31 Ağustos 1922 tarihli üstteki fotoğrafı belki de ilk defa görmekteyiz. Burası Zafertepe Çal Köyü. Arkada görülen eski ev ise Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Başkanı ve Ordularının Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Paşa ile İsmet ve Fevzi Paşaların Büyük Taarruzdan sonra avlusunda kırık bir kağnı arabasının yanında oturup konuştukları evdir.
Atatürk’ün 30 Ağustos 1924 tarihinde Dumlupınar Abidesi’nin temel atma töreninde bahsettiği yer ve ev burasıdır. Atatürk, törende şöyle diyordu:
-’’Efendiler; Ağustos’un otuz birinci günü öğleye yakındı ki, gene bu çal köyünde, yıkık bir evin avlusu içinde (arkada görülen harap ev) İsmet ve Fevzi Paşa ile buluştuk. Kırık kağnı arabalarının döşeme ve oklarına ilişerek, bundan sonraki durumu görüştük. Kazandığımız meydan savaşanının bütün seferi sona erdirebilecek bir yücelikte ve önemde olduğunda birleştik…’’
Bu ev hakkında çarpıcı diğer bir bilgide kitaplığımda bulunan -Mustafa Kemal’in ’’Can Yoldaşı’’ Ali Çavuş- adlı eserde bulunmaktadır. Ali Çavuş, Atatürk’ün Erzurum’a geldikleri 3 Temmuz 1919 günü Kazım Karabekir Paşa’nın emriyle Atatürk’e emir başçavuşu olarak verilmiş, beş seneden fazla, gece ve gündüz yanından ayrılmamıştır. Atatürk, kendisinden övgüyle bahseder:
’’Mihaliç kazasının Çukurviran kariyesinden Hacı İsmailoğlu Ali Efendi tâ Erzurum’dan beri hizmetimde bulunmuş ve hiçbir suretle sadakat ve fedakârlıktan ayrılmamış akıllı ve namuslu bir efendidir.’’
Atatürk’ün emir başçavuşu Ali Çavuş anılarında;
…’’31 Ağustos günü Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, kumandanlarla buluşmak üzere Çal Köyü’ne gitti. Orada yıkılmış bir evin avlusunda toplanarak düşmanın kaçabilen kısımlarını yakalamak üzere topuk topuğa takip kararı verdiler. ’’Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, İleri!’’ yazılı tarihi emri burada verildi.’’ demektedir.
Ali Çavuş, Büyük Taarruz ’da cephe gerisinde yaşananları şöyle aktarmıştır:
…’’17 Ağustos 1922 günü Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa’yı köşke öğle yemeğine davet etti. Amacı kendisinin bronşitten rahatsız olduğu yolundaki bir haberi Ali Fuat Paşa’nın Meclis’e duyurmasıydı. Bu sebeple Meclis’e gitmeyecekti. Ayrıca 24 Ağustos günü Çankaya’da çay ziyafeti verileceğini ilan ettirerek kendisinin cepheye hareketini gizlemek istiyordu. Ali Fuat Paşa, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın yokluğunu Ankara’da belli etmeyecekti.
18 Ağustos günü Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa gereken hazırlıkları yaptırdıktan sonra Konya’ya haber vermeden Tuz Gölü üzerinden geldi ve ilk işi postaneyi kontrol altına aldırmak oldu. Konya’da bir gece kaldıktan sonra ikinci karargâhı olan Bolvadin ve Birinci Ordu karargâhı olan Akşehir’e 20 Ağustos 1922 günü geldi. Batı Cephesi karargâhında Fevzi ve İsmet Paşalarla Kurmay Tevfik Bey bulunuyordu. Burada uzun çalışmalardan sonra 26 Ağustos’ta taarruz kararı alındı. Evvelce bu taarruz için bütün çalışmalar bitmiş, plana göre kıtalar yerlerini almıştı.
Ankara’da Anadolu Ajansı ve Hâkimiyeti Milliye gazeteleri Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Çankaya’da çay ziyafeti vereceğini ilan ediyorlardı.
25 Ağustos günü kafileye Fevzi Paşa’da katılarak taarruzun idare edileceği Afyon’un Şuhut nahiyesine gidildi. Nahiyenin kuzeybatısına düşen Çakırözü Deresi kenarına karargâh kuruldu. Burası Kocatepe’ye yakındı.
Akşam olmuş, hava kararmış ve artık herkes yorulmuştu. Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, Ali Çavuş’a;
-’’Çocuk, valizler ve eşya burada kalacak. Biraz kuru yiyecek al, hurçlara koy. Kahve takımını da unutma. Beni de saat iki de uyandır’’ emirini verdi ve hemen yattı.
