Enver Behnan Şapolyo anlatır: …”Atatürk, Sivas Kongresi’ni toplamak üzere Heyet-i Temsiliye azalarıyla 1919 yılının 29 Ağustos’unda Erzurum’dan ayrılarak Sivas’a hareket etti. Erzincan’a geldikleri zaman jandarmalar otomobili durdurdular ve “Tehlike var!” dediler. Dersimlilerden bir çete boğazı tutmuşlardı. Buna rağmen tertibat alarak, boğazı aşıp yollarına devam ettiler ve 2 Eylül günü Sivas’a geldiler…”
Atatürk, Mütareke ’den Meclis’in açılmasına kadar geçen zaman zarfında cereyan eden siyasi olaylar hakkında 24 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı uzunca konuşmasında yukarıdaSivas yolunda bahsi geçen “Tehlike var! / Dersimlilerden birçete boğazı tutmuşlardı” olayını şöyle anlatmıştır:
…”Erzurum Kongresi’nden sonra 4 Eylül’de Sivas’ta genel bir Kongre oldu. Erzurum Kongresi yalnız Doğu Anadolu’yu temsil etmiş oluyordu. Sivas’ta Batı Anadolu’dan ve Rumeli’de yaşayan bütün millettaşlarımızın görüşlerini teyit etmiş oluyordu ve Sivas Kongresi, Erzurum Kongresi’nde tespit edilen esasları aynen kabul etmiş, yalnız ismini genişletmemekle kalmamıştır. Bütün Anadolu ve Rumeli’ye yayılması olmak üzere milli birlik ve dayanışma temin edilmişti ve bilhassa Dâhiliye Nazırı bulunan Âdil Bey ve Harbiye Nazırı Şefik Paşa, Erzurum Kongresi’nde olduğu gibi ve belki bundan daha ziyade yine milli hâkimiyetin tesisi için, yine memleket ve milletin hayatını kurtarmak için çalışanlar aleyhine bir takım kararlar veriyorlar ve bu kararları pek azgınca bir suretle takip ediyorlardı. Kongre’nin tam toplandığı sıralarda ki Ferit Paşa ve arkadaşları Malatya’da Elâziz Valisi Galip Bey’in emir ve idaresi altında masum ahaliyi aldatmak suretiyle bir kuvvet toplamaya teşebbüs eylemişlerdi. Harbiye Nazırı Şefik Paşa da bu kuvvetleri, masum millettaşlarımızdan ve dindaşlardan askeri kuvvetleri ile takviye etmek üzere kuvvetli emirler veriyordu. Ali Galip Bey bu kuvvetlerle birdenbire gelecek, Sivas’ı basacak, orada bulunan KuvayiMilliye’yi birer birer bir cani gibi asacak, kesecekti. Bütün bu tertibat kendisinin vilayete ve kumandanlığa tayini içindi ve orada hareket için bir iradeiseniyeyi (Padişah emri) cebinde taşıdığı tahakkuk etti. Sivas’a varışından sonra derhal telgraf başında İstanbul ile muharebe edecek ve o zaman iradeiseniyeyi de yayımlayacaktı. Diğer taraftan Ankara’da Vali bulunan Muhittin Paşa Çorum’a gitmiş ve orada yine Harbiye Nazır’ının kendine vermiş olduğu askeri kuvvetlerle hareket ederek böyle iki taraftan Sivas’a baskın yapacaklardı. Tesadüfen, İstanbul ile bu zevat arasında teati edilen şifreli telgrafların çözümü elimize geçti. Bunun üzerine derhal İstanbul’a müracaat ettik ve bunun sebeplerini anlamaya teşebbüs ettik ve bittabi Ferit Paşa, Şefik Paşa, Âdil Bey emniyete değer görülemezdi ve millet namına orada toplanmış olan Kongre üyeleri yine yüce hilafet makamına, saltanata zatı şahaneye telgraf verdiler. Bütün heyet telgrafhaneye koştu ve padişahtan hakkını talep etti…(Bakınız: TBMM Zabıt Ceridesi, Hazırlayan: TBMM Zabıt Kalemi Müdürlüğü, C:1, Devre:1, 3.Baskı, Ankara 1959, Sf:8-30)”
