-…”Bildiğiniz gibi egemenlik sınırsız ve koşulsuz ulusundur. Artık bunda pazarlık hakkı yoktur!”
Yüksek, en yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tam bağımsızlığını sağlamak için, Rumeli ve Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsiliye Başkanı Mustafa Kemal’in davetiyle Ankara’da 23 Nisan 1920 Cuma günü saat 14.00’te, toplanılarak açılan Büyük Millet Meclisi’nin kurulduğu gün, 23 Nisan 1920 tarih ve 1 sayılı ilk karar ile kendi oluşum biçimini belirlemiştir. Bu karar “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Süret-i Teşekkülü Hakkında Heyet-i Umumiye Kararı” başlığını taşımaktadır. Böylece aynı zamanda ilk defa Türkiye sözcüğünü kullanarak adını “Türkiye Büyük Millet Meclisi” olarak resmileştirmiştir.(Not: “Türkiye” sözcüğünün ilk defa “Şubat 1921 tarihli İcra Vekilleri Kararı’nda” ya da 23 Nisan 1922 tarihli “23 Nisan’ın Milli Bayram Adinde Dair Kanun’da” kullanıldığı da ifade edilmektedir.)
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kimliğini kabul ettirme doğrultusunda varlık ve meşruluk sorunu ile ilgili ilk önemli işlemi ise 29 Nisan 1920 tarih ve 2 sayılı karar olarak aldığı “Hıyanet’i Vataniye Kanunu” ile olmuştur. Çünkü Meclis’in kurulduğu gün, Türkiye topraklarında 200.000 kişilik bir istila ordusu bulunmaktadır. Bunlardan 38.000.’i İngiliz, 59.000.’i Fransız, 17.900.’ü İtalyan, 90.000.’i Yunan… Türk ordusu bu sayıya, ancak iki yılı aşkın bir süre sonra, Ağustos 1922’de ulaşabilecek, fakat o tarihte yalnız Yunan ordusunun Batı Anadolu’daki mevcudu 200.000.’i bulmuş olacaktır.
Hatırlanacağı üzere, I. Dünya Savaşı (28 Temmuz 1914 – 11 Kasım 1918) başını İngiltere’nin çektiği İtilaf Devletleri’yle Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu arasında başlamış, Osmanlı Devleti’nde iktidarda bulunan İttihat ve Terakki Partisi’nin ileri gelenleri de bir olupbitti ile Türkiye’yi Almanya’nın yanında savaşa sokmuşlardır. Bu dönemde imzalanan 25 maddelik Mondros Ateşkes Anlaşması ile Türkiye açısından I. Dünya Savaşı sona ermiştir (30 Ekim 1918).
Bahriye Nazırı Rauf (Orbay) Bey’in Başkanlığında, Hariciye Nezareti Müsteşarı Reşat Hikmet Bey ve Kurmay Yarbay Sadullah Beyden kurulu Türk delegasyonu ile İngiliz Akdeniz Filosu Amiral Calthorpe arasında Mondros’ta Agememnon zırhlısında 27 Ekim 1918 günü saat 9.30’da başlayan görüşmeler 30 Ekim 1918 günü sona ermiş ve saat 20.03’te anlaşma imzalanmıştır.
Mondros Ateşkes Anlaşması şöyledir:
…”İngiltere Hükümetinin müttefikleriyle anlaşarak yetkili kıldığı İngiltere Hükümeti Akdeniz Donanması Başkumandanı Koramiral Arthur Calthorpe hazretleri ile Hükümeti Seniye tarafından yetkisi bulunan Bahriye Nazırı Devletli Rauf Beyefendi hazretleri, Hariciye Müsteşarı utufetli Reşat Hikmet Beyefendi hazretleri, Genelkurmay Yarbaylarından Sadullah Beyefendi arasında aktolunan mütareke şartları:
Madde 1- Karadeniz’e geçiş için Çanakkale ve Karadeniz Boğazlarının açılması ve Karadeniz’e geçişin güvenlik altına alınması için Çanakkale ve Karadeniz istihkâmları müttefikler tarafından işgal edilecektir.
Madde 2- Osmanlı sularındaki tüm torpil tarlaları ile torpido ve kovan yerleri ve diğer engellerin yerleri gösterilecek ve bunları taramak ve kaldırmak için istenildiğinde yardım edecektir.
Madde 3- Karadeniz’de bulunan torpil yerleri hakkında bilgiler verilecektir.
Madde 4- İtilaf Hükümetlerine mensup harp esirleri ile Ermeni esirleri ve mevkufları İstanbul’da toplanacak ve kayıtsız şartsız İtilaf Hükümetlerine teslim edilecektir.
Madde 5- Hudutların korunması ve iç güvenliğin sağlanması için lüzum görülecek askeri kuvvetten fazlası derhal terhis edilecektir. (İşbu askeri kuvvetin sayısı ve durumu İtilaf Hükümetleri tarafından Devleti Aliye ile müzakere edildikten sonra kararlaştırılacaktır.)
Madde 6- Osmanlı kara sularında güvenlik ve buna benzer hususlar için kullanılacak küçük gemiler müstesna olmak üzere Osmanlı sularında veya Devleti Aliye tarafından işgal edilen sularda bulunan bütün harp gemileri teslim olunup Osmanlı liman veya limanlarında mevkuf bulundurulacaktır.
Madde 7- Müttefikler, güvenliklerini tehdit edecek durum olduğunda herhangi strateji noktasını işgal hakkına sahip olacaktır.
Madde 8- Bugün Osmanlı işgali altında bulunan bütün liman ve demir yerlerinden İtilaf gemileri tarafından istifade edilmesi ve İltifatla harp halinde bulunanlara karşı kapalı bulundurulacaktır. Osmanlı gemileri de ticaret ve ordunun terhisi hususunda buna benzer şartlarda istifade edecektir.
