Fuente Magna, 1950’lerde, Titicaca Gölü civarında, La Paz kentine 75-80 km uzaklıkta Tiwanaku’da, bir köylü tarafından tesadüfen bulunmuştur. Fuente Magna’nın iç bölümünde, antropomorfik rakamlar, yarı insan yarı hayvan figürler vardır. Dış tarafında ise, Tiwanaku zoomorfik figürleri bulunmaktadır. Fuente Magna Kasesi’nin yazıları, farklı araştırmacılar tarafından, farklı açıklamalar yapılan tartışmalı bir konudur.
Profesör Dr. Clyde Winters, eğitimci, antropolog ve dil bilimcidir. Kaseyi inceleyen araştırmacıların, yazıyı okuyamamış olduğunu düşünüyordu. Çünkü, Proto-Elamit, Proto-Sümer ve M.Ö. 3000-2000 yıllarında kullanılan diğer yazı sistemleri ile karşılaştırma yapmadıkları için, net sonuçlar alamayacaklarını söylemiştir. Winters, kasedeki yazı karakterlerini, binlerce yıl önce Sahra’da kullanılan Libyco-Berber yazısı ile karşılaştırmıştır. Kasedeki çivi yazısı ve diğer semboller, karakterler, Proto-Dravidian, Proto-Mande, Proto-Elamit ve Proto-Sümer karakterlerle de benzemekteydi.
Fuente Magna’daki yazının Sümerce olduğunu, ilk olarak İtalyan profesör Alberto Marini iddia etmiştir. Profesör Clyde Winters de, Fuente Magna’nın Proto-Sümerce olduğunu, sembollerin, kelime ve cümleleri temsil etmek üzere bir araya getirilmiş, Proto-Sümer işaretleri olduğunu açıklamıştır. Bunun yanınada, bazı karakterlerin de, Sahra Çölü antik uygarlıkları zamanında kullanıldığından emindi. Winters, kasenin iç bölümünde bulunan yazıyı çevirmeyi başarmıştır.
Kasedeki metinde, ismi geçen Tanrıça Nia, Sümerlerde doğum ve cennet tanrıçasıdır. Nia/Nammu, tanrıları doğuran tanrıça olarak geçer. Babil yaratılış miti Enuma Elish’te, tanrılara gökte, karada ve denizde yol açan tanrıçadır. Sümer Ur kenti ibadet yeridir. Sürüngen görünümlü olarak temsil edilmiştir ve birçok metinde Sümer tanrılarından Anu’nun eşi ve tanrı Enki’nin annesi olarak tanımlanmıştır. Fuente Magna’nın, Tanrıça Nia’dan doğurganlık istemek ve ilgili ezoterik törenler için kullanılan kutsal bir kase olduğu düşünülmektedir. Tanrıçanın kolları ve bacakları açıktır ve 2 ayrı yılan başı hemen yanındadır. Elleriyle yılanları yakalamış, durdurmuş olarak tasvir edilmiştir. Figürün yanındaki Proto Sümer sembolleri net olarak çözümlenememiştir. Tiwanaku kültürünü anımsatan balık ve yılan kabartmaları da mevcuttur.
Antik dönem tanrı ve tanrıçaları esasen aynı “kişi”ler olmalarına rağmen, her toplum onlara yeni isimler vermişlerdir. Bazı karışık ve ilginç durumlar da bu yüzden ortaya çıkmaktadır. Örneğin kasede isimli verilen tanrıça Nia ; Neith ismi için Lineer-A yazı terimidir. Neith, Mısır Tanrıçası Nt veya Neit’i işaret eder. Semitik Anat için ise Yunan ismidir. Yani, İştar/İnanna’ya karşılık gelir. Bahsedilen tanrıça, Orta Afrika, Libya, Mezopotamya, İndus Vadisi ve Girit’te bilinen bir tanrıça idi. Tanrıça Neith’in, Yunanistan ve Girit ana karasındaki etkisinin anlatılıyor olması da düşünülmektedir.
Tiwanaku, Bolivya’da arkeolojik bir bölgedir . Pokotia Anıtı da, bu bölgede bulunmuştur. Anıtın arkasında çok ilginç bir yazı vardır. Dikkat çeken şey, yine Sümerce olmasıdır ve G.Amerika’da, bir Sümer varlığına dair yeni kanıtlar sunmasıdır. Ölümünden önce, Ekvador’da görev yapan İtalyan Peder Crespi’nin koleksiyonundaki bir tablette de, aynı yazı karakterleri mevcuttur. Bu önemlidir. Çünkü, Fuente Magna’da, Sümer simgelerinin bulunmasını desteklemektedir.