Enver BehnanŞapolyo devamla; …”Atatürk, Sivas’taydı.Heyet-i Temsiliye azalarıyla halkın tezahüratı içinde şehre girdiler. Atatürk otomobili durdurarak Sivas’ta lise binasında indi ve Kongre’nin lise salonunda toplanmasına karar verildi. Sivas’taki lise binasını sabık Dâhiliye Nazırı Memduh Paşa valiliği zamanında yaptırmıştı…”
Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk (Söylev)’de -…”3. Kolordu Komutanı olan Selahattin Bey, Sivas’ta bulunuyordu. Vali Paşa (Reşit Paşa) ile birlikte, kongreye gelen temsilcilerin yerleştirilmesinde, Temsilciler Kurulu için lise binasının ve Kongre’nin yapacağı salonun hazırlanmasında, ayrıca her türlü tedbirin alınmasında bir konuk-severlik örneği verecek şekilde mükemmel çalışmışlardı.(Bakınız: İsmet Zeki Eyüpoğlu’nun Türkçesiyle, Say Yayınları 2010, Sf:84)”
Enver BehnanŞapolyo devamla; …”Lise binasının bütün dershaneleri yatakhaneydi. Bütün azalar, kongrenin toplandığı kâgir ve güzel bir binada yatıyordu. Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Bey, ayrı ayrı odalarda yatıyorlardı. Onların karyola ve yataklarını Sivas halkı temin etmişti.
Mustafa Kemal Paşa’nın elinden tespihi düşmüyor, dudaklarında bir sigara, salonlarda dolaşıyordu. Afyonkarahisar adlı bir kahvehaneden kahveleri geliyor, durmadan kahve içiyorlardı. Azalar da durmadan boş zamanlarında domino oynuyorlardı.
Kongre’nin toplandığı salon müstakil şeklindeydi. Her tarafı Sivaslılar tarafından asılan kıymetli Türk halılarıyla örtülmüştü. Reis kürsüsünün üstünde “Tuğray-ı Hümayun” bulunuyordu. Salonda hemen her gün Heyet-i Temsiliye azaları toplanıyor, yapılacak işleri görüşüyorlardı. Aşağı kattaki odaların bir kısmı muhaberata, bir kısmı da istihbarata ayrılmıştı. Odaların temizliğine birkaç yaşlı yerli kadın bakıyordu. Azaların “Hemşire” adını verdikleri güçlü kuvvetli bir kadın da ütü yapıyor, çamaşırlarını yıkıyordu. Yemek zamanı mektepte çıngırak çalınıyordu. Azalar yemek salonunda murabba masalar etrafında yemeklerini yiyorlardı. Yalnız peyke yerine iskemlelerde oturuyorlardı. Fakat adam başına bir havlu ve su içmek için bir bardak bile düşmüyordu. Sular toprak testiler içindeydi. Her öğün üç kap yemek yiyorlardı. Bilhassa kuru fasulye ile pilav hiç sofralarında eksik değildi. İşte Sivas’ta geçen hayat buydu… (Bakınız: Enver BehnanŞapolyo“Mustafa Kemal Atatürk”, Yayına Hazırlayan: Yunus Emre Kaleli, 2018,Kopernink Kitap / Dolmbahçe AŞ. ,Sf:289)”
Okunduğu üzere Şapolyo, milletini kurtuluş ve zafere götürmekte çok çalışan, cesur, hizmet ve himmet eden Anadolu kadınlarını unutmamıştır.