Ertesi günü taarruzun başlayacağını bilen Ali Çavuş’un gözünü uyku tutmadı. Yere serdiği battaniye üzerinde dönüp duruyordu. Etrafa konulan nöbetçilerin ayak sesleri herkesin sinirini bozuyor, kimseyi uyutmuyordu. Gece saat bir de herkes ayaklanmış, hazırlıklara başlamıştı. Ali Çavuş gece saat ikide Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı uyandırarak kahvesini ikram etti. Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa kendisinden Fevzi Paşa ve yaverlerini de uyandırmasını istedi. Ali Çavuş hemen bu emri yerine getirdi.
Tam saat üç te Fevzi Paşa, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın çadırına geldi. Saat üç olduğu halde süvariden haber alınmadığını söylerken içeriye bir süvari yüzbaşısı girdi ve süvarinin boğazdan geçişini tamamladığını bildirdi. Gelen bu haberden sonra Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa ve mahiyetleri atalara binerek 6-7 km. kadar ileride olan Kocatepe’ye hareket etti.
Bulundukları yerden biraz ileride bir boğaz olduğundan, kafilenin başına ve sonuna birer süvari konmuş, ellerine de fener verilmişti. Yürüyüş böyle devam ediyordu. Boğaz kısaydı. Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, kafilenin boğazdan çıkacağı sırada, fenerlerin ve ışıkların söndürülmesi emrini verdi. Fenerler söndürüldü ve boğazdan çıkıldı. Bir de ne görsünler? Mahşeri bir kalabalık…
Her taraf asker kaynıyordu. Atların kişnemesi, teçhizatın gürültüsü ve arada sırada emir kumanda sesleri…
Henüz karanlık olduğu için durumu tam anlamaya imkân yoktu. Kafile u kalabalığın arasından sessiz bir yürüyüşle Kocatepe’nin eteğinde hazır bulunan zeminliğe kadar atlarla geldi. Zeminlikte fenerler yakılmış, gereken hazırlıklar yapılmıştı. Bilhassa muharebe irtibatları tamamdı.
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, bir gemici fenerinin ışığı altında haritayı tetkike başladığı zaman, Fevzi Paşa, diğer gemici fenerinin altında koynundan eksik etmediği Kuran-ı Kerim’ini okumaya başlamıştı. Birazdan taarruz başlayacaktı. Herkesin sinirleri son derece gergin olmasına rağmen sükûnetle görevlerini yapıyorlardı.
Bir müddet sonra Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa saatine bakarak Fevzi Paşa’ya,
-’’Vakit nasıl hocam?’’ diye sordu.
Fevzi Paşa okuduğu Kuran-ı Kerim’den başın kaldırarak;
-’’Topçuyu yoklayınız’’ dedi ve Kuran-ı Kerim’ini okumaya devem etti.
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa topçuyu yoklayarak ’’Hazır ’’ haberini aldıktan sonra Fevzi Paşa’ya dönerek;
-’’Hocam, topçu hazır ’’ dedi.
Fevzi Paşa yine Kuran-ı Kerim’den başını kaldırarak;
-’’Piyadeyi yoklayınız’’ dedi.
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, piyadeyi de yoklayarak onlardan da ’’Hazır’’ haberini aldı. Düşmanla onlar arasındaki tel örgüleri ve engelleri temizlemekte olan istihkâm taburunu da yoklayarak işlerini bitirmek üzere olduğunu öğrendi. Süvari de düşmanın ümit etmeyeceği darboğazları geçmiş, düşman cephesinin gerilerine akmak üzereydi.
O yıllarda düşmanın, yaptığı tel örgü ve engelleri bütün dünyaya geçilmez ilan etmişti. Hele bir İngiliz generali de; ’’Türkler burayı altı ayda geçerlerse, bir günde geçtik diye bütün dünyaya ilan edebilirler ’’ demişti. Bunları hep duymuşlardı. Düşmanın modern bir teşkilata sahip olduğunu da biliyorlardı. Koskoca güneş batmayan İngiltere İmparatorluğu Yunanlıları besliyordu. Silahları, teçhizatları ve iaşe ikmalleri mükemmeldi.
Yalnız duyduklarına göre, düşman bayramları dolayısıyla eğlenceler tertip ediyor ve balolar veriyordu. Bu gece kumandanları neşeli ve çakırkeyif olarak eğlenceden dönenecek ve istirahat edecekti. Askerleri de kumandanlarından geri kalmayacaklardı. Nasıl olsa Türklerin bir taarruz yapacağını ümit etmiyorlardı. Bu hal, Türklerin baskın plan arzularını kamçılıyordu. Böyle olmasına rağmen herkes heyecan içindeydi. Bu taarruzun ölüm kalım savaşı olduğunu biliyorlardı. Herkes içinden bitmez tükenmez dualar ediyordu. Bütün karargâh hipnotize olmuş gibiydi. Kimse kimseyle konuşmak istemiyordu. Dakikalar gün gibi uzun, Kocatepe’nin tepesindeki oksijenli hava az geliyordu.