Madde 9- İtilaf Devletleri, Osmanlı tersane ve limanlarındaki bütün gemi ve tamir vasıtalarını kullanacaktır.
Madde 10- Toros tünelleri müttefikler tarafından işgal edilecektir.
Madde 11- İran’ın Kuzeybatı kısmındaki Osmanlı kuvvetlerinin derhal harpten önceki hudut gerisine çekilmesi hususunda evvelce verilen emir yapılacaktır. Maverayı Kafkas’ın evvelce Osmanlı kuvvetleri tarafından kısmen boşaltılması emredildiğinden geri kalan kısmı, müttefikler tarafından mahalli durum tetkik edilerek istenirse boşaltılacaktır.
Madde 12- Hükümet muhaberatı müstesna olmak üzere telsiz, telgraf ve kabloların İtilaf memurları tarafından denetlenecektir.
Madde 13- Denizciliğe, askerliğe ve ticarete ait maddelerin ve malzemenin tahrip olunması önlenecektir.
Madde 14- Memleketin ihtiyacı karşılandıktan sonra artan kömür, akaryakıt ve deniz levazımının Türkiye kaynaklarından satın alınması için kolaylık gösterilecektir.
Madde 15- Bütün demiryollarına İtilaf denetleme subayları memur edilecektir. Bunlar arasında halen Osmanlı Hükümetinin denetlemesi altında bulunan Maverayı Kafkas demiryolu kısımları dâhildir. İşbu Kafkas hatları serbest ve tam olarak İtilaf memurlarının idaresi altına verilecektir. Ahalinin ihtiyacının karşılanması göz önünde tutulacaktır. İşbu maddede Batum’un işgali dâhildir. Osmanlı Hükümeti Batum’un işgaline itiraz etmeyecektir.
Madde 16- Hicaz’da, Asir’de, Yemen’de, Suriye’de ve Irak’ta bulunan muhafız kıtaları en yakın İtilaf Kumandanına teslim olacak ve Kılikya’daki kuvvetlerin intizamı muhafaza için gerekli miktarlardan maadası beşinci maddedeki şartlara uyularak kararlaştırılacak veçhile geri çekilecektir.
Madde 17- Trablus’da ve Bingazi’de bulunan Osmanlı subayları en yakın İtalyan muhafaza kıtalarına teslim olacaktır. Osmanlı Hükümeti, teslim emrine itaat etmedikleri takdirde bunlarla haberleşmeyi ve yardımı kesmeyi taahhüt edecektir.
Madde 18- Mısrata da dâhil olduğu halde Trablus ve Bingazi’de işgal edilen limanların en yakın İtilaf muhafaza kıtalarına teslim edilecektir.
Madde 19- Alman, Avusturya deniz, kara ve sivil memurlarının tebaasının bir aydan sonra mümkün olan en kısa zamanda Osmanlı memleketini terk edeceklerdir.
Madde 20- Beşinci madde gereğince terhis edilecek Osmanlı kuvvetlerine ait teçhizat, silahlar cephane ve nakil vasıtalarının kullanılmasına dair verilecek talimata uyulacaktır.
Madde 21- İtilaf Devletlerinin menfaatlerini korumak için iaşe nezaretinde İtilaf mümessilleri bulundurulacak ve kendilerine bu yolda gerekli görülecek bütün bilgiler verilecektir.
Madde 22- Osmanlı Harp esirleri İtilaf Devletleri nezdinde muhafaza edilecektir. Sivil harp esirleri ile askerlik yaşları dışında olanların bırakılması nazarı dikkate alınacaktır.
Madde 23- Osmanlı Hükümeti merkezi hükümetlerle bütün ilgisini kesecektir.
Madde 24- Vilayeti sitede (Erzurum, Van, Bitlis, Diyarbakır, Elazığ ve Sivas) karışıklık çıkması halinde bu vilayetlerin herhangi bir kısmının işgali hakkını İtilaf Devletleri muhafaza eder.
Madde 25- Müttefiklerle Osmanlı Hükümeti arasında muhasamat 1918 senesi Ekiminin otuz birinci günü vasati mahalli saatle vakti zuhurda tatil edilecektir.
-…”Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir… (Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi, Nutuk, 1927)”
Mondros Ateşkes Anlaşmasında Türk Delegasyonu Başkanı olan Rauf (Orbay) Bey, Anlaşmanın hazırlanmasında sağlayamadığı bazı hususlar için Amiral Calthorpe’dan şahsi teminat istemişti. Bu isteği kabul eden Amiral Rauf Bey’e aşağıdaki mektubu vermiştir:
…”Ekselans Rauf Bey’e
Türkiye Bahriye Nazırı
Ekselans,
Müttefiklerle Türkiye arasında akdedilmiş mütareke şartlarının birinci maddesine tevfikan, Çanakkale ve Karadeniz Boğazları kalelerinin işgalinde yalnız Britanya ve Fransız kıt’a larının kullanılacağını size temin etmekliğim için Britanya Hükümeti bana salahiyet verdi. Kaleler işgal edildiği zaman az sayıda Türk askerinin kalmasına müsaade edilmesini hükümetime kuvvetle tavsiye ettim.
Bugünkü ahval altında mümkün olursa hiçbir Yunan harp gemisinin İstanbul veya İzmir’e gitmemesi hususundaki azimkar arzunuzu ifade ettim ve esbabını da bana izah ettiğiniz gibi bildirdim.
Türk Hükümeti’nin asayişin idamesinde ve Müttefik teb’ası ve emvalinin muhafazasında acz göstermesi gibi bazı muayyen zaruret zuhur etmedikçe İstanbul’un işgal edilmemesi hususundaki kuvvetli talebinizi hükümetime bildirdim.
Yukarıdaki malumatın yalnız Zat-ı Şahane ile Sadrazam’a bildirileceği hakkındaki teminatınızı öğrenmekle bahtiyarım.
