-…”Türkiye’nin güvenliğini gaye tutan, hiçbir milletin aleyhinde olmayan bir barış istikameti, bizim daima ilkemiz olacaktır.”
8 Temmuz 1937 günü, öğleden sonra Türkiye ile İran, Irak ve Afganistan Dışişleri Bakanları tarafından imzalanan Sadabat Paktı (Saldırmazlık Paktı)’nın büyük düşünürü Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Sadabat Paktı, Başkent Tahran’da, İran Şahı’nın Şimran semtindeki Sadabat Sarayı (Kasrı)’nda imzalandığı için, “Sadabat Paktı” veya “Sadabat Misakı” adı verilmiştir. Pakt, imzalandığı günlerde, ”Dörtlü Şark Antlaşması”, “Doğu Antantı”, “Yakın Şark Paktı”, “Asya Paktı” gibi adlarla anılmış ise de “Sadabat Paktı” adıyla tarihe geçmiştir.
Büyük Atatürk, ‘Milletler Cemiyeti Yasası’ çerçevesinde ek güvenceler ortaya konularak, Yakın Doğu’da barış ve güvenliği sağlamak ve ‘Savaştan Vazgeçilmesi Antlaşması (27 Ağustos 1928)’yla uyum içindeki diğer antlaşmalardan doğan yükümlülüklerin bilinci ile 8 Temmuz 1937’de imzalanan Sadabat Paktı için;
-…”Cumhuriyet Hükümetinin, doğu da izlemekte bulunduğu dostluk ve yakınlık siyaseti, yeni bir kuvvetli adım attı. Sadabat’ta dostlarımız Afganistan, Irak ve İran ile imza etmiş olduğumuz dörtlü antlaşma, büyük bir memnuniyetle kayda değer barış eserlerinden biridir. Bu antlaşmanın etrafında toplanan devletlerin, aynı gayeyi izleyen ve barış içinde gelişmeyi samimiyetle isteyen hükümetleri arasında işbirliğinin, gelecekte de hayırlı neticeler vereceğinden emin bulunmaktayız.” demiştir.
“Devrimler ve düşünceler sanatla yayılır,” ilkesini benimsemiş olan Atatürk, 1934 yılında İran Şahı’nın ziyareti sırasında dış politikadaki düşüncelerini Özsoy operası adı altında Şah’a anlatmayı tercih etmiştir. Bu düşünce, istenilen sonuca ulaşmayı sağlamış ve aralarında bazı anlaşmazlıklar olan İran, Irak, Afganistan ve Türkiye’nin 1935’te hazırladıkları ancak iki yıl sonra imzaladıkları Sadabat Paktı, Atatürk’ün büyük dehası sonucu gerçekleştirilmiştir. (Bakınız: https://www.sechaber.com.tr/opera-bir-devrim-hareketidir/)
Bu ziyaretten sonra İran Şahı, Türkiye’nin girişimiyle Irak ve Afganistan’ı da içine alan bir pakt oluşturulması yolunda üzerine düşen görevi yapmıştır. Böylece bölgede İkinci Dünya Savaşı öncesinde yeni bir ittifak oluşturulmuştur. Paktı imzalayan Türkiye dışındaki üç devletin (İran, Irak ve Afganistan) günümüzdeki durumlarını göz önüne aldığımızda Atatürk’ün bu girişiminin ne kadar önemli olduğu açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır.
Afganistan Kralı Mohammed Zahir Han, Sadabat Paktı’nın imzalanması üzerine, Atatürk’e aşağıdaki telgrafı göndermiştir:
-…”10 Temmuz 1937;
Dört kardeş ve dost memleketlerimiz arasında imzalanan Sadabad misaki münasebetile siz Ekselansa en hararetli tebriklerimi arza müsaraat ediyorum. Sadabad misakının bizim dört memleketimizin tesanüt ve kardeşliği ve sulhun muhafazası için en müessir bir âmil olacağına kaniim. Bu fırsattan istifade ederek Ekselansın şahsi saadeti ve Türkiye’nin refah ve istikbali için en samimi temennilerimiz arz ederim.” (Bakınız: Bilal N. Şimşir, “Atatürk ve Yabancı Devlet Başkanları Cilt I, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1993, s. 99, No. 132)
Büyük Atatürk, Paktın imzası dolayısıyla Afganistan Kralı Mohammed Zahir Han’a gönderdiği kutlama telgrafında;
-…“Dört kardeş memleket arasında mevcut en sıkı dostluk bağlarını bir kat daha teyit ederek dünya barışının esaslı desteklerinden birini oluşturan bu önemli eserin, milletlerimizin barışseverliği sayesinde meydana gelmiş olması hepimiz için övünülecek bir olaydır.” demiştir.
