Ankara’da 23 Nisan 1920, güneşli ve bahar kadar güzel bir Cuma günüdür.
19 Mayıs 1919 gününün puslu sabahında, saat 7.00’de Samsun’a ayak basan Mustafa Kemal Paşa önce Amasya kararlarını almış, Erzurum ve Sivas Kongrelerini topladıktan sonra 18 Aralık 1919 karlı ve soğuk bir kış günü Sivas’tan Ankara’ya gitmek üzere hareket etmiştir.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Kurulu Başkanı Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları 27 Aralık 1919 Cumartesi günü hemen her tarafın karla kaplı olduğu Ankara’da görülmemiş bir coşku ile karşılanmıştır. Ankara, bu tarihte yaklaşık 20.000 nüfusa sahiptir. Karşılamaya gelenler 3.000 atlı, 700 yayadan oluşan Seymen alayı, dervişler, esnaf, okullar ve diğer halk toplulukları…
Mustafa Kemal Paşa, o gün Ankara’nın Dikmen sırtlarında görüldüğü zaman, arkadaşları Hüseyin Rauf (Orbay), Mazhar Müfit (Kansu), Süreyya (Yiğit), Cevat Abbas (Gürer), Hüsrev (Gerede), Refik (Saydam) ve Hakkı (Behiç) Beyler olduğu halde, Dikmen sırtlarında Yıldırım ve Timur’un kozlarını paylaştıkları, Ankara ovasına, o çilekeş ve yorgun arabasıyla inmektedir. Temsil Kurulu Ankara’ya, İstanbul’da toplanacak Mebuslar Meclisi’ndeki çalışmaları daha yakından izlemek ve İstanbul’a demiryolu bağlantısı olduğu için gelmiş, yayımladıkları bir genelgede Ankara’yı merkez edindiklerini bildirmiştir. İşte bu tarihten itibaren Ankara Türk devriminin merkezi olmuştur.
28 Aralık Pazar günü Temsil Kurulu Başkanı Mustafa Kemal Paşa, Ankara’da Ziraat Mektebi’nde şehrin ileri gelenleriyle bir toplantı yapmıştır. Wilson ilkelerini, Mondros Ateşkes Antlaşması’nın bazı hükümlerini, milleti silahtan tecrit etmek için İtilaf Devletleri’nin yaptıklarını, Sivas Kongresi kararlarını anlatmıştır. Bolşeviklik suçlamasını reddeden Mustafa Kemal, …”Milletimiz kabiliyetsiz değildir. Bir millet, varlığı ve hakları için bütün kuvvetiyle ilgili olmazsa, kendi kuvvetine dayanarak varlığını ve bağımsızlığını sağlamazsa, şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz. Hükümet’in çalışmaları kötü olup da millet itiraz etmez ve onu düşürmezse bütün kabahatlere katılmış olur” demiştir.
Temsil Kurulu adına Mustafa Kemal Paşa, 29 Aralık’ta Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti merkez kurullarına bir genelge göndererek İstanbul’a gidecek mebusların bir an önce Ankara’ya gelmelerini istemiştir. 30 Aralık’ta Ankara’dan bütün milletvekillerine bir telgraf çeken Mustafa Kemal Paşa, her ilden Temsil Kurulu’nun temsilcisi olan mebusların ve görüşmelere katılmak isteyen diğerlerinin 5 Ocak’tan başlayarak Ankara’ya gelmelerini rica etmiştir. Genelgede ayrıca İstanbul’da Hüseyin Kazım’ın mebusları İstanbul’a çağırdığı hatırlatılarak adı geçen kişinin durumu iyi bilmediği, kendisinin aydınlatıldığı belirtilerek, Galatalı Şevket Bey’e de Hüseyin Kazım Bey’in aydınlatılması ve istiyorsa onun Ankara’ya gelmesi de bildirilmiştir.
3 Ocak 1920 Cumartesi günü Mebuslar Meclisi’ne katılacak milletvekilleri Temsil Kurulu ile görüş alışverişinde bulunmak üzere gruplar halinde Ankara’ya gelmeye başlamışlardır. Görüşmelerde İstanbul’da 12 Ocak’ta açılacak Meclis’te bir Müdafaa-i Hukuk Grubu Kurulması, Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis Başkanlığı’na seçilmesi konuları ile Misak-ı Milli’nin taslağı gündemdedir.