Son müzakerelerimizin iradesinde ve mesut bir neticeye isalinde Ekselanslarınızla arkadaşlarınızın samimi ve dostane hareketlerine bu fırsattan faydalanarak teşekkür etmeyi arzu ediyorum.
Ekselansınızın muti bendesi olmak şerefiyle.
Akdeniz İstasyonu Britanya Başkumandanı
Arthur Calthorpe
Ferik Amiral”
Yunan gemilerinin İstanbul’a gelmemeleri önlemek için hükümet, Kurmay Yarbay Sadullah Bey’i 10 Kasım 1918 günü Mondros’a göndermişti. Sadullah Bey o gün Amiral Calthorpe ile görüştü. Sonucu bir raporla hükümete bildirdi. İngiliz Amiralinin Rauf Bey’e on gün evvel verdiği 30 Ekim 1918 tarihli mektuptaki ifade ile 10 gün sonra Sadullah Bey’e söylediklerini karşılaştırmak için bu raporu aşağıya alıyorum:
…”Amiral ile mülakatımızda, Yunan gemilerinin İstanbul’a gelmemesi için tekrar ettim. Bu emrin değiştirilmesine imkân olmadığını bildirdi. Yalnız Yunan gemilerini, takriben Selimiye açıklarında bırakmak suretiyle, İstanbul’dan biraz uzak bulundurulmasına muvafakat etti. Bunun önünden başlayarak, Boğaziçi’ne doğru yalnız ikişer İngiliz, Fransız, İtalyan gemisi getirebileceğini ve bu gemilerin sabahleyin takriben 8.00 – 9.00 da gelip, öğle vakti İstanbul’dan hareket edeceklerini ve gemilerin varış zamanının 24 saat önceden haber verileceğini vaat etti. Bununla beraber, kendi emrinde bulunmayan Yunanlıların Londra’da bir teşebbüs yaparak, bu tertibatı değiştirmeye çalışmaları muhtemel olduğunu ifade etti. Amiralin ifadesinden Yunanlıların Londra’da daima kuvvetli teşebbüsleri, diğer Müttefiklerin de müracaatlarının eksik olmadığını, bu durumda ruhlu ve mühim meselelerin gerek Amiral (Calthorpe), gerekse General (Wilson) vasıtasıyla çözülmesi kolay olmayacağı anlaşılmaktadır. Memleketimizin de murahhas memur göndererek, doğrudan doğruya Londra ile temas etmenin gerek anlaşma teferruatının, gerek barış meselelerinin halli için pek faydalı olacağı zannında bulunduğumu arz ederim.”
31 Ekim 1918’te Mondros Ateşkes Antlaşması yürürlüğe girmiş, anlaşmayı imza eden Rauf Bey Başkanlığındaki Türkiye delegeleri İstanbul’a dönmüşlerdi. Hükümet Rauf Bey’in verdiği bilgilerden memnundu. Padişah ise, kurulu hemen kabul etmedi. Rauf Bey, Hükümeti ziyaret ederek, …”İngilizlerin acelesi yüzünden, talimat almadan anlaşmayı imza etmek zorunda kaldıklarını,” anlatacak, 2 Kasım 1918’de İstanbul’da gazetelere verdiği demeçte: …”Sizi temin ederim ki, İstanbul’umuza tek bir düşman askeri çıkmayacaktır!..” diyecek Calthorpe’un mektubu ve Rauf Bey’in bu sözleri bir güvence sayılacaktır. 13 Kasım’da Müttefik filosu ile birlikte Yunan savaş gemileri de İstanbul’a gelecektir.
Başbakan Ahmet İzzet Paşa, ateşkesin imzalandığını ordulara ve illere bildirmişti. Türkiye’nin silahaltında 400.000 kişilik ordusu vardı: …”Başkomutanlık Karargâhı İstanbul’da, 2. Ordu Adana’da, 3. Ordu İstanbul, 5. Ordu Gelibolu, 6. Ordu Musul, 7. Ordu Racu (İslahiye güneyinde), 8. Ordu İzmir, 9. Ordu Kars’ta, Kafkas İslam Ordusu da Bakü de bulunmaktaydı. Mondros Ateşkes Anlaşmasının imzalandığının öğrenilmesi, savaştan bıkmış kamuoyunda ve askerler üzerinde genel bir memnunluk yaratırken, şartları ağır bulan ve kaygı belirtenler de bulunmaktaydı.
İngiliz Hükümeti, Amiral Calthorpe’u Mondros Ateşkes şartlarını Türkiye’ye kabul ettirme başarısını gösterdiğinden ötürü kutlamaya karar verdi. Fransız Parlamentosu da savaşın sona ermesinden memnundu. (Not: Fransız ordusu I. Dünya Savaşı’nda; 1.364.000 ölü, 740.000 sakat, 3.000.000 yaralı, 490.000 tutsak vermişti. Savaşın genel bilançosu ise yaklaşık 10.000.000 ölü, 20.000.000 yaralı, 6.000.000 kayıp…)
Mondros Ateşkes Anlaşması’nın 19. Maddesi gereğince Hükümet, Karargâhı Adana’da olan Yıldırım Orduları Grubu Komutanı Alman Liman Von Sanders’i İstanbul’a çağırarak, komutanın Mustafa Kemal’e bırakılmasını emretmişti. I. Dünya Savaşı boyunca Türkiye ordusunun sevk ve yönetimi Alman subaylarının elindeydi. Liman Von Sanders, 31 Ekim 1918’te Adana’da birliklerine bir emir yayınlayarak komutayı Mustafa Kemal Paşa’ya devredecek, O’nun başarılarını övecekti. Mustafa Kemal Paşa, Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’nı almak üzere Racu’dan Adana’ya geldiği gün, Sanders Paşa’da İstanbul’a gitmiştir. 7 Kasım 1918’de Bakanlık emri alınınca Mustafa Kemal Paşa 10 Kasım’da komutayı Nihat Paşa’ya devredecek, Adana’dan İstanbul’a hareket edecektir.