Saadabat Paktı’nın gerçekleştirilmesi için çok çalışmış ve sonunda Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı adına 8 Temmuz 1937’de bu paktı imzalamış olan Dışişleri Bakanı Sayın Dr. Tevfik Rüştü Aras ise bu konuda şunları söylemiştir:
…“Sadabat Sarayı’nda cereyan eden ve Şark için yeni bir devrin başlangıcını teşkil eyleyen mes’ut hadise hakkında mütevaziyane birkaç söz söyleyeceğim…
Cihanın bu kısmında biz kardeşliğe inandık. Şimdi biz asırlarca süren geçimsizliği ve bu mıntıkaları o kadar uzun zamandan beri harap eden ve kökleşmiş addedilebilecek olan kinlerin yerine karşılıklı muhabbet hislerini ikame ediyoruz. Kollarımızı, bütün dostluğumuzla bütün milletlere açıyoruz. Bunu yalnız onlarla mesut bir şekilde mevcut iyi münasebetleri idame için değil, fakat aynı zamanda her milletin nefine (yararına) olarak mezkür münasebatı daha fazla inkişaf ettirmek için yapıyoruz. Biz öyle milletlere mensubuz ki, tarihleri en şanlı zaferlerle olduğu kadar en bedbaht mağlubiyetlerle de doludur. Bu hususlarda diğer herhangi bir millete gıpta edeceğimiz hiçbir şey yoktur. Bizim milletlerimizin asırlarca mahrum kalmış oldukları bir şey varsa o da, en parlak medeniyetlerin beşiği olan bu kıt’ada sevmek ve sevilmek idi.
Şunu beyan etmek isterim:
Biz, cihanşümül bir muhabbet siyaseti istiyoruz…
Biz, Milletler Cemiyeti azasından bir bitaraflar grubu teşkil ediyoruz…
Sulh idealine samimiyetle bağlıyız. Çocuklarımızı sükûn içinde yetiştirmek ve tarlalarımızı da emniyet içinde sürmek istiyoruz…
Biz sulh davasının samimi ve sadık hadimleriyiz. Biz beynelmilel sulhu korumak için bizzat kendi vasıtlarımızla çalışıyoruz. Biz memleketimizin selâmet ve menfaatini sulhta buluyoruz…
Çocuklara öğretmek lazımdır ki, bir mezarlıkta eğlenceli bayram olmaz ve harabeler üzerine de bir saadet köşkü kurulamaz…”
Ne hazindir ki, bu paktı imzalayan ülkelerden İran, Irak ve Afganistan bugün büyük bir karmaşa içerisindedir. Pakt, 1939 yılına kadar işlevini yerine getirmesine rağmen 1939’da başlayan İkinci Dünya Savaşı ile birlikte etkisini büyük ölçüde yitirmiş; Irak İngiltere’nin denetimi altında tutulmuş, İran SSCB ve İngiltere tarafından işgale uğramış, Türkiye ise ilkelerine bağlı olarak kesinlikle barışçı bir siyaset takip ederek savaş süresince pasifliğini korumuştur. Savaş sonrasında durumlar normale dönmüş, hatta İran hükümeti 1948’de Sadabat Paktı’nın yeniden canlandırılmasını ve Pakistan’ın da pakta dâhil edilmesini bile önermiştir. Ancak savaş sonrası Orta Doğu’da SSCB ‘nin yol açabileceği tehditlere karşı 1955’te imzalanan “Bağdat Paktı”, Sadabad Antlaşmasının önemini tamamen kaybetmesine yol açmıştır. 1980’de Irak ile İran arasında çıkan savaş ile Sadabad Paktı tamamen bozulmuş ve önemsiz kabul edilmiştir.