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa ve Fevzi Paşa telaşsız ve sakindi. Ali Çavuş, emir çavuşu olduğundan bir an için Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın yanından ayrılmıyordu.
Bir ara Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa saatine bakarak;
-’’Hocam, vakit tamam’’ diye seslendi.
Fevzi Paşa Kuran-ı Kerim’ini bitirmiş dua ediyordu.
Fevzi Paşa, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya;
–’’Topçu ateşe başlasın ve şarapnel kullansın’’ diyerek duasını bitirdi. Ayağa kalktı. O heybetli vücuduyla ellerini göğe açarak;
-’’İnşallah zafer bizimdir. Hayırlı olsun’’ dedi.
Saat 05.30’du.
-’’İlk hedefiniz Akdeniz’dir :
Zeminlikten muharebe idare yerine çıkıldı. Başkomutan Gazi Mustafa Kemal ve Fevzi Paşalar, dürbünlerinin başına geçtiler. Topçu ateşe başlamıştı. Düşman tarafını görebiliyorlardı. Topçu mermileri muharebe sahasını altüst ediyor, yerdeki otları tutuşturuyordu. Çıkan yangın ve dumanlar rüzgârın tesiriyle düşman üzerine gidiyordu. Topçu ateşi bir buçuk saat kadar sürdü. Piyadeler, tel örgüleri ve engelleri geçmeye başlamışlardı.
Dürbünün başındaki Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa bütün kıtalara;
-’’Süngü tak! Allah, Allah… İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri…’’ emrini burada verdi.
Güneş doğmaya başlamıştı. Durumun çok iyi gittiği görülüyordu. Kıtalardan iyi haberler gelmeye başlamıştı. Tam bu esnada yanlarına büyük çaplı kör bir mermi düştü. Büyücek bir çukur açtığı halde aldıran olmadı. Bütün karargâh dürbünlere yapışmış gibiydi. Ali Çavuş ve yanındakiler her ne kadar sevinçli ise de akşama kadar bir aksilik olmasından korkuyorlardı.
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, dürbünden başını kaldırarak kıtalara telefonla;
-’’Karşınızda üç düşman bataryası var. Çekilmek üzereler. Çekilmelerine mani olun ve onları ele geçirmeye gayret edin’’ emrini verdi.
Bu esnada iki trenin Uşak istikametine çekildiği görüldü.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, akıncı müfrezesine;
-’’Demiryolunu tahrip edin ve trenlerin çekilmesine mani olun’’ emrini verdi.
Nitekim kısa bir müddet sonra üç batarya ve trenler ele geçirildi. Düşman tarafı tam ir karışıklık içindeydi. Herkes gördüğü durumdan sevinçliydi. Bilhassa Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa ile Fevzi Paşa’nın rahat oluşları ve memnuniyetleri onları daha çok zafere inandırıyordu.
Bir ara Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Paşa’ya;
-’’Hocam, bakınız süvari ve piyade koşmaca oynar gibi gidiyorlar’’ dediği zaman, bütün karargâh yerinde duramıyor, savaşanların içerisine atılmak istiyordu.
Düşmanın mukabil taarruz çabası ve bazı yerlerde mukavemet arzusu bu taarruzun daha süratle gelişmesine mani oluyordu. Bununla beraber düşmanın hareketleri Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın arzusu gereğince gelişiyor, daha doğrusu, önceden yapılan planın içine itiliyordu. Maksat onları bölüp parçalayarak, İzmir Uşak üslerinden ayırmak ve ezmekti. Sıkıştırılan düşmanın da bu tertibe ve oyuna geldiği görülüyordu.
-’’Afyon Düşüyor :
Umumiyetle mevzilerinden atılmış olan düşmanların yeni bir hatta tutunmasını önlemek için kıtalar aralıksız taarruz ediyor ve zafer üstüne zafer kazanıyordu. 26 ve 27 Ağustos günleri böyle geçiyordu. Yalnız, 27 Ağustos öğleden sonra Afyon cephesinden gelen haberler memnuniyet verici değildi. Düşman mukavemet ediyordu.
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, Kolordu Komutanı Sami Bey’e telefonla;
-’’Ne yapıp yapıp Afyon’u bu gece alacaksınız’’ emirini verdi.
Yatsıdan evvel de Afyon’un alındığı haberi geldi. 8. Tümen saat 17.30’da Afyon’a girmişti.
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Paşa’ya;
-’’Paşam oraya gidelim’’ talebinden bulundu.
Fevzi Paşa’da;
-’’Akşamın hayrından sabahın şerri iyidir. Bu gece gitmeyin’’ diyerek Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı fikrinden vazgeçirdi.
Afyon’a giren Sami Bey’in yıprandığı düşünülerek o gece İsmail Hakkı (Tekçe) müfrezesi takviye gönderildi.