Sivas Kongresi 4 Eylül 1919 Perşembe günü öğleden sonra açılmış, yedi gün sürmüş ve 11 Eylül’de sona ermiştir. Sivas Kongresi’nden sonra, Milli Mücadeledeki üstün hizmetlerine daima şahit olduğumuz Türk kadınları boş durmamışlar, teşkilatlanma faaliyetlerini sürdürerek, Heyet-i Temsiliye ile irtibata geçmişlerdir.
9 Ocak 1920’de, Asiye Remzi Hanımın riyasetinde, Amasya Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti’ne bağlı olarak kurulmuş ve kuruluş haberi 5. Fırka Kumandanı Cemil Cahit Bey tarafından Heyet-i Temsiliye’ye bildirilmiştir.
Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti, merkezi Sivas olmak üzere, Sivas Valisi Reşit Paşa’nın eşi Melek Hanım ve arkadaşları tarafından kurulmuş ve kısa zamanda muhtelif şehirlerde merkeze bağlı olarak şubeler açmıştır. 8 Kasım 1335 (1919) tarihli ve 15 numaralı “İrade-i Milliye” gazetesinde cemiyetin kuruluşuna ait şu haber yer almaktadır:…“Sivas Hanımları geçen Cuma günü (5 Kasım 1335/1919) Numune Kız Mektebi’nde toplanarak, memleketin bütünlüğü ve istikbalini müdafaa uğrunda bütün Anadolu’nun birliği için çalışmak üzere bir cemiyet kurmuşlardır. Hanımlarımızın memleket endişesi etrafında, erkekleri ve kardeşleriyle elele ve sonuna kadar çalışmaya azmettiklerini gösteren bu vatanperver teşebbüs, hususiyle nutuklarında ve telgraflarında gösterdikleri metin, ciddi ve müstesna fedakârlık hisleri, her türlü sitayişlerin üstünde bir his ve heyecan ile telakki edilmiştir. Medeniyet âleminde Anadolu’nun bu muhterem ve azimkâr heyecanlı seslerini Türk Milleti’nin daima yaşayacağına en büyük delil olarak kabul olunacaktır.”
12 Ocak 1336/1920 …”V. Fırka Kumandanlığına; Amasya Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cem’iyeti’nin teşkili hususunda sebk eden himem-i birâderânelerine bilhassa teşekkür ederek hemşiremiz hanımefendiye ihtirâmâtımızın iblâğ buyurulmasını ricâ, muvaâffakiyetlerini temenni eyleriz.
Mustafa Kemal.”
12 Ocak 1336/1920 …”Amasya Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cem’iyetiRiyâsetine;Müdâfaa’a-i Vatan husûsunda Amasya hanımlarının riyâset-i afifânelerinde ‘ibrzetdikleriâsân-ı himmet hey’etimizce müstelzim-i şükrân ve memnûniyet olmuşdur. Mesa-i vatan – perverânelerindemuvaffâkiyet temenni ederiz. İhtirâmâtımızın kabulünü ricâ ederiz.
Mustafa Kemal.”
Hemen akabinde Kayserili kadınlar, Kayseri Kadınlar Müdafaa-i Vatan Cemiyeti’ni teşkil etmişler ve cemiyetin kuruluş haberi Heyet-i Temsiliye’ye, Kayseri Mıntıka Kumandanı ve Ahz-ı Asker Kalem Reisi Emrullah Bey tarafında bildirilmiştir. Mustafa Kemal Paşa aynı şekilde Kayseri kadınlarının bu faaliyetlerinden de büyük gurur duymuş, Emrullah Bey’in 24 Ocak 1920 tarihli telgrafına, 26 Ocak 1920 tarihinde bir memnuniyet telgrafı ile cevap vermiş ve aynı gün ikinci bir telgrafla da, Kayseri Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti’ne teşekkürde bulunmuştur.
26 Ocak 1336/1920 Kayseri’de Kadınlar Müdafa’a-i Hukuk Cem’iyeti’ne; Sa’âdet ve selâmet-i vatan husûsunda bütün Anadolu’nun idrâketdiğimesâi’yecem’iyet-i muhteremelerinin de iştirâk etmiş bulunması hey’etimizce pek ziyâdemûcib-i memnûniyetolmuşdur. Anadolu kadınlığının inkişâf-ı müstakbeli nâmınateşebbüsât-ı vâkı’larını samimiyetle tebrik ederiz. Efendim. Mustafa Kemal.”