Son günlerdeki Afganistan’daki gelişmelere bakıldığında süper güçlerin çeşitli adlarla büyük politika diye tanımladıkları Orta Doğu ve Asya’daki ülkeleri işgal ederek kendi çıkarları doğrultusunda sözde demokrasiler kurmaya çalışması, bu ülkelerin haritalarını değiştirme çabalarına girişmesi karşısında Büyük Atatürk’ün politikası her ülkenin bağımsızlığını koruyarak komşu ülkelerle ortaklık oluşturulması temelinde şekillenmektedir.
İşte Sadabat Paktı da bu düşüncenin bir sonucudur.
Çünkü Türkiye’nin hem Ortadoğu hem de Asya siyaseti çerçevesinde Irak, İran ve Afganistan ile bir pakt kurması, bugünün küreselleşme sürecinde dünyanın en hareketli bölgelerindeki ülkelerle o dönemlerde paktlar kurmasının ne kadar isabetli olduğunu göstermektedir. Bu ülkeler arasında coğrafi bakımdan Asya’nın tam ortasında bulunup Türkistan bölgesini ve Çin’i kontrol etmek için önemli bir sıçrama tahtası noktasında olan Afganistan üzerinde özellikle durmak icap etmektedir. 1921-1928 yılları arasında Türkiye ile Afganistan arasında giderek artan bir dostluk ve işbirliği ilişkisi başlamıştır. Bunun sonucunda 1 Mart 1921 – 25 Mayıs 1928’ de Türk-Afgan Dostluk Anlaşması imzalanmış ve böylece iki ülke arasında siyası ve kültürel bakımdan yakınlaşmalar baş göstermiştir. Atatürk, Afgan Devlet Başkanlarından Amanullah Han, Mehmet Nadir Han, Mehmet Zahir Şah ile dostluk ilişkilerini sürdürmüştür. Bu yakınlaşmada Atatürk’ün Anadolu’da dış güçlere karşı verdiği mücadelenin Afgan yönetimince İngilizlere karşı tam bağımsızlık arayışına bir örnek teşkil etmesinin rolünü de hesaba katmak lazımdır. Bugün Afganistan’da bulunan ve orada bir idare tesis etmek isteyen güçleri de bu anlamda değerlendirmek gerekmektedir.
Hatırlanmalıdır ki, İran ile Afganistan arasında çok uzun zamandır sürüp giden ve adeta kangren olmuş bir sınır anlaşmazlığını da Atatürk çözmüştür. Atatürk, bu iş için Fahrettin Altay Paşa’yı görevlendirmiş, Fahrettin Paşa’da yerinde yaptığı uzun bir çalışmayla ve her iki tarafı hoşnut edecek biçimde Afganistan-İran sınırını adeta yeniden çizip raporunu sunmuştur. 1935 başında her iki ülke düzeltilen sınırı memnunlukla ve teşekkürle kabul etmişlerdir.
8 Temmuz 1937’de imzalanan Sadabat Paktı, güvenlik ihtiyacından kaynaklanmıştır. Özellikle faşist İtalya’nın izlediği saldırgan politika (Balkanlar’da ve Asya’da yayılma emelleri) Türkiye’yi yeni güvenlik arayışlarına itmiştir. Nitekim gelişmeler, Türkiye’nin kuşku ve kaygılarını doğrulamış ve İtalya, 1935’te Habeşistan’a saldırmıştır (1939’da da Arnavutluk’u işgal edecekti). İtalya’nın Habeşistan’a saldırısı üzerine Akdeniz Paktı kaldırılmış, Türkiye, İran ve Irak, 2 Ekim 1935 tarihinde Cenevre’de bir “Saldırmazlık Paktı” parafe etmiştir. Bu paktın imzalanması, İran ile Irak arasındaki sınır anlaşmazlığının (Şattelarab sorunu) yumuşatılmasına bırakılmıştır.