Diğer geceler gibi karargâh yine uyuyamıyordu. Bu defa herkes neşeli ve sevinçliydi. Düşman çözülmüş, küçük guruplar halinde esir oluyor, bir kısmı da kaçıyordu. Kaçarken köyleri de yakmayı ihmal etmiyorlardı. Akdeniz tüm karargâhın gözünde tütüyordu. Hele Afyon’un kurtuluşunu görmek için bütün karargâh can atıyordu. Sabahı zor ettiler.
28 Ağustos günü sabahın erken saatlerinde Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa ve Fevzi Paşa mahiyetiyle beraber Afyon’a hareket ettiler.
Kafile Afyon’a girdiği zaman manzara göz yaşartıcıydı. Bütün Afyon halkı, kadın, erkek, çoluk çocuk yollara dizilmiş, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı sevinç ve neşe içinde karşılıyordu. Bir ara Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı otomobilinden alıp kucaklarda taşıdılar. Elini ayağını öpen öpeneydi. Herkesten sevinç gözyaşları akıyordu.
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı öpemeyen ihtiyarın biri sarığını uzatmış;
’’Bununla ayağının tozunu silin, Hiç olmazsa onu öpeyim’’ diye etrafındakilere yalvarıyordu.
Halk rastladığı askeri bağrına basıyor, her türlü yiyecek ikram ediyordu. Her tarafta askerleri doyurmak için hazırlanan öbek öbek gözlemeler ve helva kazanları duruyordu. Afyon varlığını Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’ya ve askerine dökmüştü. Düşmanın ondan zorla alamadığını, onlar kendi evlatlarına can ve gönülden seve seve veriyorlardı.
Kalabalıktan otomobiller yola rahat devam edemiyorlardı. Kafile yarı yarıya, yarı otomobillerle Afyon Belediye Binası önüne kadar ilerledi. Binanın önünde toplanan halka Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa heyecanlı bir konuşma yaparak Afyon’u büsbütün coşturdu.
Aynı gün Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa ve Süvari Kolordu Kumandanı Fahrettin Paşa Afyon’a gelmişlerdi. Belediye binasının bir odasında muharebe durumu gözden geçirilmiş ve gerekli kararlar alındıktan sonra kumandanlar görevlerine gitmişlerdi. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın yanında Fahrettin Paşa kalmıştı.
-’’Ganimetler :
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, I. Ordu Kumandanı Nurettin Paşa’yı görmek istiyordu. Yanında bulunan Fahrettin Paşa’ya;
-’’Nurettin Paşa’yı bulalım’’ buyurdu.
28 Ağustos 1922 günü öğleden sonra yola çıkıldı. Takip edilen yol muharebe sahasının içiydi. Etrafta bir sürü ölüler ve düşman kaçarken bıraktığı silah ve malzemeyi görüyorlardı. Bir müddet sonra Arap Çiftliği denilen yere varıldı. Yollarda düşmanın kaçarken bıraktığı silah ve teçhizata sık sık rastlamalarına rağmen burada buldukları ganimet gözleri kamaştıracak kadar boldu ve her şey vardı. Bilhassa yeni ve gayet güzel bir otomobil gözlerine ilişti. İçinde bir köpek vardı. Askerler bu köpeğe Trikopis ismini koymuşlardı.
Trikopis, Yunan ordusunun başındaki generalin adıydı. Köpeğe bu adın verilmesi, Yunanlıların Türk halkına yaptığı zulme karşı öfkeden kaynaklanıyordu.
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya otomobili söylediler; ’’Yedeğe alın’’ dedi. Kafileden bir şoför arabayı kontrol etti. Arızası basitti. Düşman kaçarken tamire zaman bulamadığı için bırakmıştı. Derhal tamir edilerek yedeğe alındı ve yola devam edildi.
Hava kararmaya başladığı halde Nurettin Paşa bulunamadı. Bir müddet daha aramaya devam ederken hava iyice karardığı için ışıkları yaktılar. İleriden gür bir ses ’’Dur!’’ diye bağırdı. Parola sordu, cevap verildi. İşaret sordu, cevap verildi. Lambalarınızı söndürün dedi, söndürüldü. Üzerlerine süngü takmış küçük bir müfreze ilerliyordu. Çok yakınlaştıkları zaman Fahrettin Paşa kendisini tanıttı. Başçavuş olduğunu öğrendiği müfreze kumandanından Nurettin Paşa’nın nerede olduğunu sordu. Başçavuş yanlış yoldan geldiklerini, Nurettin Paşa’nın güney taraftaki yol üzerinde olduğunu söyledi. Fahrettin Paşa bir kılavuz istedi. Başçavuş, elindeki müfrezenin ancak göreve yetecek kadar olduğunu, kılavuz vermeyeceğini, eğer isterlerse büyük kısımdan almalarını söyledi.
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, Fahrettin Paşa’ya dönerek;
-’’Fahrettin, gördün mü memleket sevgisi olan çocuğu?’’ buyurdu.
