Geçen sene Ekim ayında, Göktürk Ramu’nun öncülüğünde ziyaret etmiş olduğumuz, Kazdağları Milli Parkı’nda bulunan Sarıkız Zirvesi için, bu yazıyı yazma gerekliliğini hissettim. Bölgenin enerjisine, Sarıkız’ın sevgisine, yalnızlığına, rüzgârına, dağın ve ormanın ruhuna, en yükseklerden uçup, içimizde unutamayacağımız anılar yarattığı için kazlara…
Tam da burada bir paragraf açmak istiyorum aslında; Kaz, çok yükseklere uçabilen, Şamanların kozmik evrene seyahat etmesini sağlayan en önemli mitolojik hayvandır. “Kazın üç ayağı vardır” sözü de önemlidir ve bana göre bu üçlü; Beden, Ruh ve Zihin’dir. Üç, sembol olarak tamamlayıcıdır.
Şimdi tekrar yazıya dönersek ,
Geçen hafta, yine aynı bölgede idik. Şamanik etkinliğimizde de, gezi rotamızda da olmamasına rağmen, bir anda Sevgili Meltem Çelikoyan’ın önerisi ile kendimizi , Tahtakuşlar Köyü’ndeki Şaman Müzesi’nde buluverdik. Müzede Sarıkız ile tekrar buluştuk; müze yetkilisinden Sarıkız’ı dinledik.
Sizleri, Sarıkız ile ilgili efsaneyi okumadan evvel, geçen sene Ekim ayında gerçekleştirdiğimiz gezimize tekrar götürmek istiyorum. Yolculuk sonunda otobüsü bıraktığımız noktadan, yaklaşık 1 km uzaklıktaki mesafede olan Sarıkız Zirvesi’ne yaklaştıkça, şöyle bir manzarayla karşılaştık. Karşımızdaki tepenin üstüne, masmavi gökyüzünde, sanki bizleri karşılamak için bekleyen bulutlar konmuştu. Rehberimiz, normal şartlarda o bölgenin çok rüzgârlı olduğunu ve bulut görmenin çok mümkün olmadığını söylemişti. Bize özel o günde, rüzgârın daha az ve bulutlar çok yakındı. Rehberimiz ilk kez böyle bir şeyle karşılaştığını söylüyordu.
Zirveye çıktığımızda, sanki başka bir boyuta geçmiştik. Bulut kümesi dört bir yanımızı sarmaştı. Neredeyse elimizi uzattığımızda tutacak gibiydik. Bulutlar dağınık değil, aksine şekil verilmiş gibi oldukça biçimliydi. Elips şekilleriyle, tıpkı ufolara benziyorlardı. Hatta aramızda bulunan, konuyla ilgili arkadaşlar, bunların ufo benzeri uzay araçları olabileceğini bile söylemişti. Benim ilgim ise daha çok, sırtımı yasladığım rüzgârdı. Adeta sırtımdan beni destekliyor, ne kadar geri gitmek istesem de, beni dik tutuyor ve ileri doğru gitmemi istiyordu. Bu çok yüksek bir enerji idi. Diğer arkadaşlarım da şaşırmış ve bir o kadar da mutlu idiler. Belki de o bulutlar, bir daha o kadar yakına gelmeyecek, kim bilir?
Benim orda, o zirvede hissettiğim en önemli şey, Sarıkız’ın sevgisi ve ışığı idi.
“Sana dilsiz, dudaksız sözler söyleyeceğim.
Bütün kulaklardan gizli sırlardan bahsedeceğim.
Bu sözleri sana, herkesin içinde söyleyeceğim.
Ama senden başka kimse duymayacak.