-…”Geldikleri gibi giderler! (İstanbul, 13 Kasım 1918).”
Ayrıca, Mütarekenin olumsuz şartları içinde ortaya çıkan Saray ve devlet erkânı ile aydın kesim arasında farklı düşünce yapıları ki, bunlar özellikle Saray ve Saraya yakın olanların dile getirdiği, devletin içinde bulunduğu durumdan kurtarılmasını İngiltere ile yakın ilişkiler içinde olunarak gerçekleştirilebileceği ile bir kısım devlet erkânı ve aydın kesimin dile getirdiği Wilson İlkeleri çerçevesinde devletlere yaranmaya çalışıp hak arayarak iyi sonuçlar elde edilebileceği yani Amerikan mandası gibi teslimiyetçi düşüncelerdi. Bunların da maddi temelleri ise çürüktü.
Bu durum milli ve bağımsız bir toplum ve devletin kurulması zorunluluğunu ortaya koymaktaydı. Bu da ideolojik olarak milliyetçilik temeline dayanacaktır. Bu ortamda vatan kavramı yeniden tanımlanacak ve bir millet haline gelmek için gerekli programlar üretilecektir.
Esasında Mütareke sonrasında Osmanlı Devleti’nde bir iktidar boşluğu ortaya çıkmıştı. Bu ortamda Padişah Vahdettin İttihatçı çoğunluğa sahip Meclis-i Mebusanı 21 Aralık 1918’de fes etmiş, böylece hükümetler Saray hükümeti haline gelmiş yani Vahdettin iktidarı fiilen ele alarak meşrutiyeti askıya alıp mutlakıyetçi bir ihtilal yapmıştı. Bu ortamda kurulan özellikle Damat Ferit Paşa hükûmetleri teslimiyetçi ve direniş karşıtı bir politika izleyecektir.
Bu gelişmelerin yanı sıra işgal ve işgal söylentilerine karşı mahalli kurtuluş çareleri arayan, bunun için milleti işgalci güçlere karşı mücadele etmek üzere teşkilatlandırmağa çalışan Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak hareketleri ortaya çıkmış ve bu şekilde Anadolu’da, Trakya’da ve Elviye-i Selase’de teşkilatlar oluşturulmuş, hatta Batı Trakya ve Kars’ta geçici hükûmetler kurulmuştu. Kars’ta kurulan hükûmet ise cumhuriyet ilan etmişti.
İşte böyle bir ortamda Ordu müfettişi olarak görevlendirilen Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıktıktan bir müddet sonra millî hâkimiyet esasına dayalı kayıtsız şartsız bağımsız millî devleti teşkil etmek üzere faaliyetlerini yoğunlaştırdı. Atatürk bu doğrultuda, birbirinden bağımsız olarak kurulup teşkilatlanan Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak cemiyetlerini tek bir merkezde toplama faaliyetine girişti.
27 Şubat 1919 Perşembe günü, Bahriye Nazırı Rauf Bey, askerlikten emekliliğini istedi. Rauf Bey, 24 Mayıs’ta İstanbul’dan ayrılarak Bandırma’ya, oradan Ankara yolu ile Amasya’ya gidecek ve Mustafa Kemal Paşa ile buluşacaktı.
Bu yönde ilk olarak Rauf Bey, Refet Bey ile Ali Fuat Paşa’nın da katılımıyla Amasya’da gerçekleştirilen toplantıdan sonra hazırlanan genelge, 22 Haziran 1919’da Tüm askerî ve sivil yetkililere gönderildi. Durum tespiti yapıldıktan sonra yapılması gerekenlerin ortaya konduğu genelgede “…Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”, ifadesi de yer almaktaydı.
Daha sonra, 23 Temmuz’da Atatürk’ün Başkanlığında toplanan Erzurum Kongresi’nde alınan kararlarda, “…Milli hudutlar içinde vatanın bütün olduğu ve ayrılık kabul edilemeyeceği, manda ve himaye kabul olunamayacağı ve Kuvay-ı Milliye’yi amil irade-i milliyeyi hâkim kılmanın esas olduğu” ifadeleri yer aldı.
Erzurum Kongresi’nden sonra 4-11 Eylül tarihleri arasında Sivas’ta toplanan umumi kongrede, Erzurum Kongresinde alınan kararlar aynen kabul edildiği gibi, Müdafaa-ı Hukuk teşkilatlarını tek çatı altında toplamak için gerekli girişimler yapıldı. Bunların yanında, Kongre sonrasında Milli Mücadele hareketinin dayandığı temel doktrini ifade eden ve kongre kararları ile tüm faaliyetleri kamuoyuna ve dünyaya duyuran İrade-i Millîye adlı gazete çıkarıldı.
İç ve dış şartların ağırlığı karşısında dayanacak başka bir güç olmaması, milleti ve onun iradesini ön plana çıkartmakta ve bu durum Amasya genelgesi ile kongrelerde alınan kararlarda, ‘Milli İrade’ ve ‘Milli Egemenlik’ kavramlarını bağımsızlığın elde edilmesinin ön şartı durumuna getirmekteydi.
Yani, Tam Bağımsızlık hedefine ulaşmak gayesiyle başlatılan Milli Mücadele hareketi, Milli Hâkimiyet ve Milli İrade esasına dayandırılmakta, dolayısıyla Türk Milliyetçiliği temeli üzerinde inşa edilmekteydi. Esasında bu sıralarda Milliyetçi Hareket, Kanun-i Esasi’nin öngördüğü resmi kurumların çalıştırılmasında ve bu çerçevede Meclis-i Mebusan’ın toplanıp ona dayalı hükûmetin kurulmasında ısrar etmekteydi. Bu gelişmeler karşısında İstanbul’daki iktidarın da seçim dışında bir meşruluk kaynağı pek kalmamıştı.