Hava çok karanlıktı. Kafile zor ilerliyordu. Nihayet uzakta bir ışık göründü. Işığa doğru yaklaştıkları zaman buranın boşaltılmış bir köy olduğunu anladılar. Binaya yaklaştılar. Arabalardan inildi. Bina tek odalı toprak bir evdi. İçeride kandilin altında ihtiyar karıkoca oturuyordu. Ayak seslerini duyduklarından, kapıya, pencereye korkarak bakıyorlardı. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ve beraberindekiler, dışarıdan onları seyrediyordu. Nihayet kapıyı vurup içeriye girdiler. İki ihtiyar, toprak yere serilen çok eski bir şiltede yatıp kalkıyor olmalı ki etrafta başka bir eşya yoktu.
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa ile Fahrettin Paşa’yı tanımadıkları halde bu ihtiyarlar ellerinden geleni yapmak için çırpınıyorlardı. Bir ara süt getirdiler. Ali Çavuş da uzun bir aradan sonra nihayet Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya güzel bir sütlü kahve yapıp ikram etme fırsatını bulduğu için memnundu. Paşalar battaniyeler içinde yerde oturuyorlardı.
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, yaverlerinden birisine;
-’’Afyon’daki eşyaları buraya getirin. Karargâh burası olacak’’ emrini verdi.
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, iki ihtiyarla tatlı tatlı sohbet etmeye başladı ve onlara
-’’Benim anam babam yok. Kimsesizim. Sizler benim anam babam olur musunuz?’’ diye sordu.
İhtiyar karıkoca gayet candan;
-’’Sen bizi analığa babalığa kabul ettikten sonra biz de canla başla’’ dediler.
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, bu insanların samimiyet ve açık kalpliliklerine çok memnun olmuş ve hislenmişti. Sabaha karşı çadırlar geldi ve karargâh kuruldu.
Ertesi günü, yani 29 Ağustos sabahı erkenden kalkarak Nurettin Paşa’yı bulmak üzere I. Ordu mıntıkasını gezmeye ve bu arada cepheleri görmeye çalıştılar. Bazı bazı ileri hatlara kadar sokuldukları oluyordu. Etraflarına ara sıra mermiler de düşmeye devam ediyordu. Nihayet Afyonkarahisar’a dönerek belediye binasında kalmaya karar verdiler.
Kumandanlardan Fevzi ve İsmet Paşa’lar buraya toplanmışlardı. Fahrettin Paşa ise zaten onlarla beraberdi. Herkes elbiseleriyle bir köşeye kıvrılmıştı. Gelen raporları değerlendiren Tevfik Bey (Bıyıklıoğlu) İsmet Paşa’ya durumu anlatarak haritayı gösteriyor, İsmet Paşa’da Tevfik Bey’i Başkomutanının yanına gönderiyordu. Bu esnada Ali Çavuş uyanmış, Tevfik Bey’in isteği üzerine de Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı uyandırmıştı.
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, yatağın içinde olduğu halde haritayı tetkik etti ve birden bire Fevzi ve İsmet Paşaların çağrılmasını emretti. Paşalar geldi. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, düşmanın çevrilmek üzere olduğunu söyledi. Yeni kararlar alındı, emirler yazıldı. Sabaha kadar karargâh nefes almadan kumandanlarıyla birlikte çalıştı.
30 Ağustos sabahı erkenden Fevzi Paşa II. Ordu bölgesine hareket etti. İsmet Paşa karargâhta kalarak genel durumu idare edecekti. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’da geceleyin irtibat yaparak öğrendiği Nurettin Paşa’nın karargâhına gitmek üzere erken hareket etti. Nitekim saat 08.00-08.30 civarında I. Ordu karargâhı olan Akçaşar’a vardılar. Ordu kumandanı muharebe idare yerinde yoktu. Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, kumandayı elinde alarak gerekli emirleri verdi ve kıtalar süratle hareket geçti. Ateş başlamıştı. Silah seslerini duyup uyanan Nurettin Paşa, çorabının bir tekini giymemiş olduğu halde telaşla Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın yanına geldi.
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa kendisine;
-’’Merak etme, yeni durum sebebiyle vakit kaybetmemek için kumandayı ele alıyorum’’ dedi.
Ali Çavuş, dün Karahisar’da verilen kararın sürat istediğini anlamıştı. Fakat kıtalara yazılı emirleri 06.30’da dağılmaya başladığından Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, Fevzi ve İsmet Paşalar vaktin darlığından bizzat kıtalara giderek emir vermek zorunda kalmışlardı.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, I. Ordu karargâhına gelen esirleri görüyor, mümkün olan izahatı alıyordu. Bu arada bir Yunan kurmay subayının, Yunan komutanı Trikopis’in daralan çember içinde olduğunu ağzından kaçırması üzerine 4. Kolordu Komutanı Sami Bey’e durumu telefonla bildirdi. Daha sonra ordu kumandanı Nurettin Paşa’yla 4. Kolordu karargâhı olan Arpalık yakınındaki tepeye hareket etti. Burada harekâtı yakından takip ederek gerekli emirleri verdi. Taarruz saat 14.00’te topçu ateşiyle baskın şeklinde başlayacaktı. Yunan kumandanlarının Humar köyünde oldukları hesap edilmiş ve bu durum, 4. Kolordu Kumandanı Sami Bey’in nazarı dikkatine çekilmişti. Saat 14.00’te Zafertepe’ye geldikleri zaman taarruz başlamak üzereydi.
