-…”Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler ve dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz! En doğru ve en gerçek tarikat, uygarlık tarikatıdır”
“Şapka Yasası(Şapka Devrimi) 25 Kasım 1925”
29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilanı sonrası, kalpak ve serpuşun giyilmesinin yasaklanıp kamu görevlileri için şapka giyme zorunluluğu, gerçekleştirilen adımlardan birisidir. Osmanlı simgelerinin ortadan kaldırılması, dini kökenli giyim farklılıklarının yurttaşlar arasında ayrım yaratmasını önlemeye ve çağdaş bir toplum oluşturmaya yönelik adımlarının ilki “Şapka Devrimi” olmuştur. Fakat Hristiyanların simgesi olarak kabul edilen şapkanın halka benimsetilmesi kolay olmadı.
Mustafa Kemal Paşa, Ağustos 1925’te Kastamonu’ya yaptığı gezide, şapkayı tanıtıp kıyafeti bir uygarlık, bir çağdaşlık ve bir topluma milli bir kimlik kazandırma konusuyla halka anlatmaya çalıştı.
ATATÜRK, 23 Ağustos sabahı “Panama Şapkasıyla” Ankara’dan otomobille Kastamonu’ya hareket etmiş, öğle saatlerinde Çankırı’ya gelmiştir. Öğle yemeğinden sonra Çankırı’dan hareketle akşam saatlerinde Kastamonu’yu büyük onurlarla şereflendirmişlerdir. Kastamonu halkı tarafından büyük bir coşku ve sevinç içinde karşılanan ATATÜRK, 24 Ağustos 1925 günü üzerinde Müşir (Mareşal) üniforması olduğu halde Kastamonu Kışlası’nı ziyaret ederek:
-…”Bir Türk Dünyaya Bedeldir!” sözünü de burada söylemişlerdir.
Yazar Mustafa Selim İMECE, “ATATÜRK ‘ün Şapka Devriminde Kastamonu ve İnebolu Seyahatleri (1925)” adlı esrinde o günü şöyle anlatır:
…; Kurtarıcımızın, Kastamonu’ya gelişlerinde ve karşılanması sırasında ilk defa “Panama Şapka” ile görünmesi, halkımızı başı açık selâmlaması üzerine, o sırada Kastamonu Valisi bulunan merhum Kıbrıslı Fatin Bey ile Kastamonu Milletvekili Ali Rıza ve Mehmet Beyler ve bir kısım aydın Kastamonulular alelacele terzilere beyaz renk kumaştan şapkaya benzeyen serpuşlar yaptırmışlar ve başlarına giymişlerdi. Gazi’nin Kastamonu ili içinde yaptığı gezilerinde bu serpuş, Vali Fatin Bey’in kâh başında kâh elinde görülürdü. (s.20)
ATATÜRK ‘ün 24 Ağustos 1925 günü üzerinde Müşir (Mareşal) üniforması olduğu halde Kastamonu Kışlası’nın ziyareti sonrası, Memleket Hastanesini, Şehir Kitaplığını ve Belediye binasını ziyaret eden ATATÜRK, Belediye binasının salonunda;
-…”Uygarlık öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona yabancı kalanları yakar, mahveder! İçinde bulunduğumuz uygarlık ailesinde layık olduğumuz yeri bulacak, onu koruyacak ve yükselteceğiz. Refah, mutluluk ve insanlık bundadır.” Söylevinde bulunan ATATÜRK, Kastamonu Belediye binasından öğleye doğru ayrılarak, Kastamonu’dan İnebolu’ya hareket etmiştir.
Yazar Mustafa Selim İMECE,
…”Gazi, Kastamonu Belediyesi’nde, şehrin esnaflarını temsil eden bir grubu, daha serbest konuşabilmeleri için hep birlikte salona davet etmiştir.
Bu sırada bir terziye elbiselerini göstererek:
-…”Bu elbiseler herhalde ucuzdur. Kumaşı da düz. Uluslararası kıyafet midir?” Diye sorunca terzi:
—“Evet, uluslararası, diye cevap vermiş,”
Gazi:
-…”O halde bu elbiseler hem ucuz ve hem de yerli malıdır. Aynı elbiseye kumaşından bir de serpuş yaparsınız,” demiştir.
Başka bir esnafa da:
-…”Fesini göster bakalım” dedi.