Nitekim Sivas Kongresi sonrasında Milliyetçi Hareketin baskıları karşısında Damat Ferit Paşa Hükûmeti istifa etti. Yerine Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk hareketini bir taraf olarak tanımaya hazır olan Ali Rıza Paşa Hükûmeti iş başına geldi. Bu hükûmet zamanında Bahriye Nazırı Salih Paşa ile Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa arasında 20-22 Ekim 1919’da Amasya’da gerçekleşen mülakat sonrasında üzerinde anlaşılan Amasya Protokolleri çerçevesinde, bu görüşmelerden önce 7 Ekim’de yayınlanan İntihabı Mebusan Kararnamesi uyarınca Aralık 1919’da genel seçimler yapıldı.
Bu gelişmenin arkasından Heyet-i Temsiliye, Meclis-i Meb’usan’ın İstanbul’da toplanacağı kararı üzerine, merkezini, Sivas’tan Ankara’ya taşıdı.
Heyet-i Temsiliye’nin 27 Aralık 1919’da Ankara’ya varışından sonra, Mustafa Kemal Paşa, Ankara’nın ileri gelenlerine verdiği ve ülkenin içinde bulunduğu durumu anlatan konferansında, kongrelerde alınan kararlar doğrultusunda milli teşkilat olarak dayandıkları temel düşünceyi “hâkimiyet-i millîye” olarak açıkladı ve takip edilen gayeyi ise, vatanı parçalanmaktan, milleti de esaretten kurtarmak şeklinde ortaya koydu.
Bu arada seçimlerin tamamlanıp gerekli hazırlıkların bitirilmesi ile birlikte 12 Ocak 1920’de Meclis-i Meb’usan, fiilen işgal altında olan İstanbul’da toplanarak çalışmalarına başladı. Böyle bir ortamda milli iradeyi serbestçe temsil etmekten uzak olarak çalışan, Müdafaa-i Hukuk mensubu ve taraftarlarının çoğunluğu oluşturduğu Meclis-i Meb’usanın en önemli girişimi, 28 Ocak 1920’deki gizli oturumunda esasları daha önce kongreler sürecinden Mustafa Kemal Paşa tarafından çizilen Misak-i Millî (Ahd-ı Millî) kararlarını kabul etmek oldu.
Böylece yukarıda belirttiğimiz şekilde Milliyetçi hareketin tespit ettiği ilkeler Osmanlı Meclis-i Meb’usan’ı tarafından da benimsenmiş olmaktaydı. Bu belge, o sıralarda Londra’da toplanmakta olan ve Osmanlı Devleti’ne imzalatılacak barış antlaşmasının şartlarının görüşüleceği konferans öncesi, Osmanlı Devleti’nin ülke ve nüfus unsurları ile bağımsızlık anlamında egemenlik hakkını yeniden belirlemekte ve Türk tarafının imzalayabileceği asgari barış şartlarını içermekteydi.
Bu son gelişmeler üzerine İstanbul’daki İtilaf Devletleri mümessilleri Hükümete baskılarını iyice arttırdılar. Nitekim baskılar karşısında Hükümet istifa etmek zorunda kaldı. Arkasından da 16 Mart 1920 günü İtilaf Devletleri’nce İstanbul resmen işgal edilerek Parlamento basıldı ve içlerinde Rauf Bey’in de bulunduğu bazı milletvekilleri tutuklandı.
Bu gelişmeler üzerine çalışamaz duruma gelen Meclis-i Meb’usan, 18 Martta kalan mebuslarla yaptığı toplantıda Dr. Rıza Nur Bey ve arkadaşlarının verdiği takrir üzerine böyle bir ortamda çalışamayacaklarını beyan ederek çalışmalarını süresiz erteleme kararı aldı.
Bu gelişme Meclis-i Meb’usan’ın Kanun-i Esasi’de de belirtildiği şekilde başka bir yerde ve başka şartlarda yeniden toplanabilmesine hukuki bir zemin teşkil edebilirdi. Bu sırada yani 17 Mart’ta Kazım Karabekir Paşa’nın Ankara’da bir Milli Meclis’in toplanması teklifinin de doğrultusunda, aynı zamanda mebus olan Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemal Paşa’nın imzasıyla aynı gün Ankara’dan Valilere ve Komutanlıklara gönderdiği bir “intihabat tebliği (seçim bildirimi)” yayınladı.
Mustafa Kemal Paşa’nın istediği on beş gün zarfında Ankara’da bir Meclis-i Müessisan’ın (Kurucu Meclis) toplanması idi. Ancak Meclis-i Müessisan konusunda asker arkadaşlarından bazı uyarılar alınca 19 Mart 1920’de, ilk maddesi “Ankara’da, salahiyet-i fevkalâdeye malik bir meclis, umuru milleti tedvir ve murakabe etmek üzere içtima edecektir.”, ifadesiyle başlayan ve böyle bir Meclis’in toplanması için yapılması gereken hususları açıklayan ikinci bir genelge yayınladı.
Yayımlanan genelgede yeni seçilecek mebusların yanı sıra Ankara’ya gelebilecek mebusların da, toplantıya çağrılan meclise katılabilecekleri belirtilmekteydi. Aynı tarihte, o sırada Ankara’ya gitmek üzere yolda bulunan Meclis-i Meb’usan Reisi de mebusların, Ankara’da toplanacak olan Meclis’e katılmalarını içeren bir genelge yayınladı. Arkasından Ankara’da toplantıya çağrılan Meclis için hazırlıklara başlandı.
