SARAY’DAN BAŞKA BİR YERDE GÖRSEM NE ÇIKAR?”
Konuşma bir neticeye varmadan sona erdi. Prenses Münibe’nin veda sırasında Bayan FANSA ‘ya:
—“O DA OLUR; SULTAN HANIM’I GETİREBİLİRİM. FAKAT PAŞA’NIN BU KONUDA CİDDİ OLDUĞUNDAN EMİN OLABİLSEK…” Dediği işitildi ve bu da Mustafa Kemal Paşa’ya duyuruldu.
Bu olay tabiatıyla aile arasında uzun boylu görüşüldü ve münakaşa konusu oldu. Paşanın annesi Zübeyde Hanım “OĞLUNUN PADİŞAH VE HALİFEYE DAMAT OLMASINI ARZU EDİYORDU”.
Bu fikrini FANSA ailesine açtı:
—“AMAN SİZ MUSTAFA’YI İKNA EDİNİZ. BUNA BİR ÇARE BULALIM!”
Salih FANSA, meseleyi Mustafa Kemal Paşa’ya açtığı, annesinin düşüncesini anlattığı zaman şu cevabı aldı:
-…”ANNEM BÖYLE DÜŞÜNEBİLİR VE BELKİ İŞİTTİĞİ SARAYIN ŞATAFATLI HAYATINA ÖZENEBİLİR VE OĞLU İÇİN DE BÜYÜK İSTİKBAL GÖREBİLİR, FAKAT DOĞRUDAN DOĞRUYA MİLLETE HİZMET NASIL SAĞLANABİLİR? BU OLACAK ŞEY DEĞİLDİR.”
Sultan Hanım’ın daha sonra Şehzade Ömer Faruk Efendi ile evlendikleri malumdur. (S:80)
Prof. Ekrem Buğra EKİNCİ “SON MISIR MELİKESİNE VEDA” Manşetiyle 04 Nisan 2012 Çarşamba günü yayınladığı makalesinde bizlerle çok kıymetli olan şu bilgilerini paylaşmaktadır:
“HALİFE OĞLU, HALİFE DAMADI”
Hanedanın en yakışıklı mensuplarından Şehzade Ömer Faruk Efendi (1898-1969), Halife Abdülmecit Efendi’nin oğludur. Viyana Theresianum Koleji ve Berlin Harp Akademisi’ni bitirdi. Prusya hassa alayında üsteğmen rütbesiyle staj yaptı. 1920’de Sabiha Sultan ile evlendi. Neslişah, Hanzâde ve Hibetullah Sultan isminde üç kızı oldu.
Yunan Harbi’nde askerî vazifesini ifa etmek üzere kayınpederi olan padişahtan habersiz bir geminin ambarında yolculuk yaparak Ankara’ya geçmek istediyse de, Mustafa Kemal Paşa kendisinin gelişinin millî birliği bozacağı ve nihaî zafere kadar İstanbul’da oturmasının daha uygun olacağını bildirerek geri dönmesini istedi. Şehzade ısrar edince de, İnebolu’dan geri çevrildi. Bu hâdise, hanedanın Ankara hareketine karşı uyanmasına sebep oldu.
Sürgüne Binbaşı rütbesinde ve babasıyla beraber çıktı. İsviçre ve Nice’de yaşadı.
1925’te Arnavutluk hükümdarlığı mevzubahis oldu ise de, Ankara hükümeti, hükümdarlığı kendisi için düşünen başvekil Ahmet ZOGU ’yu kullanarak bunu engelledi. Kızlarını Müslüman erkeklerle evlendirmek endişesiyle 1938’de geldiği Kahire’de vatan hasretiyle vefat etti. Kabri 1977’de Sultan II. Mahmut türbesine nakledildi. Zevk-i selim sahibi şehzade, memlekette iken Fenerbahçe Spor Kulübü’nün reisiydi. Dillere destan bir aşk ile evlendiği Sabiha Sultan ile aralarında gurbet acılarından doğan bir huzursuzluk yaşandı. 1948’de boşandılar. Şehzade, aynı sene amcazadesi Mihrişah Sultan ile evlendi.
Babam olmadan asla!
Sultan Vahdettin’in kızı Rukiye Sabiha Sultan (1894-1971), hanedanın en güzel kızlarındandı. Hanımların sürgününün kaldırıldığı 1952’de İstanbul’a döndü. Çengelköy’ünde vefat etti. Mezarı Aşiyan kabristanındadır. Babası memlekete dönemediği için bir padişah türbesine defnedilmeyi istememişti.
EKSİKLİKLER BENİM FAZLALIKLAR DAHA ÖNCE EMEK VERENLERİNDİR. BİR BAŞKA YAZIMDA GÖRÜŞMEK ÜZERE ESEN KALINIZ.
Bu yazı www.sechaber.com.tr için yazılmıştır. Bu yazının kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması “5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası“na göre suçtur.