26 Ocak 1336/1920 Kayseri’de Ahz-ı Asker Kalem Re’isi Emrullah Bey’e;Kayseri’de Hanımlar Müdafa’a-i Hukuk Cem’iyeti’ni teşkil hususunda himmet-i vâlâlarıhey’etimizce müstelzim-i teşekkür görülmüşdür, efendim. Mustafa Kemal”
Esasen Sivas Kongresi’nin ilk üç günü uğraştığı bir diğer mesele, “İttihatçılık” meselesidir.Unutulmamalıdır ki I. ve II. Meşrutiyetin ilanını gerçekleştiren İttihat ve Terakki yönetimi kadın konusuna büyük önem vermiş, kadınların toplumsal hayata dâhil edilmesi yolunda girişimlerde bulunmuş, Jön Türkler ise kadın konusunu memleketin ekonomik ve kültürel bir meselesi olarak kabul etmişti. Meşrutiyet ve Kadın konusundaki detaylara girmeden önce Nutuk’a bir göz atmak isterim: -…”İlk açılış günü olan 4 Eylül günü ile beşinci, altıncı günleri, yani üç gün İttihatçı olmadığımızı açıkça belirtmek için belirtmek için ant içmek örneğini düzenlemekle…”
Kâzım Karabekir Paşa’nın Erzurum Kongresi’nin 10 Temmuz’dan 23 Temmuz’a ertelenmesi üzerine özellikle: …“23 Temmuz, İkinci Meşrutiyet’in ilan günüdür, Meşrutiyet Bayramıdır!”şeklinde vurgulaması sebep midir(?) bilinmez ama
;Dr. Emine Kısıklı, “Sivas Kongresi’nin Milli Mücadele Kamuoyu Oluşturulması Açısından Önemi” adlı makalesinde; …”bazı Kongre azaları haklı olarak(!), Sivas Kongresi’nin hiç bir siyasî fırkaya dayanmadığının, sırf vatanseverlik gayesiyle toplandığının ve Türk vatanının kurtarılmasından başka bir amacı olmadığının yeminle teyit edilmesi lüzumu üzerinde durmuşlardır. Bu azaların Hürriyet ve İtilâf Fırkasına da mensup olmadıkları göze çarpmaktadır.”
Türk Akademisyen Prof. Sina Akşin’e göre Sivas Kongresi’ne 120 kişinin katılması gerekirken, salonda sadece 38 delege bulunmaktadır. Ünlü Tarihçi Faik ReşidUnat’a göre Sivas Kongresi’ne katılan delegelerin sayısı 33’tür.(Nutuk’taki sayı da aynıdır.)
SİVAS KONGRESİ DELEGELERİ (4 EYLÜL 1919):
1-Mustafa Kemal Paşa “Atatürk” (Reis).
2-İsmail Fazıl Paşa (Reis Vekili).
3-Hüseyin Rauf “Orbay” (Reis Vekili).
4-İsmail Hamdi “Danişmend” (Kâtip. İstanbul).
5-Mehmed Şükrü “Koç” (Kâtip. Afyonkarahisar).
6-Bekir Sami (Tokat).
7-Refet “Bele” (Canik).
8-Kara Vâsıf (İstanbul).
9-Yusuf “Başkaya” (Denizli).
10-Necip Ali “Küçüka” (Denizli).
11-Mehmed Şükrü “Dalmanlı” (Denizli).
12-Hakkı Behiç “Bayiç” (Denizli).
13-Hoca Raif (Erzurum).
14-Şeyh Fevzi “Baysoy” (Erzincan).
15-Ahmed Nuri (Bursa).
16-Osman Nuri “Özpay” (Bursa).