Bu gelişmeler olurken İstanbul’da Ali Rıza Paşa Hükümeti yerine gelmiş olan Salih Paşa Hükümeti de İtilaf Devletleri ve muhaliflerden gelen baskılar karşısında istifa etmiş, yerine, Padişah Vahdettin, tüm uyarılara rağmen Damat Ferit Paşa’yı hükümeti kurmakla görevlendirmişti.
Damat Ferit Paşa ilk iş olarak Ankara’da açılış hazırlıkları devam eden Meclis’in toplanmasını dolayısıyla ‘Milli Direniş’ hareketini, daha önceki hükümetleri döneminde olduğu gibi engelleme girişimlerini başlattı. Bu çerçevede Damat Ferit Paşa, Ankara’da toplantıya çağrılan Meclis’in hukuki zeminini ortadan kaldırmak için 11 Nisan’da Vahdettin’e, Meclis-i Meb’usan’ı fesih iradesini yayınlatarak, Meclis üyelerinin mebusluk sıfatlarını ortadan kaldırmak yoluna gitti. Ancak bütün engelleme girişimlerine rağmen Ankara’da Meclisi toplama çalışmaları tamamlandı.
Nitekim açılış törenleri hakkındaki 21 Nisan tarihli genelgenin arkasından 22 Nisan 1920’de Mustafa Kemal Paşa, tüm mülki ve askerî makamlara gönderdiği bir telgrafla, “…23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’nin vazifeye başlayacağından bu tarihten itibaren tek yetkili merciin milletin gerçek temsilcilerinden oluşan Büyük Millet Meclisi olacağını” bildirdi. Böylece yeni açılan Meclis’in adının da “Büyük Millet Meclisi” olarak ilk defa kullanılmış olmaktaydı.
Meclis Binası olarak İttihat ve Terakki Kulübü olarak yapılmış olan çatısı yeni örtülen bir bina hazırlanmıştı. Milletvekillerinin oturmaları için okullardan sıralar getirilmiş, aydınlanma için büyük bir lüks lambası asılmış, ısınma işlemi de büyük bir soba ile ayarlanmıştır. Bu mütevazı dekor içinde yurdu düşmanlardan kurtarmaya kararlı insanlar bir araya gelmişlerdi. Gelenlerin dünya görüşleri, siyasi düşünceleri, kültür tabanları farklıydı. Bu insanların ortak düşünceleri, vatanı işgalden kurtarmak, devletin bağımsızlığını sağlamak noktasında birleşiyordu.
Meclis Mustafa Kemal’in öngördüğü dini ve milli törenler yapılarak, en yaşlı milletvekili, emekli Maarif Müdürü Şerif Bey’in hitabesi ile 23 Nisan 1920 Cuma günü, öğleden sonra saat 14.45’te açıldı.
Sinop Milletvekili Şerif Bey (Mehmet Şerif Avcıoğlu) özetle: …”İstanbul’un yabancılar tarafından işgal edildiğini, hilafet makamını ve hükümet merkezisinin istiklâlini kaybettiğini, bu durumu kabul etmenin köleliğe yol açacağını, ancak ezelden beri hür yaşamış olan Türk Milleti’nin esir olarak yaşamayı şiddetle reddettiğini, bundan dolayı Meclisi topladığını ve kendi kendisini yönetmeye başladığını belirterek “Büyük Millet Meclisi‟ni açıyoruz.” ifadesiyle Meclis çalışması başlatılmıştır.
Meclis altmışaltı sancaktan seçilen milletvekilleri ile İstanbul’dan gelebilen son Mebuslar Meclisi üyesi olan milletvekillerinden oluşmuştur. İlk oturum 115 milletvekili ile açılmıştır. Milletvekillerinin çoğunluğu, (133) devlet memuru, (101) serbest meslek sahibi, (52) asker, (32) din adamından oluşmuştur. Milletvekillerinin çoğu yüksek tahsillidir. Mustafa Kemal 24 Nisan 1920’de davet sahibi olarak, 19 Mayıs 1919’dan Meclisin açılışına kadar meydana gelen olayları özetleyen uzun bir tarihi konuşma yaptı. Bu konuşmada o güne kadar meydana gelen olaylar değerlendirildikten sonra ne yapılması gerektiği açıklanmıştır.
Ona göre:
-…”Bir tarafta karşımızda hiç bir anlaşma, hiç bir insani değer ve kanunla kendisini bağlı görmeyen İtilâf Devletleri, diğer tarafta vatanın haklarını savunamayan, mütarekeye aykırı, yabancı tecavüzlerini önlemek için her türlü imkândan yoksun esir bir hükümet, öte yandan da işgalcilerin sayısız baskısı ve hükümetin esareti karşısında başvuracak yerden mahrum ve acılar içinde kıvranan bir millet vardır.
İstanbul’un işgaliyle, Osmanlı egemenliği ortadan kalkmış, devlet gücüne el konulmuştur. Yürütme gücü güdümlenmiştir. Savunma örgütü saldırganların denetimine girmiştir. Bu alçakça oluşumu kabullenen Ferit paşa Hükümeti, bağımsızlığına yürekten bağlı olan milletle her türlü bağlarını kaybetmiş ve millet aleyhinde düşmanla ittifak etme durumuna gelmiştir.
Milletlerin bağımsızlıklarının birinci şartı yargı hakkıdır. İstanbul’daki yüzlerce kanunsuz tutuklamalar adli gücün geçersiz hale geldiğini göstermektedir. Dolayısıyla millet yedi yüz yıldan beri şan ve şerefle koruduğu ve savaştığı bağımsızlık ve varlığının devamı için, İstanbul’un işgali olaylarının meydana getirdiği hukukî vaziyeti tamir etmelidir. Düşmanlarımızın tasavvurlarının engellenmesi için, devletin egemenliğine ara verilmemekte acele edilmelidir. Bunun için inhilâl eden Anayasamızın bıraktığı boşluğu derhal doldurmak zorunluluğu vardır.