İtalyan emperyalizmi karşısında Doğu Akdeniz’de ve Orta Doğu’da güvenliğin tehlikeye girdiğine inanan Türkiye, zaten ikili anlaşmalarla dostluk ilişkileri içinde bulunduğu İran, Irak ve Afganistan’la toplu bir dayanışma antlaşması yapmakta yarar görmüştür. Bunun için İran ve Irak’la Cenevre’de parafe etmiş olduğu Saldırmazlık Paktı’na Afganistan’ın da katılmasını sağlamıştır. Afganistan Dışişleri Bakanı Feyz Muhammed Han, Ocak 1936’da Ankara’yı ziyaret etmiş ve bu ziyaret sırasında Afganistan’ın da Türkiye-İran-Irak Paktına katıldığı açıklanmıştır.
Nisan 1937’de Irak Dışişleri Bakanı Naci El Asil Ankara’yı ziyaret etmiştir. Haziran 1937’de Türkiye Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras bu ziyareti iade etmiş ve bu ziyaretler sırasında Paktın son hazırlıkları yapılarak Irak ile İran arasındaki sınır anlaşmazlığının yumuşatılması sağlanmıştır. Türkiye Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın Bağdat ziyareti sonunda yayınlanan resmi bildiride, Türkiye-Irak ilişkilerinin “pürüzsüz” olduğu belirtilmiş, diğer komşu ve kardeş ülkelerle de öyle olduğu açıklanmıştır. Diplomatik dille şöyle ifade edilmiştir: …”karşılıklı bir anlaşma ruhunun teessüsüne ve husuile kendi komşuları olan kardeş milletlerin siyasetinde daimi bir muhaleset (barış) ruhunun hâkim olmasına ve bu yolda kendi aralarında karşılıklı yardımın inkişafına matuf siyasetlerinin birbirine tamamen mutabık olduğuna kanaat etmişlerdir.”
Irak ve Türkiye Dışişleri Bakanlarının karşılıklı ziyaretleri sonunda İran ile Irak arasındaki sınır anlaşmazlığı yumuşatılmıştır. Tevfik Rüştü Aras, dörtlü paktı imzalamak üzere, Irak Dışişleri Bakanı ile birlikte Bağdat’tan Tahran’a geçmiştir. Böyle bir paktın imzalanacağı hakkında Sovyetler Birliği’ne ve İngiltere’ye de önceden bilgisi verilmiştir. Tevfik Rüştü Aras’ın Bağdat ziyaretini değerlendiren Great Britain and East adlı İngiliz dergisi, …”artık Şark paktının kurulması için ortada hiçbir engel kalmadığını” belirttikten sonra, …“Türk heyetinin Bağdat ziyareti, Türkiye’nin Şark milletlerine nasıl önderlik ettiğini gösteren bir misaldir” demiştir.
Döneminin Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras ise yıllar sonra, Sadabat Paktı’nın nasıl yapıldığını şöyle anlatmıştır:
…”Garpta Balkanlar, Şarkta İran, Afgan ve Arap milletleri arasında bir ahenk aramak ve bunlarla ayrı ayrı ve hep birlikte iyi komşuluk nizamı kurmanın çarelerini araştırmak, harici siyasette güttüğümüz planın icaplarındandı.
Her şeyden evvel bu milletler ile aramızdaki işleri düzelttik. Milletler Cemiyeti’ne girmiş olmak sayesinde birçok devletlerle; seyahatler ve ziyaretler gibi nümayişlere ve tefsirlere kapı açan vasıtalara müracaata mecbur kalmadan, temas etme imkânını kazandık…
Afgan devletiyle daha 1921 senesinde bir ittifak muahedesiyle bağlanmış bulunuyorduk. Afgan Kralı’nın memleketimizi ziyareti bu muahedenin iki tarafın menfaatlerine daha uygun hale getirilmesine vesile olmuştu. Bu dostluğun temeli iki millet arasında atılmış olduğu içindir ki dost memlekette zuhura gelen hanedan değişikliğinden iki devlet münasebetleri asla zarar görmedi; hatta zamanla arttı, eksilmedi. Bu hususta bizim iyi niyetimiz kadar Afgan idaresini ellerine alan yüksek kabiliyetlerini ve iyi duygularını sırası düşmüşken sitayişle yâd eylerim.