17-Asaf (Bursa).
18-Halil İbrahim “Sipahi” (Eskişehir).
19-Hüseyin “Bayraktar” (Eskişehir).
20-Hüsrev Sami “Kızıldoğan” (Eskişaehir).
21-Mecid (Alaşehir).
22-Salih Sıtkı (Afyonkarahisar).
23-Zeki (Kastamonu).
24-Boşnakzâde Süleyman “Boşanlı” (Canik).
25-Mehmed Tevfik (Çorum).
26-A.Dursun “Yalvaç” (Çorum).
27-Dellâlzâde Osman (Nevşehir).
28-Halit (Bor).
29-Mustafa “Çırakçı” (Niğde).
30-Mazhar Müfit “Kansu” (Hakkâri).
31-İbrahim Süreyya “Yiğit” (Saruhan).
32-Hikmet (Tıp Fakültesi).
33-Bahri “Tatlıoğlu” (Yozgat). (Bakınız: Sivas Kongresi, Faik Reşit Unat, “Aylık Ansiklopedi, 1945, Cilt:1, Sf:157)
İttihatçılık ve yemin bahsi üzerinde en çok duran Denizli delegesi Küçük Ağazade Necip Ali Bey (Necip Ali “Küçüka”), Kongrede yaptığı konuşmada: …”Biz ne İttihatçı, ne İtilafçıyız. Ne şu, ne öteki fırkanın elemanlarıyız. Böyle dahi olsak bu sek af altında yalnız vatanı kurtarma gayreti millîyesi ile hemfikir olarak toplanmış insanlarız. Vatan kurtuluncaya kadar her türlü particilik fikrinden ve telâkkisinden uzak ve biribirimize omuz vermiş olarak, yalnız istilası memleket ve millet için çalışacağız ve bütün vatandaşları aralarındaki her türlü siyasî ihtilâfı durdurarak, yalnız bu büyük ve millî gaye üzerinde hedef istikametinde buluşturup, birleştireceğiz” demektedir.
Yapılan konuşmalardan sonra kongre çalışmalarının, İttihat ve Terakki Cemiyeti ile bir bağlantısı olmadığını ihtiva eden bir yemin formülü hazırlanmıştır. Hazırlanan bu formül aynen şöyledir: (İrade-i Millîye, 14 Eylül 1919) …”Saadet ve selâmeti vatan ve milletten başka hiç bir maksadı şahsî takip etmeyeceğime, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ihyasına çalışmayacağıma, mevcut frukusiyasiyeden hiç birinin emeli siyasiye sine hâdim olmayacağıma vallahi, billâhi.”
Ancak hazırlanan bu formüle delege listesinde ‘30’uncu sırada bulunan Mazhar Müfit “Kansu” (Hakkâri) haricinde(!), bütün Kongre azaları yemin ederek, İttihatçılık meselesini çözüme kavuşturmuşlardır. Böylece Kongrenin ilk üç günü Millî Mücadelede kamuoyu oluşturulmasına büyük ölçüde engel olan unsurlar başarıyla etkisiz kılınmıştır. Bundan sonra kongre çalışmaları “manda” meselesi üzerinde yoğunlaştırılmış, fakat manda meselesi de, Rauf Bey’in Amerikan Senatosu’na bir tahkik heyeti gönderilmesi hususunda yazı yazılması teklifiyle halledilmiştir. (Amerikan Senatosuna hitaben yazılan bu rapor, Ataşe, (Askerî Tarih ve Stratejik Etüd Bşk.), Türk İstiklâl Harbi Arşivi, Dosya No: 5, Arşiv No: 1/105’de kayıtlıdır. Ayrıca, Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, C:I, Sf:114)
Meşrutiyet ve Kadın:…”İttihat ve Terakki yönetimi kadın konusuna büyük önem veriyordu. Kadınların toplumsal hayata dâhil edilmesi yolunda girişimlerde bulunuyordu. Jön Türkler, kadın konusunu memleketin ekonomik ve kültürel bir meselesi olarak kabul ediyordu. Kadın konusu aydınların tartıştığı temel konulardan biri haline gelmişti. II. Meşrutiyet döneminde yaşayıp da bu konuda yazı yazmamış, fikir üretmemiş tek bir aydın ve yazara zor rastlanırdı.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kadın kollarında görev alarak hürriyet mücadelesine katılmış kadınlar, kendi özgürlüklerine ve haklarına ilişkin taleplerini ortaya koymaya başladılar. Kadınlar Meşrutiyet’in ilanıyla ilgili kutlamalara yoğun bir şekilde katılmışlardı. İstanbul’da ve Selanik’te ilk günlerde yapılan gösteri ve kutlamalarda Hıristiyan kadınların arasında Müslüman kadınlar da görülmüştü. Yardım cemiyetleri kurarak, eğlenceler düzenleyerek toplumda daha ön planda yer almaya çalışıyorlardı.