12 Ocak Pazartesi günü Mebuslar Meclisi açılmıştır…
Açılış törenine 168 mebustan 72’si katılmıştır. Padişah, bundan önceki meclisi, İttihatçılardan meydana geldiği gerekçesiyle ve İngilizlerin isteği üzerine 21 Aralık 1918’de kapatmıştır. 1 yıl 21 gündür hükümetler, kararnameler ile idare edilmektedir. Hükümetlerin politikasına karşı olanlar, bir yıldır Meclis’in toplanmasını, Türkiye’nin geleceği ile karar verilmesini istemektedirler. Damat Ferit Hükümetleri, seçimlerin yapılacağı ile ilgili birkaç kez vaatte bulunduysa da bu konuyu sürüncemede bırakmış, Anadolu Hareketi ise Amasya Genelgesi’nde, Erzurum e Sivas Kongresi kararlarında ısrarla Meclis’in açılmasını istemiştir.
Nitekim İstanbul’da, 28 Ocak Çarşamba günü Meclis’in gizli oturumunda, temeli 22 Haziran Amasya Karar’larına, Erzurum ve Sivas Kongreleri kararlarına dayanan “Misak-ı Milli” bütün mebusların imzasıyla kabul edilmiş, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin zaferi ile sonuçlanmıştır. Ancak, yukarıda belirtildiği üzere daha önceden Ankara’da yapılan (3 Ocak 1920) görüşmede Anadolu’dan seçilen mebusların Meclis’te “Müdafaa-i Hukuk Grubu Kurması” kararlaştırıldığı halde Rauf Bey ve arkadaşları tarafından Meclis’te Felah-ı Vatan Grubu’nu kurmuşlardır (Grubun 70 kadar üyesi bulunuyor. Meclis 160 mebustan 72’sinin katılmasıyla 12 Ocak’ta açılmıştı.) Mustafa Kemal Paşa, mebusların bu cesaretsizliğine çok kızacak ve olaydan 7 yıl sonra 1927’de CHP kurultayındaki söylevinde grubun adını (çift ‘l’ ile) Fellah-ı Vatan olarak telaffuz edecektir.
13 Kasım 1918’den beri İtilaf Devletleri’nin denetimi altında olan İstanbul’un işgali 16 Mart 1920 sabahı başlamıştır. 40.000. Fransız, 35.000. İngiliz ve 2.000. Yunan bahriye askeri zaten İstanbul’da bulunmaktadır. Müttefik savaş gemileri birer ikişer sahile yayılarak 33’lük toplarını Köprü, Meclis ve Saray’a çevirmişler, birkaçı da Kumkapı-Yeşilköy sahillerine demirlemişlerdir. Karaya çıkan İngiliz askerleri Şehzadebaşı Karakolu’nu basıp uykudaki 6 mızıka efradını şehit etmişler, haberleşmeye el koymuşlar tüm Hükümet dairelerini denetim altına alarak şehirde kuvvet gösterisinde bulunmuşlardır. İtilaf Devletleri, İstanbul’da istediklerini tutuklamışlardır. Tutuklananlar arasında
-Senato üyesi Çürüksulu Mahmut Paşa,
-Harbiye eski Bakanı Mersinli Cemal Paşa,
-Genelkurmay eski Başkanı Cevat Paşa,
-Milli Kongre Başkanı Göz Doktoru Esat Paşa,
-Galatalı Şevket Bey,
-Hasan Tahsin Bey bulunmaktadır.
Bir İngiliz müfrezesi de 18 Mart sabahı Meclis’in kapısına dayanmıştır ki, o gün Meclis’e gelen mebuslar İngiliz askerinin kuşatması altında içeri girmektedirler. Müfreze komutanının gönderdiği kâğıtta, Rauf Bey, Kara Vasıf, Numan Usta, Şeref ve Faik Beylerin teslim edilmeleri istenmektedir. Anadolu hareketinin temsilcisi görünen Rauf Bey’in adı bu listenin başındaydı ve onlarda teslim olmuş, İngilizlerin Bombay gemisi ile İstanbul’dan Malta’ya götürülmüşlerdir. Bu tarih Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde Ankara’da toplanarak 23 Nisan 1920’de açılacak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce “Osmanlı Devleti’nin fiilen sona erdiği gün olarak kabul edilecek ve bu tarihten sonra İstanbul Hükümetlerinin işlemlerini geçersiz sayacaktır.”
Temsil Kurulu adına Mustafa Kemal Paşa daha önce İstanbul’da toplanacak bir Meclis’in güvenlik içinde çalışamayacağını bildirerek, Meclis’in Anadolu’da toplanmasını istemiş, bu konuda uzun süren bir mücadele yapmış, ancak Hükümet’i ve bazı çalışma arkadaşlarını ikna edememiştir. 19 Mart Cuma günü Mustafa Kemal Paşa Temsil Kurulu imzasıyla vali ve komutanlara genelge göndererek yeni Meclis için seçimler yapılmasını istemiştir. Ancak komutan ve valilerden gelen itiraz üzerine “Meclis-i Müessesan” adı “Olağanüstü Yetkiler Taşıyan Meclis’e” çevrilmiş, Hristiyanların seçime iştirak ettirilmemesi konusu da aleyhte propagandaları önlemek için genelgeye konulmamıştır. Oy kullanacaklar arasına ilçelerden gelen ve sancak merkezinden seçilen ikinci seçmenlerde alınacaktır. Sancak idare ve belediye meclisleriyle Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti yönetim kurulları da seçimlerde oy kullanacak; mevcut seçim kanununa göre yapılacak seçimlerde her sancaktan 5 kişi seçilecek, mebuslar 15 gün içinde Ankara’ya gönderilecektir.