İran’la münasebetlerimiz ise; millî hareketimizin başlangıcında, kendisi henüz Harbiye Veziri iken, Ebedi Şefimize bir dostluk mesajı ile yaverini göndermiş olan sabık İran Şehinşahı Pehlevi’nin Başvekâlete gelmesi üzerine çok iyileşmişti. 1931 senesi sonunda Tahran’a yaptığım bir ziyaret esnasında aramızda tek mesele olarak duran hudut ihtilâfı da kardeşçe tasfiye edilince, her şey tamamı ile yoluna girmiş bulunuyordu. Irak’la olan münasebetlerimize gelince: Türkiye, İngiltere ve Irak arasında yapılan bir türlü üçlü muahede bu münasebetleri tanzim etmişti.”
Sayın Aras şöyle devam ediyor:
…“İşaret ettiğim bu dört devlet arasında bir anlaşma vücuda getirerek sulhumuzu bu bölgede teşkilâtlandırmak için İran’la Afgan ve İran’la Irak arasındaki hudut ihtilâfını halletmek lazımdı. Fakat iş bundan ibaret değildi. Bu mıntıkada bir bölge anlaşmasına varabilmek için sade iştirak edeceklerim temayülleri kâfi gelemezdi. Bu mıntıkaya komşu olan iki büyük devletin yapılacak işten haberi olması icap ediyordu… Realist Türkiye harici siyaseti, bu hakikatleri görmezlikten gelemezdi. Bunun için bu iki büyük devletle aramızdaki münasebetlerin emniyetli bir dostluk derecesine eriştirilmesinde bu hususta muvaffakiyeti temin edecek esaslı şartlardandı.
Sovyetler Rusya’sı ile münasebetlerimiz en ileri dostluk derecesini çoktan bulmuştu. İngiltere ile de, sulh muahedesi yapılırken halli geri bırakılmış olan büyük ihtilâfımızı (Musul sorunu) yukarıda işaret ettiğim üçlü muahede esaslarında halletmek suretiyle iyi bir dostluk devresi açmıştık.
İran’ın da Miletler Cemiyeti’ne girmesini fırsat bilerek, İran ve Irak Hariciye Vezirleriyle misak (pakt) meselesini görüştük. Bu misak, dört Orta Şark memleketi arasında sık sık görüşmeyi ve buluşmayı temin edecek ve ileride civarımızdaki diğer Şark memleketlerini de aramızda almayı mümkün kılacaktı.
Esasta mutabık laldı. Böyle bir vesikanın İran ve Irak Hariciye Vezirleri arasında müzakere edilerek hazırlanmasını kararlaştırdık. Irak Hariciye Nazırı bu müzakerelerde müttefiki İngiltere ile daima müşaverelerde bulunuyordu. İran Hariciye Veziri Ekselans Kâzimi de müzakere safhalarını bana bildiriyordu. Ben de Sovyetler Hariciye Komiseri dostum Mösyö Litvinof’la müşverede bulunduktan sonra mütaleamı İran Hariciye Vezirine ifade ediyordum. Aynı zamanda Afgan Hükümeti’ne de, hem İran, hem Türkiye Hariciyesi tarafından müzakere safahatı hakkında muntazam surette malûmat veriliyordu.