İşte bu lüzum ve zaruret dolayısıyla, milli egemenliğin her şeyden önce tecellisi maksadıyla yüce Meclisiniz olağanüstü yetkilerle toplanmıştır… Meclis ’de tecelli olan millî gücümüz, hilafet ve saltanatı yabancı baskısından ve Devleti esaretten kurtaracak önlemleri alacaktır, İstanbul faciasından bu yana, Temsil Heyeti millet arasındaki birlik ve dayanışmayı korudu. Kanunların geçerliliğini sağladı. Bu dakikadan itibaren yedi yüz yıllık bir azamet ve şevketten sonra, yok olmanın eşiğinde henüz ayakta durabilen milletin akıbetinden sorumluluk artık yüksek heyetinizin olacaktır.”
Böylece Mustafa Kemal Meclis’in toplanma gerekçesini açıklayarak, milletvekillerini sorumluluk almaya davet etmekteydi. Ancak her şeyden önce yürütme erkinin nasıl kullanılacağının saptanması gerekiyordu. Keza o gün yapılan oturumda, Mustafa Kemal, verdiği bir önerge ile konuya açıklık getirdi. Özetle:
-…”Ülkeyi bölünmekten ve dağılmaktan korumak için millî güçleri esaslı bir örgüt içinde birleştirmek gereklidir. Bunun için Meclis’te toplanan millî iradeye dayalı bir hükümet oluşturmak zorunludur. Saltanat makamı aynı zamanda halifelik makamı olduğundan geçici bir hükümet başkanı seçmek veya padişah kaymakamı tanımak mümkün değildir. Dolayısıyla başkansız bir hükümet meydana getirmek zorunluluğu vardır.
Yüce Meclis olağanüstü yetkilerle donanmıştır. Onun üstünde hiçbir güç yoktur.
Yüce Meclis milletle ilgili bütün işlere el koyacaktır. Ancak işlerin ayrıntılarına her zaman girme imkânı bulamayacağından, kendi içinden vekil kılınacak üyelerinden görevlendirilecek, her biri ayrı ayrı ve tümünün ortaklaşa Meclis’e karşı sorumlu olduğu bir hükümet işleri yürütecektir. Meclis Başkanı bu heyetinde başkanıdır. Padişah ve Halife düşman baskı ve zorlamasından kurtulduğu ve kendini tamamıyla özgür ve bağımsız olarak milletin sinesinde gördüğü gün, Meclisin düzenleyeceği kanuni esaslar çerçevesinde durumu alır.”
“Geçici Anayasa” niteliği kazanan bu önergenin kabulünden sonra, Meclis Başkanlığı seçimi yapıldı ve Mustafa Kemal Meclis Başkanlığına getirildi. İkinci başkanlığa Erzurum milletvekili Celâlettin Arif, Başkan Vekilliklerine Konya milletvekili Abdülhalim Efendi ve Kırşehir milletvekili Cemalettin Efendi seçildiler.
Meclisin 25 Nisan toplantısında, Mustafa Kemal’in önerdiği gibi, yürütme yetkisini kendisi kullanacak olan Meclis’in bu yetkiyi nasıl kullanacağı ele alındı. Bunu tespit etmek kanunlaştırmak üzere, 15 kişilik kanun teklif etme komisyonu oluşturuldu. Yasa tasarısının Meclis’çe kabulüne kadar 6 kişilik geçici bir yürütme kurulu seçilmesi belirlendi. Bu 6 kişilik heyete Genel Kurmay başkanlığına getirilen İsmet (İnönü) Bey’in katılması Meclis’çe uygun görüldü. Böylece Mustafa Kemal’in başkanlığında 7 kişilik bir geçici hükümet göreve başladı.
İlgili komisyonun hazırladığı yasa tasarısı, 2 Mayıs’ta kanunlaştı. Buna göre Bakanlar Kurulu on bir üyeden oluşacaktı. Bakanlar arasında çıkacak anlaşmazlıkları Meclis çözümleyecektir. Bakanlar görevleri ile ilgili işlerde, ilgili meclis komisyonunun görüşünü alabilecektir. Meclis toplantıda olmadığı zamanda istifa eden vekil olursa, Büyük Millet Meclisi Başkanı Meclis üyelerinden birini geçici olarak görevlendirebilecek, daha sonra Meclisin onayına sunacaktır. Yasanın tümünün 3/2 çoğunlukla kabul edilmesi benimsenir. 4 Mayıs’ta bakanların seçimi tamamlanmıştır. Hükümet şu şekilde oluşmuştur:
Adalet: Celalettin Arif Erzurum Milletvekili
İçişleri: Cami (Baykurt) Aydın Milletvekili
Dışişleri: Bekir Sami (Kunduh) Tokat Milletvekili
Milli Savunma: Fevzi (Çakmak) Kozan Milletvekili
Maliye: Hakkı Behiç (Bayıç) Denizli Milletvekili
Şeriye-Efkaf: Mustafa Fehmi (Gerçeker) Bursa Milletvekili
Sağlık ve Sos.Yard. : Dr. Adnan (Adıvar) İstanbul Milletvekili
Bayındırlık: İsmail Fazıl Paşa Yozgat Milletvekili
Milli Eğitim: Dr. Rıza Nur Sinop Milletvekili
İktisat: Yusuf Kemal (Tengirşenk) Kastamonu Milletvekili
Genel Kurmay Başkanı: İsmet (İnönü) Edirne Milletvekili
Artık Ankara’da ülkenin kaderine el koymuş yeni bir Meclis ve yeni bir hükümet vardır. Meclis Başkanı hükümetin de başkanıdır. Bu bir Meclis Hükümeti’dir. Bakanlar atanmayla değil, seçimle işbaşına gelmişlerdir ve teker, teker meclise karşı sorumludurlar. Genel Kurmay Başkanının Hükümet’e girmesiyle “Ordu üzerinde olan Meclis, kendi tam egemenliğini Genel Kurmay Başkanı aracılığıyla uygulamış oluyordu”.