Anadolu Ajansı, 18 Nisan’da yayımladığı bildiride, Meclis’in 21 Nisan Çarşamba günü açılacağını ilan ederek, gelen mebusların adlarını Öğretmen Okulu Müdürlüğü’ne bildirmelerini, yolda olanların da hareketlerini çabuklaştırması gerektiği duyurulmuştu.
Ancak 21 Nisan 1920 Çarşamba günü Türkiye Büyük Millet Meclisi açılacakken “İstanbul fetvasındaki dinsizlik suçlamasını çürütmek için” bu tarih Mustafa Kemal Paşa’nın 21 Nisan’da yayımladığı genelge ile “Meclis’in 23 Nisan Cuma günü açılacağı bildirilecek, o gün yurdun her tarafında dini törenler yapılmasını, hatim indirilmesini, mevlit okutulması” istenilecektir. 31 Ocak 1946 tarihli Tanin gazetesi İsviçre’de bulunan Cavit Bey’in günlüğünden İstanbul fetvası hakkındaki görüşlerini şöyle aktarmıştır: …”Gazetelerde fetva suretini okudum. Bundan büyük bir vesika-i denaet şimdiye kadar görmedim. Bütün Müslümanları, Türkleri öldürmeye davet ediyor ve bu daveti Kur’an-ı Kerim’e istinat ettiriyor! Bunun İslam âlemindeki aksisedası kendi aleyhlerine olacağını dahi düşünmemişler. Müslümanları, Müslümanlara karşı cihada davet ediyorlar. Alçakları, cennet vaadiyle safdilleri iğfal etmek istiyorlar. Saltanatına dört elle sarılmış mecnun bir padişah, şerefsiz, haysiyetsiz, İngiliz vesali olarak yaşamayı muvaffakiyet biliyor.”
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Kurulu Başkanı Mustafa Kemal Paşa, Türkiye’nin tam bağımsızlığını sağlamak ve Türk Parlamento tarihine yeni bir yön vermek üzere 23 Nisan 1920 Cuma günü Ankara’da Büyük Millet Meclisi’ni açmıştır. O gün Hacı Bayram Camii’nde Cuma namazı kılındıktan sonra Meclisin toplanacağı binaya gelinerek dualar okunup, kurbanlar kesilmiştir. Mustafa Kemal Paşa tarafından yayınlanan genelgeye uyularak Meclis dini motiflere riayet edilen bir programla açılmıştır. Büyük Millet Meclisinin tören programı Nutuk’ta da geçmekte ve 6 maddeden oluşmaktadır. Maddelerde:
-“Vatanın istiklali, yüce hilafet ve saltanat makamının kurtarılması için hayati görevler yapacak olan Büyük Millet Meclisinin Cuma günü küşat edileceği,
-“Cuma namazından sonra Sakal-ı Şerif’in ve Sancak-ı Şerif’in alınarak Meclisin toplanacağı yere gidileceği,
-“Açılış gününün kutsallığını belirtmek için vilayet merkezinde hatim indirileceği ve Buhar-ı Şerif okunacağı,
-“Hatim-i Şerif’in uğur getirsin diye Cuma namazından sonra Meclisin toplanacağı yerin önünde tamamlanacağı, vatanın her köşesinde Hatim-i Şeriflerin indirileceği,
-“Cuma ezanından önce minarelerde salâ verilerek bütün tebaanın kurtulması için dua edileceği, –
-“Büyük Millet Meclisinin vereceği vatani görevleri anlatan vaazların verileceğinden” bahsedilmektedir.
Meclis’in toplantı yerinin ise Ankara’daki mevcut kullanılabilir mekânlar arasından tasarım ve inşası Mimar İsmail Hasif Bey tarafından II. Meşrutiyet döneminde İttihat ve Terakki Cemiyeti Kulübü olarak inşa edilen ve bugün Ulus’ta bulunan taş bina seçilmiştir.