Bu usulde çalışmakla bir hayli müddet sonra proje ihzar edildi (hazırlandı). Ama iş bununla da yine bitmiş olmuyordu. Garbi Asya’nın esaslı olan iki müttefikimiz; hudut ihtilâfının hallini, Türkiye’nin seçeceği bir zatın hakemliğine bıraktılar. Orgeneral Fahrettin Altay bu meselede büyük hizmet etti ve alâkalı iki devletin de memnunluğunu temin edecek bir hüküm verdi. İran ve Irak hudut ihtilâfının hallini ise bu iki dost devletin başşehirlerini ziyaretim esnasında her üç devletin mümessilleri bir arada çalışmak suretiyle başarabildik…” (Bakınız: Tevfik Rüştü Aras, Görüşlerim, Semih Lütfi Kitabevi, İstanbul: 1945, Sf: 130- 132)
Sadabat Paktı’nın imzalanması, yurt içinde ve yurt dışında iyi karşılanmıştır. Yerli ve yabancı basında geniş ve olumlu yankılar yaratmış, Ankara’da çıkan Ulus gazetesinin başyazarı Falih Rıfkı Atay, paktın imzalanmasını “1937 yılının en mesut hadisesi” olduğunu, bunun “derin bir inkılap” anlamıma geldiğini belirterek “Şark paktı, karşılıklı barış ve emniyet taahhüdü nizamını Akdeniz kıyılarından Asya içlerine kadar genişletmektedir” diyordu.
Akşam gazetesinde Necmettin Sadak, Sadabat Paktını …“Yakın Şark’ta sulhu kuvvetlendiren yeni bir amil” olarak görüyor ve şöyle diyordu: …“Muahede esas itibariyle bir dostluk misakıdır. Dört komşu devlet birbirlerinin dâhili işlerine asla karışmamayı ve kendi sınırları içinde silahlı çetelere, tarikatçı cemiyet ve teşekküllere müsaade etmemek suretiyle hudutlarda sükûn ve emniyetle beraber asayişi de temin etmiş olacaklardır. Şarkın bu kısmında böyle bir emniyetin faydaları küçük görülemez… Türkiye, bu suretle, Balkanlardan başlayarak Yakın Şark’ta, adım adım tesisini kendisine gaye bildiği sulh mıntıkalarını tahakkuk ettirmiş bulunuyor.”
Komşumuz Irak, İran ve Afganistan’ın Atatürk zamanındaki barış ve huzur içindeki durumlarını bugünkü durumlarıyla karşılaştırınca insanın içine derin bir hüzün çöküyor. Ve Atatürk’ü çok özlüyor, bir kez daha en derin şükran ve saygıyla anarken sözü büyük düşünüre bırakıyoruz:
-…”Olaylar, Türk milletine iki ehemmiyetli kuralı yeniden hatırlatıyor; Yurdumuzu ve haklarımızı müdafaa edecek kuvvette olmak; barışı koruyacak uluslararası çalışma birliğine önem vermek.”
8 Temmuz 1937 günü, öğleden sonra Türkiye ile İran, Irak ve Afganistan Dışişleri Bakanları tarafından imzalanan Sadabat Paktı (Saldırmazlık Paktı)’nın Maddeleri şunlardır:
Madde 1. Bağıtlı (Âkid) Yüksek Taraflar birbirlerinin içişlerine karışmaktan kesinlikle kaçınma siyaseti izlemeyi yükümlenirler.
Madde 2. Bağıtlı Yüksek Taraflar, ortak sınırların dokunulmazlığına saygılı olmayı yükümlenirler.
Madde 3. Bağıtlı Yüksek Taraflar ortak çıkarlarını ilgilendiren uluslararası nitelikteki her türlü uyuşmazlıklarda, birbirleriyle danışmalarda bulunmak konusunda anlaşmışlardır.
Madde 4. Bağıtlı Yüksek Taraflardan her biri, hiç bir durumda, gerek yalnız olarak, gerek bir ya da birkaç Devletle birlikte, içlerinden herhangi birine karşı hiçbir saldırı eylemine başvurmamağı yükümlenir.
Şunlar saldırı eylemi sayılır:
1-Meşru savunma hakkını kullanma, başka deyişle, yukarıda tanımlanan biçimde bir saldırı eylemine karşı koyma;
2-Milletler Cemiyeti Yasasının 16. Maddesinin uygulanmasından doğan bir hareket
3-Milletler Cemiyeti Genel Kurulu ya da Konseyince alınan bir karar uyarınca ya da Milletler Cemiyeti Yasasının 15. Maddesinin 7. Fıkrasının uygulanması yoluyla yapılan bir hareket; yeter ki, bu sonuncu durumda, söz konusu hareket ilk saldırıya geçen bir devlete karşı yapılmış olsun;
4-Bağıtlı Yüksek Taraflar dışında bir devlet tarafından saldırıya, istilâya ya da, Paris’te 27 Ağustos 1928 günü imzalanmış bulunan Savaştan Vazgeçilmesi Antlaşmasına aykırı olarak, kendisine savaş açılan bir bir devlete yardım.