Kimse anlamayacak.“
Şems i Tebrizi
**
Şimdi sizleri Sarıkız Efsanesi ile baş başa bırakıyorum…
SARIKIZ EFSANESİ
“Ayvacık yöresinden “Cılbak Baba” adında bir çoban, karısı ölünce küçük yaştaki kızı ile Edremit’in Güre Köyü’ne gelir. Oradan da Kavurmacılar Köyü’ne yerleşir. Güre Köyü’nden birinin koyunlarına çobanlık etmeye başlar. Kışları Kavurmacılar Köyü’nde, yazları da Kaz (Baba) Dağı’nda geçiren Cılbak Baba, kızını yanından ayırmaz. Ona da, boş kalmaması için bir miktar (12 adet) kaz alır. Dağa birlikte iner çıkarlar.
Cılbak Baba yaşlanmaya, kız büyümeye başlayınca, ikisinde de ermişlik olayları görülmeye başlar. Örneğin; yaz ayları yaklaştığında koçun boynuzuna dolanan yılandan, dağa çıkma zamanının geldiğini ve sonbahar başlangıcında, yine bir yılanın koç boynuzuna dolanmasıyla, kışlaya göç etme zamanının geldiğini anlamaları, Cılbak Baba’nın İstanbul’daki kardeşi Mesci Baba’ya mendille kar götürmesi ve tavanda asılıyken erimeye başlayan karın suyunu, Mesci Baba’nın “Babamoğlu! Dağ başında evliyalık olmaz. Topla kendini.” ikazıyla durdurması. Diğer çobanlar koyunlar için çardak yaptıkları halde onun çardak yapmayarak koyunlarını ince bir bulutla güneşten koruması ve havalandırması gibi.
Kıza gelince, bir gün kızın kazları havalanarak Bayramiç Ovası’na inip yaz mahsulüne zarar verince şikayet gelir. Baba kızını ikaz eder. Bundan haberi olmadığını söyleyen kız, eteğine doldurduğu taşlarla, kendi etrafında dönerek ,yaklaşık 1 km çapında bir avlu oluşturur. Bundan sonra kazlar bu avludan dışarıya çıkmamıştır. Buraya “Kaz Avlusu” denmektedir. “Kartal Çimen Çeşmesi” bu avlu içinde bulunmaktadır.
Baba yaşlanınca Hac’ca gitmek ister ve kızını Güre Köyü’nde bir imam ailesine emanet eder. Uzun süren Hac zamanında köy delikanlıları kıza evlenme teklifinde bulunurlar. Kız bu teklifleri kabul etmeyince bunu gurur meselesi sayarak, yorumlar üretmeye başlarlar. Yorumlar kısa sürede dedikoduya ve iftiraya dönüşür. Baba Hac’dan dönünce dışlanır ve köylünün baskısına dayanamayıp kızını öldürmeye karar verir. Evden çıkınca kıza bozuk yumurta atanlar olur. Bu nedenle çocuklar ona “Sarıkız” adını verirler. Köyün kenarına çıkıldığında Sarıkız ,kendisine hakaret edenlere bunun yanlış olduğunu kabul ettiremeyince beddua eder. Baba ile Sarıkız şimdiki “Sarıkız Tepesi” ne çıktıklarında, Baba abdest almak için kızından acele ile su ister. Ancak, verilen suların tuzlu olduğunu gören baba tatlı su ister. Anında verilen tatlı sudan şüphelenen baba “niçin tuzlu su verdiğini” sorar. Kız da “Acele ettiğin için denizden alıverdim” cevabını verir. Bu durum karşısında kızının ermiş olduğunu anlayan baba pişman olur. Kızına “Kızım ben sana inanmamakla büyük hata ettim. Senden özür dilesem beni affedersin ama senin yüzüne bakacak halim kalmadı. En iyisi sen burada beni bekleyedur, ben şöyle bir gezip geleyim” diyerek kızı yalnızlığa terk eder. Baba görünmez olunca dağın üzerine korkunç derecede siyah bulutlar çöker. Çobanlar bunun tehlikeli olabileceğini düşünerek kendilerini korumaya alırlar. Saatler sonra kalkan bulutun ardından çobanlar çevreyi gezdiklerinde, onları iki ayrı tepe üzerinde ölmüş olarak bulurlar. Oraları gömerek taşlardan türbeler yaparlar.