23 Nisan 1920 tarihinde saat 13.45’te 115 milletvekili ile açılan Mecliste ilk konuşmayı en yaşlı olması hasebiyle Sinop Milletvekili Mehmet Şerif (Avcıoğlu) Bey yapmıştır. Fakat olağanüstü koşullarda kurulan bu Meclisin ismi hala konmamıştır. Meclisin ismi konusunda ilk öneriler 11 Nisan 1920 tarihinde gündeme gelmiştir. Gündeme gelen isimler ise şunlardır:
-Meclis-i Kebîr,
-Meclis-i Kebîr-i Millî,
-Kurultay ve Meclis-i Mebusandı.
Bu isimler arasından ise “Meclis-i Kebîr-i Millî” benimsenerek Meclisin ismi günümüz Türkçesiyle “Türkiye Büyük Millet Meclisi” olarak kabul edildi. Meclis’in en yaşlı üyesi olan Sinop Mebusu Şerif Bey, bayraklarla donanmış kürsüde yaptığı açılış konuşmasında şunları söylemiştir (sadeleştirilmiştir):
—“İstanbul işgal edildi ve Halifelik makamı ile hükümetinin bağımsızlığı alındı. Buna boyun eğmek, yabancı esirliğini kabul etmek demektir. Tam bir bağımsızlık ile yaşamak azminde olan, ezeli olarak hür ve bağımsız milletimiz, esirliği şiddetle reddederek bu Meclis’i meydana getirmiştir.”
Mecliste toplanan mebus sayısı ise tam belli değildir. Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti döneminde mebus sayısında istifa, vefat, görevden uzaklaştırma ve bazı asker mebusların Kazım Karabekir Paşa’ya göre Meclis’e ancak kurtuluştan sonra iltihak etmeleri gibi nedenlerle sürekli değişiklikler olmuştur.
Enver Behnan Şapolyo; Meclis açıldığı tarihte ilk toplantıya katılan üye sayısını 115 olarak belirtmekte ve 1920 yılının Mayıs ayında “62”, Mayıs’tan sonra “27”, 1921 Ocak ayından sonra da “3” üyenin Meclise katıldığını belirtmektedir.
Mazhar Müfit Kansu’ya göre Birinci Mecliste “437” mebus bulunmaktadır.
Tevfik Bıyıklıoğlu’na göre ise bu sayı “338”, Fahri Çoker ise bu sayıyı “403” olarak vermektedir.
Meclis’in açıldığı günün akşamı hakkında Mustafa Kemal Paşa’nın “Can Yoldaşı Ali Çavuş” anılarında şunları aktarmıştır: —”Yatsı vaktinden evvel Yunus Nadi, Mazhar Müfit, Ruşen Eşref, Fethi Beyler ile Hoca Feyzullah Efendi ve birkaç milletvekili direksiyon binasında toplanmışlar, Atatürk’le sohbet ediyorlardı. Bu konuşmalar arasında bir milletvekili, “Paşam, bu günün adını henüz koymadık. Bir ad koyalım” dedi. Bunun üzerine Atatürk yarı karanlık odada koltuğundan doğrularak, “İşgal kuvvetlerini nasıl olsa atacağız. Fakat karşımızda 600 küsur senelik bir imparatorluğun dağılmış da olsa bir hükümeti duruyor. Onun karşısında meclisimiz çocuk sayılır. Onun için bu günün adına “çocuk bayramı” diyelim. Büyüsün ve kendi zaferini ilan etsin” buyurdu. Atatürk’ün bu sözleri, oturanların alkışları ve tasvipleriyle karşılandı. Böylece 23 Nisan meclisin açılış günü Çocuk Bayramı olarak kabul ve ilan edildi.
Mustafa Kemal Paşa, 24 Nisan 1920’de davet sahibi olarak, 19 Mayıs 1919’dan Meclisin açılışına kadar meydana gelen olayları özetleyen uzun bir tarihi konuşma yaptı. Bu konuşmada o güne kadar meydana gelen olaylar değerlendirildikten sonra ne yapılması gerektiği açıklanmıştır:
-…”Bir tarafta karşımızda hiçbir anlaşma, hiçbir insani değer ve kanunla kendisini bağlı görmeyen İtilâf Devletleri, diğer tarafta vatanın haklarını savunamayan, mütarekeye aykırı, yabancı tecavüzlerini önlemek için her türlü imkândan yoksun esir bir hükümet, öte yandan da işgalcilerin sayısız baskısı ve hükümetin esareti karşısında başvuracak yerden mahrum ve acılar içinde kıvranan bir millet vardır.
İstanbul’un işgaliyle, Osmanlı egemenliği ortadan kalkmış, devlet gücüne el konulmuştur. Yürütme gücü güdümlenmiştir. Savunma örgütü saldırganların denetimine girmiştir. Bu alçakça oluşumu kabullenen Ferit paşa Hükümeti, bağımsızlığına yürekten bağlı olan milletle her türlü bağlarını kaybetmiş ve millet aleyhinde düşmanla ittifak etme durumuna gelmiştir.