Fesinin altından takke çıktı. İçinde takke, üzerine abani sarık, sonra fes…
Gazi, “Bunların hepsinin parası yabancıya gidiyor. Bunları söylemekten amacım şudur” dedikten sonra şöyle devam etti:
-…”Biz her bakımdan uygar insan olmalıyız. Çok acılar gördük. Bunun nedeni dünyanın durumunu anlamayışımızdır. Fikrimiz, düşüncemiz tepeden tırnağa kadar uygar olacaktır…”
Mustafa Kemal daha sonra, Belediye binasından ayrılarak, Vilâyete, Hükümet dairesine, gitmiştir. Valinin odasında savcıyı ve yargıçları, memurları, lise müdür ve öğretmenlerini kabul ediyor; daire başkanlarından ilin durumu hakkında geniş bilgi alıyordu.
Memurlar başı açık olarak Gazi’nin yanına girmiş; başında sarığı olan Müftü Efendi de sarığını çıkarmış, başını açmıştı. Gazi Müftü’ye, kisvenin tarihçesini sordu. Müftü de, kisvenin İslâmiyet’te şeklini, çıkar ve gereksinmeye tabi olduğunu, cübbenin hangi tarihte kimler tarafından ne amaçla giydirildiğini açıkladı. Ateşe tapanlardan alınan inek, yeni sahibine sütünü sağdırmazsa o adamın ateşe tapan kılığına girebileceği hakkındaki hükmünü söyledi. (s.25 – 27)”
Kastamonu’dan İnebolu’ya otomobil ile hareket eden ATATÜRK, Ecevit ve Küre’den geçerek 25 Ağustos günü İnebolu’yu şereflendirmiştir.
ATATÜRK, İnebolu’da, 26 Ağustos sabahı, Müşir (Mareşal) üniformasıyla yaya olarak kaldıkları evden ayrılarak Belediye binasına gelerek burada muhtelif heyetleri huzurlarına kabul buyurmuş ve daha sonra Hükümet binasına geçerek memurlar ile görüşmüştür.
Saat 18.00’de İnebolu çarşısında sivil elbise ve elinde “Panama Şapkasıyla” dolaşan ATATÜRK, 26 Ağustos gecesi İnebolu’da denizcilerin ve kayıkçıların, kaldığı evin önünde milli gösteriler yapılması üzerine onlara;
-…”Ben şimdiye kadar millet ve memleket hayrına ne gibi hamleler, inkılaplar yapmış isem hep böyle halkımıza temas ederek, onların ilgi ve sevgilerinden, gösterdikleri samimiyetten kuvvet ve ilham alarak yaptım!” şeklinde hitap etmiştir.
27 Ağustos 1925 günü, ATATÜRK, sivil elbise ve elinde “Panama Şapkası” ile İnebolu Türk ocağına gelerek ve tam burada ünlü Şapka Nutku’nu söyleyecektir:
-…”Bunu açık söylemek isterim! Bu serpuşun ismine şapka denir! Redingot gibi, bonjur gibi, smokin gibi, frak gibi, işte şapkamız!”
Mustafa Kemal ayrıca bu nutkunda:
-…”Ey memleketini seven ve memleketi, milleti için hayatını fedadan çekinmemiş bulunan kıymetli vatandaşlar! Hep beraber bütün cihâna sarih ifade edelim ki, bunca inkılâbâtın şuurlu kahramanı olan bu millet, medeniyet güneşinin bütün hararetini almıştır” dedikten sonra, konuşmasının devamında şunları söylemiştir:
-…”Efendiler, Türkiye Cumhuriyeti’ni te’sis eden Türk halkı medenidir. Tarihte medenîdir, hakikatte medenîdir. Fakat medeniyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı; fikriyle, zihniyetiyle medenî olduğunu isbât ve izhâr etmek mecburiyetindedir. Velhâsıl medenîyim diyen, Türkiye’nin, hakikaten medenî olan halkı başından aşağıya vaz’ı haricisiyle dahi medenî ve mütekâmil insanlar olduğunu fiilen göstermeye mecburdurlar. Bu son sözlerimi vâzıh ifade etmeliyim ki, bütün memleket ve cihân ne demek istediğimi suhûletle anlasın. Bu izâhâtımıhey’et-i âlinize, hey’et-i umûmiyeye bir sualle tevcih etmek istiyorum, soruyorum:
“Bizim kıyafetimiz millî midir? (hayır sadâlan).
“Bizim kıyafetimiz medenî ve beynelmilel midir? (hayır, hayır sadâlan).
“Size iştirak ediyorum. Tabirimi ma’zûr görünüz. Altı kaval üstü şişhâne diye ifade olunabilecek bir kıyafet, ne millîdir ve ne de beynelmileldir. O halde kifayetsiz bir millet olur mu arkadaşlar? Böyle tavsif olunmaya razı mısınız arkadaşlar? (hayır hayır kat’iyyen sesleri).