Madde 6. Eğer Bağıtlı Yüksek Taraflardan biri, bir üçüncü devlete karşı saldırıya geçerse, öteki Bağıtlı Yüksek Taraf, bir ön bildiride bulunmaksızın, işbu antlaşmaya, saldırıcıyla ilgili olarak, son verebilecektir
Madde 7. Bağıtlı Yüksek Taraflardan her biri, kendi sınırları içinde öteki Bağıtlı Tarafların kurumlarını yıkmak, güven ve düzenliğini sarsmak ya da Hükûmet rejimini bozmak amacıyla silahlı çeteler, birlikler ya da örgütlerin kurulmasını ve eyleme geçmelerini engellemeyi yükümlenir.
Madde 8. Bağıtlı Yüksek Taraflar, kendi aralarında çıkabilecek, nitelik ve kaynağı ne olursa olsun, tüm uyuşmazlıkların çözülmesi olanağının ancak barışçı yollardan aranması gerektiğini 27 Ağustos 1928 günlü Savaştan Vazgeçilmesi Antlaşmasıyla zaten kabul etmiş olduklarından, o hükmü doğrulayarak, bu konuda kendi aralarında ortaya konulmuş ya da konulacak yöntemlere başvuracaklarını açıklarlar.
Madde 9. İşbu Antlaşmanın hiçbir Maddesi, Milletler Cemiyeti Yasası uyarınca, Bağıtlı Yüksek Taraflardan her birince üstlenilen yükümleri, her ne konuda olursa olsun, kısıtlar nitelikte sayılamaz.
Madde 10. Fransızca ve 4 örnek olarak yazılan ve birer örneği Bağıtlı Yüksek Taraflarca alınmış olduğu doğrulanan işbu antlaşma 5 yıl için yapılmıştır.
Bu sürenin sonunda Bağıtlı Yüksek Taraflardan birinin ona son verildiği 6 ay önceden bildirilmedikçe, Antlaşma, bütünüyle yeniden 5 yıl için uzatılmış sayılacak ve ondan sonra da Bağıtlı Taraflardan biri ya da bir kaçınca 6 ay öncesinden ona son verilinceye dek, beşer yıllık dönemler için, yürürlükte kalacaktır. Bağıtlı taraflardan birisiyle bozulan Antlaşma öbürleriyle yürürlükte kalır.
İşbu Antlaşma Bağıtlı Yüksek Tarafların her birisince kendi Anayasası uyarınca onaylanacaktır. Antlaşmayı Milletler Cemiyetinde kütüğe yazdıracak olan Genel Sekreterden, onun Cemiyetin öteki üyelerine bunu bildirmesi rica edilecektir.
Onay belgeleri Bağıtlı Yüksek Tarafların her birimince İran Hükûmetine sunulacaktır. Onay Belgeleri iki Bağıtlı Tarafça sunulur sunulmaz işbu Antlaşma o iki taraf arasında yürürlüğe girecektir. Üçüncü ve dördüncü Bağıtlı Taraflarca da onay belgeleri sunulduğu zaman Antlaşma bu üçüncü ve dördüncü için de geçerli olacaktır.
Onay belgelerinin her sunuluşunda İran Hükûmetince durum, gecikmeksizin, işbu Antlaşmanın imzalayıcılarına bildirilecektir.
Tahran’da, Sa-Âbad Sarayında, 8 Temmuz 1937 günü imzalanmıştır.
İmza: Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Sayın Dr. Tevfik Rüştü Aras
İmza: Afganistan Dışişleri Bakanı Sayın Faiz Mohammed Han
İmza: Irak Dışişleri Bakanı Sayın Dr. Naji El-Asıl
İmza: İran Dışişleri Bakanı Sayın Enayetullah Samiy.