Olay nesilden nesle anlatılıp gelirken çobanlar bir gün “Kırklar Semahı Düzlüğü” ne pamuk gibi bir bulutun indiğini görürler. Bunun hayırlı bir bulut olabileceğini yorumlayarak yanına gitmeye karar verirler. Yaklaştıklarında, bulut açılarak hafif sis şekline gelir. Bunun içinde saçlı ve sakallı kırk tane şahıs büyük bir daire olarak semah dönmeye başlarlar. Bundan çok etkilenen çobanlar, semaha ara verildiğinde onlara “ Biz sizleri çok sevdik. Siz kimsiniz? Nereden gelip, nereye gidersiniz?” diye sorarlar. Onlar da “Bize kırk evliyalar derler. Biz destekçi grubuz. Şu anda Türk orduları Avrupa’ya ayak basmaya gidiyor. Onlara destek veriyoruz.” Cevabını verirler. Tarih olarak bu olayın 1356 yılına rastladığı anlaşılmaktadır. Semah yeniden başlayınca sis de koyulaşmaya başlar. Pamuk gibi olunca uçup, Avrupa ufkunda kaybolurlar.”
(Alibey KUDAR Özel Etnografya Galerisi Tarafından Orijinaline En Yakın Şekilde Düzenlenmiştir.)
**
Son sözü, “Sarıkız Mermerleri” şiirine bırakıyorum:
“Afrodit, aşk tahtını kurmuş yüksek başında,
Yakub’un rüyasından sanki iz var taşında.
Şahikanda yaşamış efsane dünyaları,
Senden birer parçaymış kainatın dağları.
Yalçın tepelerinde kartal saklı yuvalar,
Eteğinde Aşil’den ses veren Truvalar;
Binbir çiçek açarken ormanlarında yer yer,
Saçlarını tararmış körfezinde periler.
Bahar, meşalelerle sende alkışlanırmış,
Yapraklar solarken de başında ağlanırmış.
Venüs, şen sahilinde yatarmış kumsallara,
Her taşın bir taç gibi sunulmuş krallara.
İlyad’ı çamlarının dibinde yazmış Homer,
Lesbos’tan akşamları seyretmiş seni Bodler.
Barbaros, göklerinde tanımış ülkelerini,
Yeşil ormanlarında yapmış gemilerini.
Sarıkız’ın derdiyle çatlamış kayaların,
Sarıkız’ı anarak esiyormuş rüzgarın.
Taşında ve suyunda ağlıyor onun sesi,
Zümrüt tepelerinde Türkmenlerin kâbesi.
Mağrur güzelliklerin ruhunda ve tenimde,
Senin yüksek başından dileğim var benim de.
Bir şey istemiyorum, ne çiçek, ne de çemen.
Ne dağ çileklerinden, ne beyaz çam balından,
Ne gemiler yapılan o kızıl çam dalından.
Ne ceylan, ne de ince Türkmen dilberlerinden.
Bir parça istiyorum meşhur mermerlerinden.
Ne üstüne destanlar, sevdalar yazmak için;
Ne şekilsiz derdime bir şekil kazmak için.
Fıskiyeli havuzlar, heykeller kurmuyorum;
Mermerinden saraylar yapıp oturmuyorum;
Bir şelale parçası, bir kevser ister gibi,
Onu çürütmeyecek bir cevher ister gibi;
Bir parça istiyorum meşhur mermerlerinden.
Ne ceylan, ne de ince Türkmen dilberlerinden;
Sarıkız’ın gözyaşı damlamış bir yerinden
Bir parça istiyorum meşhur mermerlerinden.
Toprağına gömdüğüm bir dağ sümbülü için,
Eteğine koyduğum bir küçük ölü için.”
Sevgim ve Saygımla