Çok kıymetli bir cevheri çamurla sıvayarak enzâr-ı âleme göstermekte ma’nâ var mıdır? Ve bu çamurun içinde cevher gizlidir, fakat anlayamıyorsunuz demek musip midir? Cevheri gösterebilmek için çamuru atmak elzemdir; tabiîdir… Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıp ihyâ’ eylemeye mahal yoktur. Medenî ve beynelmilel kıyafet bizim için çok cevherli, milletimiz için lâyık bir kıyafettir. Onu iktisâ’ edeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, caket ve bittab’ bunlann mütemmimi olmak üzere başta siperi şemsli serpuş, bunu açık söylemek isterim. Bu serpuşun ismine şapka denir. Redingot gibi, bonjur, smokin gibi, işte şapkanız!
Buna câiz değil, diyenler vardır. Onlara diyeyim ki, çok gafilsiniz ve çok cahilsiniz ve onlara sormak isterim:
“Yunan serpuşu olan fesi giymek câiz olur da şapkayı giymek neden olmaz ve yine onlara, bütün millete hatırlatmak isterim ki, Bizans papazlarının ve Yahudi hahamlarının kisve-i mahsûsası olan cübbeyi ne vakit, ne için ve nasıl giydiler?”
Ertesi sabah (28 Ağustos) elinde “Panama Şapkası” ile İnebolu’dan Devrekâni’ye geçerek, burada öğle yemeğinden sonra tekrar Kastamonu’ya dönen ATATÜRK, 29 Ağustos günü Kastamonu’da öğleyin şereflerine verilen ziyafette:
-…”Milleti sevk ve idare edenlerin dayanağı ordu olmuştur. Diğer milletlerde ordu ile millet daima yekdiğeri ile karşı karşıyadır. Hâlbuki bizde tamamıyla tersinedir. İkinci Meşrutiyeti kahraman subaylarımız ilan ettikleri gibi, bu inkılapları da yüne bunların fedakârlığına borçluyuz. Bundan sonraki yükselme ve ilerleme de sizin şuurlu kuvvetinizle olacaktır,”söylevinde bulunmuş ve daha sonra saat 14.00’de Kastamonu’dan Duday’a hareket etmiştir. Duday’da Hükümet ve Belediye’yi ziyaret ederek Belediye’de Dadaylılara hitapta bulunmuşlardır.
30 Ağustos günü bir kez daha Türk ocağını ziyaret eden ATATÜRK, buradan ayrılarak Halk Partisi Merkezine gelerek burada da bir nutuk söylemiş ve çeşitli konulara değindikten sonra kıyafet meselesine geçerek demiştir ki:
:-…”İnebolu’da ve diğer bazı yerlerde söyledim. Bugünün meselesi gibi mütâlaa edileceğinden burada da bahsetmek isterim. Her milletin olduğu gibi bizim de millî bir kıyafetimiz varmış, fakat gayri kabil-i inkârdır ki taşıdığımız kıyafet o değildir. Hatta millî kıyafetimizin ne olduğunu bilenler içimizde azdır bile. Meselâ karşımda kalabalığın içinde bir zât görüyorum (eliyle işaret ederek). Başında fes, fesin üstünde bir yeşil sarık, sırtında bir mintan, onun üstünde benim sırtımdaki gibi bir caket, daha alt tarafını göremiyorum. Şimdi bu kıyafet nedir? Medenî bir insan bu alelâcaib kıyafete girip dünyayı kendine güldürür mü? (Evet, güldürür sadâlan).”
ATATÜRK, kıyafet hakkında geniş izâhât ve malûmat vererek sözü şu neticeye getirdi:
-…”Devlet memurları bütün milletin kıyafetlerini tashih edecektir. Fen, sıhhat nokta-ı nazarından amelî olmak itibâriyle, her nokta-ı nazardan tecrübe edilmiş medenî kıyafet iktisâ’ edecektir. Bunda tereddüde mahal yoktur.”
31 Ağustos 1925 günü Kastamonu’dan Ankara’ya dönmek üzere otomobille hareket edecek olan ATATÜRK, kendilerini uğurlamaya gelen halka bir veda konuşması yapmış, buradan Çankırı’ya gelerek Hükümet konağında heyetleri huzurlarına kabul buyurarak:
-…”Tekkeler mutlaka kapanmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti, her alanda uyarıda bulunacak kudrete sahiptir. Hiçbirimiz tekkelerin uyarmasına muhtaç değiliz. Biz uygarlıktan, bilim ve teknikten kuvvet alıyoruz ve ona göre yürüyoruz, başka bir şey tanımayız. Doğru yoldan ayrılmışların amacı, halkı kendinden geçmiş ve aptal yapmaktadır. Hâlbuki halkımız aptal ve kendinden geçmiş olmamaya karar vermiştir. Bunlar basit bir durum gibi görünür; fakat önemi vardır. Biz cihan ailesi içinde uygarız. Her görüş açısından uygarlığın gereklerini uygulayacağız” söylevinde bulunmuştur.