Milletlerin bağımsızlıklarının birinci şartı yargı hakkıdır. İstanbul’daki yüzlerce kanunsuz tutuklamalar adli gücün geçersiz hale geldiğini göstermektedir. Dolayısıyla millet yedi yüz yıldan beri şan ve şerefle koruduğu ve savaştığı bağımsızlık ve varlığının devamı için, İstanbul’un işgali olaylarının meydana getirdiği hukukî vaziyeti tamir etmelidir. Düşmanlarımızın tasavvurlarının engellenmesi için, devletin egemenliğine ara verilmemekte acele edilmelidir. Bunun için inhilâl eden Anayasamızın bıraktığı boşluğu derhal doldurmak zorunluluğu vardır.
İşte bu lüzum ve zaruret dolayısıyla, milli egemenliğin her şeyden önce tecellisi maksadıyla yüce Meclisiniz olağanüstü yetkilerle toplanmıştır… Meclis ’de tecelli olan millî gücümüz, hilafet ve saltanatı yabancı baskısından ve Devleti esaretten kurtaracak önlemleri alacaktır, İstanbul faciasından bu yana, Temsil Heyeti millet arasındaki birlik ve dayanışmayı korudu. Kanunların geçerliliğini sağladı. Bu dakikadan itibaren yedi yüz yıllık bir azamet ve şevketten sonra, yok olmanın eşiğinde henüz ayakta durabilen milletin akıbetinden sorumluluk artık yüksek heyetinizin olacaktır.”
Böylece Mustafa Kemal Meclis’in toplanma gerekçesini açıklayarak, milletvekillerini sorumluluk almaya davet etmekteydi. Ancak her şeyden önce yürütme erkinin nasıl kullanılacağının saptanması gerekiyordu. Keza o gün yapılan oturumda, Mustafa Kemal, verdiği bir önerge ile konuya açıklık getirmiştir. Özetle:
-…”Ülkeyi bölünmekten ve dağılmaktan korumak için millî güçleri esaslı bir örgüt içinde birleştirmek gereklidir. Bunun için Meclis’te toplanan millî iradeye dayalı bir hükümet oluşturmak zorunludur. Saltanat makamı aynı zamanda halifelik makamı olduğundan geçici bir hükümet başkanı seçmek veya padişah kaymakamı tanımak mümkün değildir. Dolayısıyla başkansız bir hükümet meydana getirmek zorunluluğu vardır.
Yüce Meclis olağanüstü yetkilerle donanmıştır. Onun üstünde hiçbir güç yoktur.
Yüce Meclis milletle ilgili bütün işlere el koyacaktır. Ancak işlerin ayrıntılarına her zaman girme imkânı bulamayacağından, kendi içinden vekil kılınacak üyelerinden görevlendirilecek, her biri ayrı ayrı ve tümünün ortaklaşa Meclis’e karşı sorumlu olduğu bir hükümet işleri yürütecektir. Meclis Başkanı bu heyetinde başkanıdır. Padişah ve Halife düşman baskı ve zorlamasından kurtulduğu ve kendini tamamıyla özgür ve bağımsız olarak milletin sinesinde gördüğü gün, Meclisin düzenleyeceği kanuni esaslar çerçevesinde durumu alır.”
“Geçici Anayasa” niteliği kazanan bu önergenin kabulünden sonra, Meclis Başkanlığı seçimi yapıldı ve “Mustafa Kemal Meclis Başkanlığı”na getirildi. İkinci başkanlığa Erzurum milletvekili Celâlettin Arif, Başkan Vekilliklerine Konya milletvekili Abdülhalim Efendi ve Kırşehir milletvekili Cemalettin Efendi seçildiler.
Meclisin 25 Nisan toplantısında, Mustafa Kemal’in önerdiği gibi, yürütme yetkisini kendisi kullanacak olan Meclis’in bu yetkiyi nasıl kullanacağı ele alındı. Bunu tespit etmek kanunlaştırmak üzere, 15 kişilik kanun teklif etme komisyonu oluşturuldu. Yasa tasarısının Meclis’çe kabulüne kadar 6 kişilik geçici bir yürütme kurulu seçilmesi belirlendi Mustafa Kemal Paşa’nın Başkanlığı’nda kurulan icra encümenindeki diğer kişiler Hamdullah Suphi, Hakkı Behiç, Dr. Adnan, Şeyh Servet Beylerdi. Bu 6 kişilik heyete Genel Kurmay başkanlığına getirilen İsmet (İnönü) Bey’in katılması Meclis’çe uygun görülmüştür. Böylece Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında 7 kişilik bir geçici hükümet göreve başlamıştır. O gün, 17 Nisan’da İstanbul’dan gizlice hareket eden Fevzi Çakmak Paşa Lefke’ye Ali Fuat Paşa’nın karargâhına ulaşmıştır. Ali Fuat Paşa, Fevzi Paşa’nın gelişini şöyle aktartmıştır: —“Yerimden sevinçle fırladım. Yüzünden yorgun olduğu anlaşılıyordu. Fevzi Paşa, ‘Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur derler, kavuştuk amma galiba biraz geç oldu’ dedi. Ne ziyanı var Paşam, tekrar birleştik ya cevabını verdim.”