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa ve Nurettin Paşalar tam saat 14.00’te başlayan topçu ateşiyle kıtaların taarruzlarını dürbünleriyle seyrediyorlardı. Muharebe meydanı çok karışıktı. Gece yarısından sonra kıtalara yeni tertipler verildiğinden bir aksaklık olmasından korkuluyordu. Eğer bu taarruzda muvaffak olunursa düşman tamamen yok edilecek ve muharebeler bitecekti. Onun için herkes çok heyecanlıydı. İki saat süren bir boğuşmadan sonra kıtalar düşmanı çevirmiş ve düşman tarafında sallanan beyaz teslim bayrakları görülmeye başlanmıştı. Sevinçten gözyaşları tutulamıyor, herkes birbirine sarılıyordu. Bundan evvelki muharebelerde Yunan mevzilerinden erler ’’Aç Türko, ayakkabısız Türko, neyle taarruz edeceksin?’’ diye Türk mevzilerine bağırıyordu.
O gün 6 bin kadar esir alındı.
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, karargâhın Dumlupınar’a taşınmasını emrederek Fevzi Paşa’yla buluşmak üzere Dumlupınar’a geldi. Biraz sonra Dumlupınar’da toprak damlı bir evin damına çadırlar kurulmuştu. Hava karardığı zaman Fevzi Paşa’da geldi. Tekrar muharebe durumunu tetkik ederek geceyi Dumlupınar’da geçirdiler. Düşman tamamen kuşatılmış ve büyük gruplar halinde esir oluyordu. Cephe gerisi yolları esirlerle dolmaya başlamıştı.
31 Ağustos günü Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, kumandanlarla buluşmak üzere Çal Köyü’ne gitti. Orada yıkılmış bir evin avlusunda toplanarak düşmanın kaçabilen kısımlarını yakalamak üzere topuk topuğa takip kararı verdiler. ’’Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir’’ yazılı emri burada verildi.
Büyük düşman birlikleri teslim olduğu halde kumandanlarından henüz hiç haber yoktu. Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa bu maksatla gerekenlere emirler veriyor ve sonucun muhakkak istenilen şekilde alınmasını istiyordu. Akşamüzeri karargâhın ulunduğu Dumlupınar köyüne geldi. Muhtelif kademedeki esir kumandanlarla bizzat görüşerek haber topluyordu. Hava karardığı zaman serinlik basmış, kendisi de omzuna aldığı kurt kürklü kaputla çadırın önünde oturuyordu. Ali Çavuş da Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’ya çok sevdiği kahveyi sık sık pişiriyordu. 26 Ağustos’tan beri ilk kez sıcak yemeği de burada yiyebildiler.
1 Eylül sabahı bütün karargâh oldukça dinlendiği için zinde olarak uyanmış, sevinçli bir faaliyet içindeydi. Herkes İzmir’in alınmasını ve biran evvel denize ulaşmayı istiyordu. Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın emirleriyle bütün kumandanlar Dumlupınar’a çağrılmışlardı. Kısa zamanda toplandılar. Başkumandan çadırında bir masa ve iki portatif sandalye vardı. Ali Çavuş, masayı çadırın ortasına koymuş ve iki sandalyeyi de Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa ile Fevzi Paşalara vermişti. Diğer kumandanlar da yerlere konulan boş cephane sandıkları üzerinde oturmuşlardı. Bu yorgun kumandanlara yegâne ikram olan çayı da sık sık veriyordu. Hepsi neşeli ve ciddiydiler.
Öğleye doğru Sami Paşa, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’ya, düşman başkomutanının mahiyetiyle birlikte esir edildiğini ve karargâha getirilmekte olduklarını bildirdi.
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa;
-’’Hepsini buraya getirin’’ diye talimat verdi.
Kendisine Nicolas Trikopis’in nasıl yakalandığını anlattılar.
Yunan Ordusu Başkumandanı Tirkopis, kıtaları bozulduktan sonra kaçmaya çalışmış, ancak Murat Dağı’ndan bir tarafa kıpırdayamamış. Çünkü kaçmak istediği istikametlerin kuşatılmış olduğunu görmüş. Nitekim Uşak’a gitmek istediği zaman oranın da Türkler tarafından alındığını öğrenince teslim olamaya karar vermiş. Türk askerlerinin bulunduğu tarafta siper kazdırmakta olan bir istihkâm subayına ellerinde teslim bayrağı olan iki kişiyi gönderip istihkâm subayını davet etmiş. Subay gerekli muhafızları yanına alarak Yunan Başkumandanının yanına gitmiş. Trikopis başta olmak üzere beraberindekiler saflar halinde toplanmış bekliyorlarmış.
