1922 de ise Başkumandanlık Meydan Savaşını kazanan Atatürk yanındaki subaya “TRUVALI HEKTOR’un öcünü aldık.“(1) demiştir. Burada ne anlatmak istemiştir? Acaba Homeros’un İlyada’sından mı etkilenmiştir yoksa temelinde doğu ile batının ebedi savaşına mı vurgu yapmıştır?
“Gelecek, geçmişin içinde saklıdır” diyerek ve günümüz siyasetini de anlayabilmek derin tarihe doğru bir yolculuk yapalım:
Batının doğuya cevabı: Mondros Ateşkes Antlaşması “Agamemnon” adlı savaş gemisinde imzalanıyor
Peki, Agamemnon kimdir?
Truva Savaşını yöneten Yunan Başkomutanıdır yani batının asli temsilcisidir. Antlaşma Osmanlı İmparatorluğu adına Bahriye Nazırı Rauf Bey tarafından, Limni adasının Mondros Limanı’nda demirli Agamemnon zırhlısında 30 Ekim 1918 akşamı imzalanmıştır. İşte batının Anadolu’ya bakışı burada net bir şekilde görülüyor. Yani Atatürk aslında “Hektor’un öcünü aldık.” derken batıya cevap veriyordu. Şimdi biraz daha geriye gidelim.
Fatih’te İstanbul’u fethettikten sonra “Hektor’un Öcünü Aldık.” Diyor.
1453’te kentte bulunan Kardinal İsidore yazdığı bir mektupta Sultan İkinci Mehmet’ten ‘Troyalıların Prensi’ şeklinde söz etmiştir. (2) Deneme türünün babası sayılan Montaigne ise, Fatih Sultan Mehmet’in Papa İkinci Pius’a yazdığı mektupta ‘İtalyanlarla aynı kökten olduğumuz ve onlar gibi Hektor’un öcünü almak hakkımız olduğu halde, İtalyanların bize düşmanca davranmalarına ve Rumları korumalarına şaşıyorum’ yazmıştır.
Fatih’in Trabzon seferinden döndükten sonra Çanakkale’ye geldi ve atını Truva’ya doğru sürdüğü, Çanakkale’ye Troya’nın bulunduğu bölgeye gelerek o büyük savaşın kahramanlarına övgüler düzdüğü ve Yunanlılardan “Hektor’un öcünü aldım.” dediği tarihçi Kritopulos tarafından anlatılır. (3)
Şimdi çok daha geriye gidelim.
Büyük İskender, Hektor’u öldüren Aşil’i anmak için Truva’da.
Fatih’ten yaklaşık 1750 yıl önce ve Truva Savaşından 1000 yıl sonra M.Ö. 4. Yüzyılda İskender Truva’ya gelir. Doğunun en büyük imparatorluğu Pers ordularını yenilgiye uğratmak, Hindistan’a dek tüm Asya topraklarını ve Mısır’ı fethetmek üzere on beş bin kişilik ordusuyla Yunanistan’dan yola çıkan Büyük İskender ordusuyla Çanakkale Boğazını geçerek Truva’ya ulaşmış ve ilk iş olarak Athena’nın Tapınağına gitmiştir. Sonra AŞİL’in mezarına bir çelenk bırakmıştır. Athena, Aşil’e hamilik eden tanrıçaydı. İskender şehrin ünlü kralı Priam’a da biat etmeyi unutmamış, ona bin davar kurban etmiştir.
Şimdi de Truva Savaşına kadar gidelim. Gerçekten Anadolu halklarının topyekün savunması mıydı yoksa sadece bir kent savunması mıydı?