27 Nisan Salı günü, Harbiye eski Bakanı Fevzi (Çakmak) Paşa Ankara’ya ulaşmış ve büyük törenle karşılanmıştır. Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa Fevzi Paşa’yı Meclis’e takdim etmiştir. Fevzi Paşa yaptığı konuşmasında:
—“Aziz Türk Milletinin muhterem vekilleri; her şeyden evvel İstanbul’un esaret muhitinden kurutularak Ankara’nın hür havasına kavuştuğumdan dolayı Cenâb-ı Hakka hamt ve şükür ile beni lütfen karşılayan arkadaşlarıma derin şükranlarımı takdim ederim.
Efendiler, ben beş yüz yıllık payitahtımızın ilk defa düşmanlar tarafından çiğnenme faciasını görmek bahtsızlığına uğramış felaketzedelerdenim. İstanbul’un işgali haberini siz de aldınız. İngilizler bu işgal ile bilhassa İslâm kanı dökmek ve dökülen İslâm kanları ile yine İslâmları mahvetmek gibi haince bir maksat takip etmişlerdir.
Bizzat Harbiye Nazırı olarak ben, nezaret makamında gece gündüz hazır bulundum. O gece İngilizler karanlıkta karaya çıkardıkları askerlerini otomobillerle İstanbul, Üsküdar, Beyoğlu muhitine yayarak, lazım gelen noktaları tuttular ve sırf fesat başlangıcı olmak üzere, Şehzadebaşı’nda Onuncu Kafkas Fırkası karargâhında henüz uykuda bulunan muzika efradı üzerine hücum ederek, bunlardan bir kısmını şehit ettiler. Bir kısmı can havliyle pencerelerden atladı. Kalanlar, yataklarında süngülenerek şehit oldular.
İngilizler bununla kalmayarak Harbiye Nezareti’ni de işgal ettiler ve süngülü neferlerini benim bulunduğum nezaret odasına kadar soktular. Lazım gelen emirleri vermemi istediler. Zaten gereken emirler evvelce verilmiş olduğu için, ben kendilerini sükûnetle karşıladım. Ancak göğsüne düşman süngüsü dayanmış bir Harbiye Nâzırı İstanbul’un artık hür bir hilâfet ve saltanat makamı olmak meziyetini kaybettiğini görmüş bir Harbiye Nâzırı sıfatı ile tarif edilemeyecek derecede me’yus e mükedder bulunuyordum. Hemen Sadrazam’a malumat vererek kabinenin toplanmasını temin ettim ve o sırada, dört yüzden fazla, iki sıra dizilmiş süngülü İngiliz neferleri arasından kapılara birikmiş bir takım Ermeni ve Rum ahalinin hareket dolu bakışları altında sükûnetle geçerek Beyazıt’tan Babıâli’ye gitmek zorunda kaldım.
Babıâli’de toplanan Hükümet Heyeti gerek İstanbul’un işgal ve askerlerimizin şehit edilmesini ve gerek o sırada Mebusun Meclisine karşı yapılan muameleyi, milletin şerefine layık bir surette protesto etmek kararını verdi ve protesto etti. Ancak protestodan anlamayan, ortalığa korku ve dehşet salmak maksadında olan İngilizlerin aynı günde, yüksek mevkilerde bulunmuş bir takım zevatı bileklerine kelepçe vurarak yalın ayak, başıkabak yük otomobilleri ile şuradan buradan toplayıp hakaretler içinde hapishanelere tıktıklarını da haber aldım.
Cuma günü yapılması âdet olan selamlık merasimi, Yıldız da Hamidiye Camii’nde güçlükle yapılabildi. Namazdan evvel beni kabul eden Zatı Şahane buyurdular ki; “Ben bugün böyle elim ve azap içinde saraydan çıkmak istemezdim. Fakat bu bir dini vazifedir ve dini vazifeyi yapmamak olmaz.”
Teselli verecek hiçbir şey yoktu.
İngilizler kıyılara kadar yaklaştırdıkları zırhlılarının toplarını çevirmişler, şehri, halkı, hattâ köprüyü bile tehdit ediyorlardı. Zatı Şahane beni selamladıktan sonra da kabul etti; “Aman vaziyet vahimdir. Anadolu ile bağlılığı temin ve muhafaza ediniz” buyurdu.