Türk subayını gören Trikopis;
-’’Bizi, sizin en büyük kumandanınıza götürün’’ diye rica etmiş.
Bunun üzerine subay hepsinin toplayıp, evvelce hazırladığı ve irtibatlarını sağladığı siperlere getirip oradan kumandanı Sami Paşa da kendisinin de bulunduğu başkumandanlık karargâhına getirilmesini emretmiş.
Türk başkumandanlığı karargâhına getirilen esir Yunan başkumandanı ve karargâhı kalabalıktı. Başta Başkumandan Trikopis olmak üzere, Kolordu Komutanı Diyanis ve 50’ye yakın yüksek rütbeli subay vardı. Ayrıca bu kafileyle gelen, kadınların da bulunduğu 150-200 kişilik grup korku içinde bekleşip duruyorlardı.
Yunanlılar, kendilerinin yaptıklarını, Türklerin de onlara yapacaklarını düşünerek cehennem azabı duyuyorlardı. Bu esnada Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ve kumandanlar çadırda oturuyorlardı. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa yorgun olmasına rağmen çelik gibiydi.
Dışarıda bekleşen esirlerde ilk göze çarpan giyimleriydi. Hepsi iyi ve güzel kumaşlardan elbiseler giyinmişlerdi. Ayakları fotinsiz olan bir kişi bile yoktu. Bilhassa Türk kumandanların giyimi ile Yunan başkumandanın giyinişi ne kadar farklıydı. Yunan kumandanları o kıyafetle her yere gidebilirlerdi. Hatta baloya bile…
Türk kumandanlar ise sadece harp sahasında dolaşabilirlerdi. Hele başına nöbetçi olarak dikilen askerlere baktıkça, muhakkak krizler geçiriyorlardı. Ankara, askerlerin beline takacak palaska bulamadığı için ipten yapılmış bir bel kemerini vermişti. Düğme hiç yoktu. Askerin jilet takımı, jileti, usturası nereden olabilirdi ki? Mevcut berberlerle teftişten teftişe zor tıraş olabiliyorlardı. Bir meydan muharebesinden bir diğerine koşmaktan vakit mi bulabilmişlerdi? Kimisinin başında enveriye denilen bir başlık, kimisinde sarık. Ayaklarında çarık olanlar sayılacak kadar az. Yün çorapları iplerle ayaklarına bağlamışlar, Yiyecek ise kuru ekmek ve su…
Ali Çavuş, bütün bu fakirliğin altında büyük bir istiklal ruhu, korkunç cesaret, insanüstü fedakârlık ve asil milletin kendine has efendiliğinin olduğunu söylerdi; …’’Türk askerinin bir çocuğu, bir kadını, bir ihtiyarı hatta kendisine sataşmayan bir Yunan askerini öldürdüğü görülmemiştir. Barbarlık Yunanlılarda idi. Fakat Hristiyan dünyasının propagandası daha doğrusu bizim yok edilmemizi dünyaya haklı gösterecek sebep olan barbarlık Türklere mal edilmiş’’ derdi.
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa esirlere tercümanlık yapması için çağrılan Yüzbaşı Faruk’a;
-’’Başkumandanı içeri alın’’ talimatını verdi.
Tercüman Yüzbaşı Faruk, esir başkumandanı çadıra aldı. Yunan başkumandanı 40-45 yaşlarında oldukça genç ve güzel kıyafetliydi. Kılıcı ve tabancası belindeydi.
Ali Çavuş, ’’Eğer esir olmamak için sağa sola çırpınmasaymış, üzerindeki kıyafetle baloya gidebilirmiş’’ diye düşündü. Bununla beraber o da Türk kumandanlar gibi tıraş olmamıştı. Biri kovalamaktan öbürü kaçmaktan…
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, tercümana,
–’’Kumandanları takdim edin, en sonra da beni söylersiniz’’ dedi.
Bunun üzerine Yüzbaşı Faruk, Yunan Başkumandanı Trikopis diye takdimi yapar yapmaz, bizim kumandanlar ayağa kalktılar. Tercüman sırasıyla Grup Kumandanı Sami Bey’i, Süvari Kolordu Kumandanı Fahrettin Paşa’yı, İsmet ve Fevzi Paşa’yı takdim ettikten sonra, ATATÜRK ‘ü göstererek, ’’Türk Başkumandanı (Gazi) Mustafa Kemal’’ deyince, Trikopis önünde yerlere kadar eğilmek istedi.