ATATÜRK ‘ün Kastamonu gezisinden Ankara’ya dönüş tarihi 1 Eylül 1925’tir.
ATATÜRK ‘ün Kastamonu’dan Ankara’ya dönüşlerinde kendilerini karşılamaya gelen devlet erkânının ellerinde şapka vardır ve ATATÜRK ‘te karşılayıcıları “Panama Şapkasıyla” selamlayacaktır.
Falih Rıfkı ATAY, “Çankaya” adlı eserinde o güne ait bir anısını şöyle kaydeder:,
…” Mustafa Kemal Paşa, Kastamonu seyahatinden Ankara’ya şapkalı döndü. Şehir yakınlarında kendisini karşılamaya gidenlerden Yunus Nadi’nin şapkasını beğenerek kendisinin ki ile değiştirdi. İlk havadisi duyar duymaz başına şapka giyerek İstiklâl Mahkemesine geldiği için “Vakit” muhabirini huzurundan kovan ve hapsetmeye kalkışan rahmetli Afyon Milletvekili Ali Bey de, şapkası ile karşılayıcılar arasında idi. Bir hayli sonra, meselâ İzmir gibi aydın çevreler varken, ilk şapkayı niçin Kastamonu taassubu içinde giydiğini Mustafa Kemal’den sormuştum.
Şu cevabı verdi:
-…”İzmir tarafı halkı beni birçok defa gördü. Eğer orada şapka giysem, bana değil, şapkama bakarlardı. Beni ilk defa görenler ise şapkamla olduğum gibi kabul ettiler(s.434)”
Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’ya dönmesinden sonra çıkartılan bir hükümet kanunuyla bütün memurlara “Şapka giyme” zorunluluğu getirildi. 25 Kasım 1925’te 671 sayılı “Şapka İktisası Hakkında Kanun”kabul edildi. Bu yasa ile TBMM üyelerinin, memur ve müstahdemlerin şapka giymeleri zorunlu oldu. Şapka dışında başlık giyilmesi yasaklandı.
Yasa, “Türkiye halkının umumi serpuşu şapkadır” hükmünü getiriyor ve hükümeti, buna aykırı uygulamaları yasaklamaya yetkili oluyordu. 28 Kasım 1925’te yürürlüğe giren “Şapka Kanunu”, ülkede yer yer direnişle karşılaştı. Yasa TBMM ‘de kabul edildiği gün Erzurum ve daha sonra Rize, Sivas, Maraş, Giresun, Kırşehir, Kayseri, Tokat, Amasya, Samsun, Trabzon ve Gümüşhane’de protesto gösterileri yapıldı. Bu eylemlere katılanlar irtica yanlısı olarak İstiklal Mahkemeleri’nde yargılandılar. Rize’de 8 kişi idama mahkûm oldu.
Türk Ceza Kanunu’nun 526’ncı maddesiyle, şapkadan başka başlık giymeyi alışkanlık haline getirmenin cezası üç aya kadar hapis cezası olarak belirlendi. 1961 ve 1982 Anayasaları da diğer devrim yasaları gibi 671 sayılı yasanın da Anayasa’ya aykırılığının ileri sürülemeyeceğini hükme bağladı. Şapka Devrimi gerçekte bir başlık taklidi olmayıp, fikir ve düşünce devriminin bir sembolü olarak kabul edilmişti.
Yararlanılan Kaynak Eserler:
1-ATATÜRK ‘ün Söylev ve Demeçleri, Tamim ve Telgrafları V, 1972
2-ATATÜRK ‘ten Hatıralar, I., Hasan Rıza SOYAK, 1973.
3-ATATÜRK ‘ün Söylev ve Demeçleri, II., 1952.
4-ATATÜRK ‘ün Şapka Devriminde Kastamonu ve İnebolu Seyahatleri (1925), Mustafa Selim İNCE.
5-Çankaya, Falih Rıfkı ATAY, 1984.
6-ATATÜRK ‘le Cumhuriyet Yolunda Kurtuluş, Abdullah ÖZKAN, 2014.
Eksiklikler benim, fazlalıklar daha önce emek verenlerindir. Bir başka yazımda görüşmek üzere esen kalınız efendim.