Pokotia anıtındaki bu yazıda, bir kehanet vardır. Kehanete Putaki, “baba” denmektedir. Birinci sütunda şöyle yazılmıştır: “Karakter oluşumunu ilan et” Güçlü Baba (Putaki) kehanet göndermeye “.. Dördüncü sütunda ise, Putaki’nin bilgeliğin babası olduğu ve herkese fayda sağladığı söylenir. Buna göre Putaki, Kuga-Ki’deki diğer kehanet sahiplerinden daha güçlü ve liderdir. Kehanet ibadeti olduğu bilinen Güney Amerika kültüründe, Pokotia heykelinin bulunduğu alanın, kehanette bulunan heykeli görmeye, kehaneti duymaya, öğrenmeye gelenler için, bir dini alan olduğu düşünülmektedir. İnsanların, bu kehaneti, bir hakikat kaynağı ve müjde olarak gördükleri düşünülmektedir. Kehanet; doğru, bilge ve iyi karakterli olmayı öğütler. İnanışa göre, tanrılarla iletişim kurabilmek için bu kehanet uygulanmalıydı. Putaki Oracle merkeziydi. İnsanlar geleceği bilmek, kutsanmak ve müjde almak için orada bulunurlardı. Pokotia yazıtları Sümerce dilinde yazılmıştır. Hem çivi yazısı hem de Sümer simgeleri mevcuttur.
Profesör Dr. Clyde Winters, Bolivya ve Peru’nun, Sümer yazıtlarında geçen “Batı Kalay Bölgesi” olduğuna inanıyordu. Öyle ise, antik Sümerler tarafından eski Bolivya-Peru’ya “Günbatımı’nın dağları” ya da “Günbatımı Adası” denmişti. Winters, Sümerler’in altın ve bakır aramak için Güney Amerika’ya geldiklerini, Titicaca bölgesi ve Bolivya’da bulunan metalleri kullanan ilk insanlar olabileceklerini iddia etmiştir.
Winters, hem anıt hem de kase yazılarını çözebilmek için Proto-Dravidian ve Proto-Mande dillerini Sümerceyi çözebilmek için karşılaştırmış ve kullanmıştır. Hatta bu dilleri kullanmış olanların aynı ana vatandan gelmiş olduklarını da düşünmektedir. Öyle ise Sümerler Afrika’da da bulunmuş muydu. Bir zamanlar yemyeşil ormanlar, ovalar ve göllerle dolu olan Sahra Çölü, mağara resimleri, Sümer varlığına şahitlik etmiş miydi. Eski Persçe, Elamca, Babilce çivi yazılı metinleri çözümleyen, kopyalarını çıkartarak çözümlenmelerine katkıda bulunan, İngiliz diplomat, arkeolog, Sir Henry Rawlinson, Sümerlerin Afrika’da yaşamış olduğundan çok emindi.
Sümerler’in, daha önce Güney Amerika’da yaşamasının yanında, Tiwanaku’yu da inşa etmede varlık gösterdikleri düşünülmektedir. İnka’lar, giysilerinde Sümer simgeleri kullanmışlardı. Bu kıyafetler Proto-Sümer işaretleri taşırdı. Felipe Guaman Poma de Ayala, Perulu bir yazar ve illüstratördü. Amerika yerlisiydi. “The First New Chronicle and Good Government” isimli çalışmasındaki çizimler, hem yazı sistemi hem de, 1615 zamanlarının Peru’su hakkında detaylı bilgiler vermiştir. Bazı dil bilimciler bu sayede, proto-Sümer ve Aymara dilleri arasında birçok benzerlik bulmuşlardır. Aymara halkı da, tıpkı Sümerler gibi göksel varlıklara inanırlar ve yıldızlardan geldiklerini söylerlerdi. Titicaca Gölü’nün, yaradılışın yeri olduğuna inanır ve yıldızlar ile gölü birbirine bağlayan ışıklardan bahsederlerdi.
Tüm bu verilerin ışığında, M.Ö 2500’den sonra Sümerlerin Güney Amerika’ya yerleştiği düşünülüyor. Bu da gemiler vasıtasıyla gerçekleşmiş olmalı. Şaşırtıcı olan, Sümerlerin okyanus ötesi yolculuk yapmalarının mümkün olup olmadığı.. Denizcilik becerileri var mıydı. İnsanlık tarihine medeniyeti getiren halk olarak bilinen Sümerler, bildikleri her şeyi, göklerden gelen uzaylı tanrılarından yani Anunnakiler’den öğrendiklerini hep söylemişlerdi. Zaten bizlere ulaştırabildikleri kadim tabletler de, bu bilgiyi aktarmaktadır. Öyle ise, Sümerleri bu yolculuğa çıkaran, uzaylı tanrılar mıydı? Kase ve anıt için yapılan dil araştırmalarını hatırladığımızda, tahmini bir güzergâh oluşmakta. Bu güzergâh incelendiğinde, başkaca benzer arkeolojik belgeler bulunacak veya bulundu demektir. Bu heyecan vericidir. Zamanı geldiğinde tümü engellemeler olsa dâhi ortaya çıkacaktır diye düşünüyorum. En son, Bermuda Şeytan Üçgeni bölgesinde, birden suyu yüzüne çıkan ada gibi.. Antik zamanların, antik tanrıların şehirleri tek tek su yüzüne mi çıkmaya hazırlanıyor. Bekleyip göreceğiz.