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, hafifçe, Yunan başkumandanının çenesinden tutup mani oldu ve kaldırdı. Bütün kumandanların gayet sakin olmalarına karşılık, Ali Çavuş çadırın kapısında heyecanlanmış ve bilhassa Yunan başkumandanına gösterdiği asil harekete hayran olmuştu. Gözlerinden akan sevinç gözyaşlarını hissediyor ve ağladığını gizlemeye çalışıyordu. Bir taraftan da girip çıktıkları Türk köylerinde, kitle halinde katliam yapan ve tek haneli köyü bile yaktıran, ırz namus düşünmeyen bu esir kumandana yapılan iyi muameleyi fazla buluyordu.
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa;
-’’Bir sandık getirin’’ buyurdu.
Hemen bir cephane sandığı getirerek karşısına gelecek şekilde yere konuldu. Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, Yunan Generali Nicolas Trikopis’e bizzat yer gösterip oturttu ve sigara ikram etti ve tercümana;
-’’Başkumandana sorunuz, bir arzuları varsa Atina’ya bildirelim’’ dedi.
Bunun üzerine esir Yunan başkumandanı Trikopis,
-’’Benim milletim beni idam edecektir. Teminat almadıkça beni iade etmeyin’’ ricasında bulundu.
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa;
-’’Türk milleti namına söz veriyorum. Müsterih olsunlar’’ diye cevaplandırdı ve tercümana;
-’’Neden Atina’dan yardım istemeden teslim olmuşlar?’’ sorusunu sordu.
Trikopis;
-’’Telli ve telsiz muhabere irtibatlarımız bozuldu. Aynı zamanda sizin sarıklı ve sakallı askerlerinizin de bu kadar süratli hareket edeceğini tahmin edemedik’’ dedi. Ayrıca, kendi kumandanlarının muharebeyi gemiden ve sonra da İzmir’den idare ettiğini, cepheleri yakından görmediğini yakındı.
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa,
-’’Başkumandan siz değil misiniz?’’ deyince;
Trikopis şaşırarak,
–’’Hayır’’ dedi.
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa,
-’’O halde ben size söyleyeyim. Siz başkumandan seçildiniz. Anladığıma göre başkumandanlık emrini almamış olacaksınız’’ dedi.
Trikopis, başkumandanlığa getirildiğini o gün ilk kez Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa’dan öğreniyordu.
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, daha sonra Ali Çavuş’a çay getirmesini emretti. Çay hazırdı. Hemen getirdi. Trikopis çay bardağını elinden zor aldı. Elleri titriyordu. Çok heyecanlı olduğu beliydi. Türk kumandanları çaylarını çoktan bitirdikleri halde Trikopis henüz bitirememişti. Bütün çadırda bir an sessizlik oldu. Yunan başkumandanı çayını bitirir bitirmez ayağa kalktı. Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın karşısında esas vaziyeti alarak kılıcını ve tabancasını belinden çıkarıp teslim etmek istedi. Bütün kumandanlar ayağa kalkmışlardı.
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa tercümana;
–’’Kılıcı ve tabancayı Batı Cephesi kumandanına versinler’’ dedi.
Böylece kılıç ve tabanca İsmet Paşa’ya verilmişti.
Konuşma bitmişti. Yunan başkumandanının çadırdan çıkınca ilk rastladığı esir arkadaşlarına kısa birkaç söz söylemesi esirler arasında fısıltılara sebep oldu. Çok geçmeden çehrelerindeki korku kayboldu. Rahatladılar. Hatta kendilerine iyi muamele edileceğini anlamış ve memnun olmuş insanların gülümseyişiyle Türk askerlerin yüzüne bakmaya başladılar.
Esirlerin başında görevli olanlar, oldukça nazik hareketlerle onları tel örgülere yerleştirmeğe başlamışlardı. Bir ara İsmet Paşa’nın kumandanı Kara Kemal, Paşa’yla görüşmek istediğini söyledi. İzin alınıp Paşa’nın yanına götürüldü.
Karargâh Kumandanı;
–’’Paşam, Galiçya tepesinde bizimkiler esir düştüğü zaman İngilizler haremlik-selamlık diye kampı ikiye ayırmışlardı. Müsaade ederseniz biz de öyle yapalım’’ dedi.
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa;
–’’Çocuk bizim dinimiz buna müsaade etmez. Herkesin karısı, çoluk çocuğu yanında kalsın’’ dedi.
Esasen esirler de bu şekilde taksim ediliyorlardı. Daha sonra Ali Çavuş, vasıtalara bindirilip Ankara’ya yola çıkarılan Trikopis’i halk linç etmek istediğinden gece götürülmesine karar verildiğini, bu suretle Ankara’ya, oradan Kırşehir’e ve daha sonra da Kayseri’ye götürüldüğünü öğrenmişti. (Alıntı: Zeynel Lüle, ’’Mustafa Kemal’in Can Yoldaşı Ali Çavuş’’, Doğan Kitap I. Baskı. 2008, Sf:120…133)