Bundan sonra bu irtibat temin edildi. İngilizlere dedim ki; “Tehditten vazgeçiniz. Tehdit ile bize bir şey yapamazsınız. Bizi tatmin ediniz. Hayat hakkımızı tanıyınız. Şeref e haysiyetimize dokunmayınız. O zaman biz de her şeyi yaparız.”
Fakat İngilizler bunları dinlemiyorlar, aksi yolda yürümekte inat ediyorlar. Hükümeti her gün çeşitli notalarla bombardımana tutuyorlar ve ‘Kuvayı Milliye’nin ret ve takbih edilmesini istiyorlardı. Bize, durmaksızın baskı ile: ‘Kuvayı Milliye’yi reddediniz, diyorlardı. Bunu reddetmek, millete ihanettir, biz böyle şey yapamayız, deyişlerimize fena halde sinirlenerek, şiddete gazaplarını arttırıyorlardı. İstanbul’un bozuk olan iaşe durumunda, İslam halkı aç kalsa da, mevcut ekmeği Hıristiyanlara verin, onlar aç kalmasın, üst tarafının ehemmiyeti yoktur, diyorlardı.
Nihayet bu tazyiklere dayanamadık, biz çekildik, bizden sonra gelen kabineye de rahat vermediler, onu da tazyik ettiler ve ellerinden Kuvayı Milliye’yi tel’in eden mahûd fetvayı zorla aldılar.
Efendiler malumunuz olan o Fetva, İngilizlerin süngüsü ile alınmıştır. İşte bu tazyiklere dayanamayarak, İstanbul’dan çıktım. Daha evvel çıkmak istiyordum. Ancak İngilizlerin iç yüzlerini, maksat ve gayelerini daha iyi anlamak için bir müddet kaldım.
Efendiler, hülâsa olarak şunu arz edeyim ki, İngilizler, içimize nifak sokarak bizi parçalayıp yok etmek istiyorlar. Biz onların maksatlarını bilerek, birbirimize bağlı kaldıkça, istikbalimizi kurtardık demektir. İngilizler, Çanakkale hücumlarında olduğu gibi, bunda da aldanacaklardır. Nifak ve fesat planları mutlaka suya düşecektir. Hissiyatım şimdilik bundan ibarettir. Her şeyden evvel e her şeye rağmen ümit ve azim efendiler.” Fevzi Paşa’nın yer yer hararetle alkışlanan beyanatı, Mustafa Kemal Paşa’nın teklifiyle tabedilerek, yurdun dört bir tarafına yayımlanmış, Fevzi Paşa o andan itibaren Milli Hükümet’in değerli erkânı arasındaki müstesna mevkiini alacaktır.
Mustafa Kemal Paşa 1 Mayıs 1920 Cumartesi günü bakanların seçimi ile ilgili kanun önerisi dolayısıyla Meclis’te bir konuşma yapmıştır. Türkiye’deki milliyetlerin birliği üstünde duran Mustafa Kemal Paşa alkışlarla karşılanan konuşmasında, …”Meclis’i teşkil eden kişiler, yalnız Türk, Çerkez, Kürt, Laz değildir, hepsinden meydana gelmiş samimi bir topluluktur. Sınırlarımızı çizerken Kürtleri ayırmadık. Bu topluluğu temsil edenler bizim kardeşimiz, menfaatleri ortak olan vatandaşlarımızdır. Vatandaşlar birine karşı saygılıdır, birbirlerinin her türlü haklarına riayet ederler” demiştir.
Bakanlar Kurulu’nun seçimiyle ilgili kanun 2 Mayıs Pazar günü Meclis’te görüşülerek 5 çekimser, 15 olumsuz oya karşılık 110 oyla kabul edilmiştir. Buna göre Bakanlar Kurulu on bir üyeden oluşacaktı. Bakanlar arasında çıkacak anlaşmazlıkları Meclis çözümleyecektir. Bakanlar görevleri ile ilgili işlerde, ilgili meclis komisyonunun görüşünü alabilecektir. Meclis toplantıda olmadığı zamanda istifa eden vekil olursa, Büyük Millet Meclisi Başkanı Meclis üyelerinden birini geçici olarak görevlendirebilecek, daha sonra Meclisin onayına sunacaktır. Yasanın tümünün 3/2 çoğunlukla kabul edilmesi benimsenir. 3 Mayıs’ta bakanların seçimi tamamlanmıştır. Hükümet şu şekilde oluşmuştur:
Adalet: Celalettin Arif Erzurum Milletvekili
İçişleri: Cami (Baykurt) Aydın Milletvekili
Dışişleri: Bekir Sami (Kunduh) Tokat Milletvekili
Milli Savunma: Fevzi (Çakmak) Kozan Milletvekili
Maliye: Hakkı Behiç (Bayıç) Denizli Milletvekili
Şeriye-Efkaf: Mustafa Fehmi (Gerçeker) Bursa Milletvekili
Sağlık ve Sos.Yard. : Dr. Adnan (Adıvar) İstanbul Milletvekili
Bayındırlık: İsmail Fazıl Paşa Yozgat Milletvekili
Milli Eğitim: Dr. Rıza Nur Sinop Milletvekili
İktisat: Yusuf Kemal (Tengirşenk) Kastamonu Milletvekili
Genel Kurmay Başkanı: İsmet (İnönü) Edirne Milletvekili.