Kadının toplumdaki yeri konusunda Halide Salih (Edip), Fatma Aliye, Emine Semiye, Ruhsan Nevvare ve Selma Rıza gibi kadın yazarlar gazetelerde makaleler yazıyorlardı. Kadınlara yönelik mecmualar çıkarılmaya başlanmıştı.
Bunlardan ilki haftalık Demet dergisiydi ve yedi sayı çıkabilmişti (30 Eylül – 11 Kasım 1908). Onu takip eden Mehasin ilk resimli kadın dergisiydi ve aylık olarak çıkıyordu. Mehasin Eylül 1908 – Kasım 1908 arasında 12 sayı çıkabilmişti.
Demet ve Mehasin dergilerden hemen sonra, bu kez Kabe-i hürriyet Selanik’te Kadın adlı dergi yayın hayatına başladı. Kadın dergileri arasında ilk defa “kadın” kelimesi kullanılıyordu; örneğin Hanımlara Mahsus Gazete olarak da tarihe geçti. Kadın yayın hayatına 26 Ekim 1908’de başladı. Her Pazartesi yalnızca bir istisnayla kesintisiz 30 kere yayınlandı ve yayın hayatına 7 Haziran 1909 tarihinde son verdi. Kadın dergisinde çok geniş bir yazar kadrosu bulunuyordu. Enis Avni (Aka Gündüz) Seniha Hikmet mahlasıyla başmuharirlik yapıyordu. Ömer Seyfeddin, Ali Canip (Yötem), Mehmed Emin (Yurdakul), Celal Sahir (Erozan), Baha Tevfik ve Ali Ulvi (Elöve) Kadın mecmuası yazarlarından bazılarıydı. Feminizm düşüncesinin Abdullah Cevdet gibi Batıcı pozitivistler tarafından dahi tehlikeli bulunduğu bir ortamda Baba Tevfik’in Odette Lacguerre’den derlediği “Feminizm – Âlem-i Nisvan” adlı kitabında yer alan; ‘Fransız Kanun-ı Medenisi Önünde Kadınlar’ adlı bölüm Kadın mecmuasının 8. Sayısında yer aldı.
Bu dergileri Kadın (İstanbul 1911), Kadınlar Dünyası (1913), Kadınlık Hayatı (1913), Kadınlık Âlemi (1914), Kadınlık (1914), Kadın Duygusu (1914) ve Genç Kadın (1918) takip etti. Bu dergiler arasında en uzun süre yayın hayatını sürdüren Kadınlar Dünyası (1913-1921), Osmanlı kadınlarının hak mücadelesini üstlenen Osmanlı kadınlarının hak mücadelesini üstlenen Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti’nin yayın organıydı. Dergi, sütunlarını sadece kadınlara açmış ve daha sonra Beynelmilel adınlar Cemiyeti’ni kurmuştu. Eğitimli ve özgür kadınların toplumsal hayata katılmalarının gerekli olduğu üzerinde durmuştu. Toplumsal ve ekonomik hayatın gelişmesiyle kadının sahip olduğu statü arasında ilişki kurmuştu. Türkçü dergiler arasında ise başyazarı bir kadın olan (Nigar Hanım) Kadınlık dergisi öne çıkmaktaydı. Çağdaş Türk kadınının yetiştirmeyi amaçlayan dergi özellikle Nigâr Hanım’ın dilde sadeleşme hareketine destek veriyordu.