Meclisin göreve başlaması Milli Mücadele tarihi ve Mustafa Kemal açısından ne ifade etmektedir?
Meclisin açılmasıyla Milli Mücadele hukuki bir temele Milli Egemenlik temeline dayandırılmıştır. Mustafa Kemal bu ilkeyi hem dış düşmanları istilacı güçleri yurt dışına atmak, hem de işbirlikçi İstanbul Hükümetlerini meşruiyet temelinden mahrum etmek için çok başarılı bir şekilde kullanmıştır. TBMM, dört bir yandan emperyalist devletlerin saldırısına uğrayan vatan topraklarını savunmak için Mustafa Kemal’e sağlam ve yasal bir dayanak oluşturmuştur. Nitekim TBMM tam bir serbestlik içinde çalışmış, her konuda hesap sormuş, kıyasıya eleştiren bir tutum izlemiş büyük bir savaşın yürütülmesinde millî iradenin güç merkezi olmuştur.
Atatürk’ün en yakın silah ve siyaset arkadaşı olan İsmet İnönü Birinci Meclis’in rolünü şu şekilde değerlendirmektedir: …”Millî Mücadele’nin askeri safhada idaresi kadar, siyasi idaresi de naziktir. Hatta daha da naziktir denebilir. Atatürk siyasi safhanın idaresinde de aynı derece maharetli, daha da maharetli olmuştur. Mesela benim kanaatimce, Milli Mücadele’nin bir Millet Meclisi kurularak onunla birlikte yürütülmesi, son derece güç, fakat harikulâde bir buluştur. Emsali de hemen hemen yok gibidir.”
TBMM’nin açılması ile Milli Mücadele’nin yeni bir safhası başlamıştır. Mustafa Kemal artık bir cemiyet başkanı olarak değil, milletin oylarıyla iş başına gelen yeni bir devletin başı olarak düşmanların karşısına dikilmiştir. Böylece Mustafa Kemal bin bir engele rağmen, vatanın bütünlüğünü, devletin bağımsızlığını sağlamak ve istilâcı güçleri yurt dışına atmak amacına yönelik olarak 19 Mayıs 1919’dan bu yana yürütmüş olduğu mücadeleyi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Başkanı olarak noktalıyordu.
8 Temmuz 1919’dan itibaren, bir “Ferd-i millet” olarak başladığı, 23 Temmuz 1919’da Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti Başkanı olarak devam eden Milli Mücadele liderliği, 24 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi Başkanlığı sıfatıyla pekişiyordu. Adı henüz resmen konulmasa da o artık yeni bir devletin kurucusu, Milli Mücadeleyi yıkılmaz azim ve iradesiyle yürüten tartışmasız lideriydi. Bundan sonra hiç güç, onun onayı olmadan, ülkenin geleceği ile ilgili bir karar alamaz, alsa bile uygulama imkânı bulamazdı. Artık devletin geleceği, O’nun iradesine bağlıydı ve zamanı gelince Hükümet şekli Cumhuriyet olacaktır.
Seç Haber ailesi olarak, Türkiye milli tarihinin başlangıcı ve yeni bir dönüm noktası olan 23 Nisan, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutluyor, bizlere büyük kutlu günü armağan eden başta devletimizin kurucu önderi Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Cumhuriyetimizin kuruluşuna katkı sağlayan, bütün kahramanları, şehit ve gazilerimizi şükran, minnet ve rahmetle anıyoruz efendim.
Ayrıca 23 Nisan Ulusal Egemenlik Ve Çocuk Bayramı hakkında aşağıdaki makaleleri de okuyabilirsiniz:
-23 Nisan Milli Bayramdır; https://www.sechaber.com.tr/23-nisan-milli-bayramdir/
-Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir; https://www.sechaber.com.tr/egemenlik-kayitsiz-sartsiz-milletindir/
-23 Nisan Ulusal Egemenlik Ve Çocuk Bayramı ne zaman bayram olarak kutlandı (1. Bölüm); https://www.sechaber.com.tr/23-nisan-ulusal-egemenlik-ve-cocuk-bayrami-ne-zaman-bayram-olarak-kutlandi-1-bolum/
-23 Nisan Ulusal Egemenlik Ve Çocuk Bayramı ne zaman bayram olarak kutlandı (2. Bölüm); https://www.sechaber.com.tr/23-nisan-ulusal-egemenlik-ve-cocuk-bayrami-ne-zaman-bayram-olarak-kutlandi-2-bolum/
-23 Nisan Ulusal Egemenlik Ve Çocuk Bayramı TBMM’nin açılışı; https://www.sechaber.com.tr/23-nisan-ulusal-egemenlik-ve-cocuk-bayrami-tbmmnin-acilisi/
-İki bayram bir arada; https://www.sechaber.com.tr/iki-bayram-bir-arada/
-Atatürk’ün 21 Nisan 1920 tarihli genelgesi; https://www.sechaber.com.tr/ataturkun-21-nisan-1920-tarihli-genelgesi/
-Bu bayram bütün çocuklar tarafından kutlanmalı; https://www.sechaber.com.tr/bu-bayram-butun-cocuklar-tarafindan-kutlanmali/
-Büyük Nutuk’ta Ata’nın Gençliğe Hitabesi; https://www.sechaber.com.tr/buyuk-nutukta-atanin-genclige-hitabesi/
-23 Nisanlar Bizimdir; https://www.sechaber.com.tr/23-nisanlar-bizimdir/
-Cumhuriyet bu binada ilan edildi; https://www.sechaber.com.tr/cumhuriyet-bu-binada-ilan-edildi/