Ayrıca 2 Mayıs Pazar günü Milli Mücadele yanlısı din adamlarının ve din bilginlerinin, Şeyhülislam Dürrizade Abdullah’ın 10 Nisan tarihli fetvasına karşı bağımsızlık için çarpışmanın gerekli olduğunu bildiren fetva camilerde okunmaya başlamıştır.
Bir yıl sonra… (23 Nisan 1921.)
Yeni Türkiye’nin ilk milli bayramı. Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldığı gün olan 23 Nisan’ı bayram olarak kabul etti. Meclis’in açılış yıldönümü dolayısıyla Ankara’da gösteriler yapılmıştır. Dini bayramların etkisinin azalacağından çekindikleri anlaşılan bazı mebuslar buna muhalefet ettiler. Bursa mebusu Muhittin Baha Pars Bey, …”Yalnız Türklerin değil, Anadolu’nun değil, bütün İslam dünyasının hayatını, geleceğini kurtaracak bir milletin temelini attık” demiştir.
Mustafa Kemal Paşa, Meclis’in açılış yıldönümünü, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti şubelerine bir telgraf çekerek kutlamıştır: “—Yeni ve yüce bir tarihe başlangıç olan bu kutlu günü, Meclisimizin, bugün 23 Nisan tarihinin millî bayram sayılmasını bir özel kanunla kabul etmiştir. Bu mukaddes tarihi oluşturan milletin hâtırasında ebediyen yaşatmak üzere mücadelenin en canlı ve fedakâr etkeni bulunan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk heyetlerini coşkuyla tebrik eylerim.” Mustafa Kemal Paşa, Hâkimiyeti Milliye gazetesine verdiği demeçte geçen yıl Meclis’in açılışı için yapılan çalışmaları anlatmış ve …”Milletin bağımsızlığı bir hayat meselesidir. Milletin eğilimleri, bağımsızlık savaşında tereddüt edenleri utandıracak derecede yüksektir. Hürriyet ve istiklal benim karakterimdir. Benim milletimi esir etmek isteyen bir milletin de bu isteğinden vazgeçinceye kadar amansız düşmanıyım” demiştir.
“Hâkimiyet-i Milliye Bayramı” ya da başka bir adıyla “Milli Hâkimiyet Bayramı”, 23 Nisan 1920’de kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’ni, ideolojik, politik ve askeri alanlarda meşrulaştırmak için 23 Nisan 1921’de kabul edilmiş bir Millî Bayramımızdır. 27 Mayıs 1935’te çıkartılan Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkındaki Kanun’la birlikte, Milli bayramımızın adı, “Ulusal Egemenlik Bayramı” şeklinde öz Türkçeye dönüştürülmüştür.
TBMM’yi kurumsallaştırmak gibi bir işleve sahip olan bayram, erken Cumhuriyet yıllarında “Çocuk Bayramı” ve “Çocuk Haftası” etkinlikleriyle iç içe geçmiştir. Bir hayır kurumu olan Himaye-i Etfal Cemiyeti, 1926’da almış olduğu bir kararla TBMM’nin açılış yıl dönümünü “Çocuk Günü”; 1927 yılında 23 Nisan gününü “Çocuk Bayramı”; 1929 yılında ise 23–30 Nisan günleri arasını “Çocuk Haftası” olarak kabul etmiştir. Bu nedenle 23 Nisan, dönemin kamuoyu tarafından Hâkimiyet-i Milliye Bayramı ya da Ulusal Egemenlik Bayramı’ndan ziyade, Çocuk Bayramı olarak bilinmişse de, 12 Eylül 1980 harekâtı sonrasında 17 Mart 1981’de kaldırılarak 1981 ve 1982 yıllarında 23 Nisan, yalnızca Çocuk Bayramı olarak kutlanmıştır.
Bu vesile ile Seç Haber ailesi olarak ilk Millî Bayramımız olan bu büyük günün yüzüncü yılını kutluyor, bizlere bu kutlu günü, canlarını hiçe sayarak, bu vatan topraklarını armağan eden tüm şehitlerimizi, başta Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere tüm kahramanlarımızı rahmet ve şükranla anıyoruz efendim.