Mehasin mecmuasının Şubat 1324 (1909) tarihli 6. sayısında Halide Salih şöyle yazıyordu: …”Kadınlar asırlardan beri bizde ezilmiş, istihfaf edilmiş bir unsurdu. Bugün üstlerdeki tazyik kaldırılmak, onlara özel bir mevki verilmek isteniyor. Fakat bu mevkii tayinden yenilikçiler şaşırmış halde… Kadın deyince ayaklarının altı çiçekler, başları güneşli mavi semalar, muhitleri zengin, şaşalı eşyalar ile kalpleri hakikatten uzak, dolaşık, uzun şairane hislerle süsleniyor. Zavallı kısa ömürlü Demet’in başlangıcı, Mehasin’in esası az çok kadınları bu hayal kâşanelerinde oyalamaktı… Kadınlar ne yıldız, ne çiçek, ne de edebiyata mevzu olan vehm edilmiş mahlûklar değildirler. Kadınlar vatan için üstlenceğiniz en müşkül, en uzun teşebbüslerinizde size yardım edecek tabii ve hakiki arkadaşlarınızdır… Vatanın tekâmülüne doğru açtığınız yolda işleyen yoldaşınız, meslektaşlarınızdır.”
Benzer yayınlardan biri 25 Ağustos’ta İkdam gazetesinde “Ya Biz Ne Olacağız?” başlığı ile İsmet Hakkı Hanım tarafından yazılan makaleydi. İsmet Hakkı’ya göre hürriyet kadınlara medenileşmek ve gelişmek için özgürlük sağlamalıydı.
Kadın konusu günlük gazetelerde de yoğun biçimde tartışılır olmuştu. Örneğin 28 Şubat 1909 tarihli İkdam gazetesinde Ali Kemal “Nisan-ı İslam Bahsi” adlı bir makale yayınladı. “Bir kavmin yarısı cehaletle nâşad ise, öyle kalırsa, öbür yarısı hiçbir zaman, ne olursa olsun ilim ile şad olamaz” sözlerinden çok etkilendiğinden bahsettikten sonra kadınların eğitim alması gerektiğini vurgulamaktaydı. Ancak bu eğitimin kadınların daha iyi bir zevce ve anne olmasını sağlayacağını söyleyerek kadının yerini aile ile sınırlamaktan öteye gidemiyordu. Bu pek çok Meşrutiyet aydını erkeğin kadın meselesine bakış tarzının tipik bir örneğiydi. Pek çok aydın yazdıkları roman ve tiyatro eserlerinde kadınların alafrangalaşmasını eleştiriyor ve eğer kendilerine verilmek istenen hürriyet onları “kir ve fesada” sevk edecekse “iffet ve namusun” tercih edilmesini vurguluyorlardı.
İttihat ve Terakki’nin lider kadrolarından da kadın hakları konusunda ileri hamleler beklemek gerekti. Örneğin İttihat ve Terakki’nin önde gelenlerinden Enver Paşa, 1914 yılında Şehremaneti Cemil Topuzlu’nun gayretleri ile açılan Gülhane Parkı’nda kadınlı erkekli grupların beraberce gezinmesinden rahatsız oldu. Açılışın hemen ertesi günü Cemil Topuzlu’ya sert bir yazı gönderdi ve kadınların parka girmelerinin engellenmesini istedi. Kadının sokakta, tiyatroda, kafede yalnız ya da erkeklerle yer alması sürekli tartışılan konulardan biri olmuştu. Sokakta geleneksel kıyafetlerle dolaşan kadınlar dahi sık sık tacize uğrar olmuşlardı. Tüm bunlara karşın kadınlar kamusal alandaki görünümlerini arttırmak için büyük çaba gösteriyorlardı.
Bu arada Meşrutiyet hükümetleri kadının eğitimine çok büyük önem veriyordu. Kızlar için 1913 yılında ilk kız lisesi olan İstanbul İnas Sultanisi, bugünkü adıyla İstanbul Kız Lisesi açıldı. Bunu kız liselerinin Erenköy, Çamlıca, Kandilli açılışı takip etti. İkinci Meşrutiyet Dönemi’nin kadınlar için en önemli özelliklerinden biri de yükseköğrenim hakkını elde etmiş olmalarıydı. 1914’te Darülfünunda kızlara yönelik derslere başlandı. 1915’te ilk defa İstanbul Edebiyat Fakültesi’nde kızlar erkeklerle beraber yükseköğrenim görmeye başladı.
Meşrutiyet sonrası kadın örgütlenmeleri ilk defa yardım dernekleri çerçevesinde oluştu. Örneğin V. Murad’ın kızı Fehime Sultanın başkanlığında Osmanlı kadınlarından ileri gelen bazıları “Teavün-i Nisvan –ı Osmaniye” namıyla bir cemiyet kurmuşlardı. Hürriyetin ilanını takip eden ilk beş ay içinde tam 83 dernek kurulmuştu. Meşrutiyetle gelen yeni yönetim bu tür cemiyet ve kurumları destekliyordu. Dernekleşme faaliyetlerinin özgürleştirici dinamiği, İttihad ve Terakki Cemiyeti politikalarının kitleşmesi ve meşruiyet kazanması açısından önem taşıyordu. Aydın ve kent kökenli kadınlar tarafından kurulan dernekler ve kulüpler kadınların kamusal alandaki görünürlüklerini arttırmıştı. Kadınlar “şefkat, merhamet” gibi kadınlığa yakın duygular öne çıkararak yaptıkları faaliyetlerine toplumsal meşruiyet kazandırıyordu.
Kocalarının yanında peçesiz olarak tiyatro ve lokantalara giden, aynı arabaya beraber binen kadınlar geleneklere meydan okuyorlardı. Bu kadınlar Hıristiyan kadınların yaşadığı özgürlüğü yaşamak ve sosyal hayata dâhil olmak istiyorlardı. Hiç olmazsa İstanbul’da artık kanun ve geleneklere göre giyinmeyen genellikle gelir ve kültür seviyesi yüksek bir kadın kitlesi oluşmuştu. Balkan Harbi’ni takiben Selanik’ten İstanbul’a göç eden pek çok dönme aile ve kadınlar bu hareketin hızla ilerlemesine neden olacaktı. Balkan Harbi Müslüman kadınlara hastanelerde çalışma hakkı getirmiş, hemşirelik mesleği bu kadınlar arasında hızla yaygınlaşmıştı. Ancak tüm olumlu gelişmelere karşın kuvvetli bir kadın hareketinden veya tam bir kadın erkek eşitliğinden bahsetmek dahi mümkün değildi. (Bakınız: Gazenferİbar, “Meşrutiyeti Çok Sevmiştik”, Türkiye İş Bankası Yayınları, 2018, Sertifika No: 40077, Sf: 43…50)”
Ulu Önder Atatürk, pek çok konuşmasında kadınlarla ilgili, dönemine ait birçok görüşler iletmiştir:
-…”Türkiye Cumhuriyeti’nin esas düşüncesi, kadınları değil erkekleri dahi, savaş meydanına götürmemektir. Fakat Türk ulusunun yüksek varlığına, herhangi taraftan olursa olsun, ilişildiği zaman, işte o vakit Türk kadınları Türk erkeklerinin huzuru, sükûnu ve dünya insanlığı için lazım bir ödev olduğundandır ki, Türk kadını bunu yapacaktır.”