Agamemnon diyor ki: “Tüm Anadolu toplanmış gelmiş o yüzden dokuz yıldır alamıyoruz…”
Yunan ordularının başkomutanı Agamemnon topladı kendisine bağlı tüm kralları ve dedi ki:
“Akhalarla Troyalılar namusumuzla ant içsek, iki yanı da bir bir saysak, Troyalıları yurtlarında toplasak bir araya, biz Akhalar onar onar sıra olsak, her sıraya bir şarap sunan düşer Troyalılardan düşe düşe, üstelik boşta kalır bir hayli sıra. İşte böyle diyorum ben size, şu ildeki Troyalılardan Akhaoğulları işte bu kadar çok. Ama çoğu illerden kargı atan adamlar yardıma gelmişler, benim bakımlı İlyon’u almama engel olan onlar işte…” (4) Agamemnon haksız sayılmazdı. Homeros, Agamemnon’la birlikte gelen bin gemi dolusu askerin nerelerden geldiğini tek tek sayar sonra da karşısında Truvalıları anlatır. Bende İlyada’dan devam edeceğim için yazının devamında bilgiye kurgu da ekleyelim dedim. Yer isimlerini günümüzdeki isimleriyle güncellediğimi de belirteyim.
Anadolu Truva’ya destek için akın akın geliyor.
Hektor büyük bir endişeyle gelen bin gemiyi düşünüyordu. Truva’yı korumak demek tüm Anadolu’yu korumak demekti. Bunun Hektor kadar Anadolu halkları da farkındaydı ve evlerini, yurtlarını, eşlerini, çoluk çocuklarını bırakmış Truva’yı korumak için gelmişlerdi.
Truva’nın tam önünde, ovanın dört bir yanından çıkılan Batieia adında sarp bir tepe vardır. Hektor işte o tepede topladığı liderlerin önünde ayağa kalktı ve konuşmaya başladı:
“Dostlarım bu savaş Anadolu’nun ölüm kalım savaşıdır. Sizler destek için geldiniz. Afrodit, Apollon ve Ares bizim tarafımızda olmasaydı bu kuşatma dokuz yıl sürmez; çoktan eşlerimiz, çocuklarımız, geleceğimiz Akhaların kılıçlarıyla yok olur giderdi…
Tanrıların desteğinin yanında sizlerin bugüne kadar ki göstermiş olduğunuz büyük kahramanlığın devamı bizleri, Troya’yı yaşatacaktır. Hepinizi bir bir onurlandırmak istiyorum gelecek nesiller bilsin diye, torunlarımızın torunları tanısın diye korumak için Anadolu’yu kimler savaştı kimler öldü.
Troyalılar benim emrimdedir ve savaşın sonuna kadar emrimde kalacaktır. Ey Afrodit’in ölümlü Ankhises’ten oğlu Aineias’ın komuta ettiği Dardanelliler bu zamana kadar şehri çok iyi savundu ve sonuna kadar direnecektir.
Sonra Gönen Sarıköylüler gelir; başlarında Pandaros vardır, Apollon kendi yayını vermiştir ona…
Lapseki, Karaaören, Eceabat’ta oturanlar gelir sonra, Tanrısal Arisbe’nin yurttaşları, başlarında Hyrtakes’in oğlu erlerin başbuğu Asios vardır, Çanakkale Çayı kıyılarından, Arisbe’den kocaman kızıl atların getirdiği Hyrtakesoğlu Asios.
Biga, Küreci, Çamyurt civarlarında Apaisos ülkesinde oturanlar gelir sonra, başlarında kendirden zırh giymiş Adrestos’la Amphios var. Perkoteli Mereops’un oğludur ikisi de. Mereops bilirdi falcılığı herkesten çok iyi, istememişti gitmelerini öldürücü savaşa ama alıkoyamadı oğullarını bir türlü, onları kara ölüm tanrıçaları sürüklüyordu.
Akamaslı yiğit Perioos var Trakyalıların başında, hızla akan Meriç Nehri çevirir topraklarını…
Kargıcı Boru Gölü ile Meriç Nehri arasında yaşayan kahraman Kikonlaların komutanıdır Euphemos, tanrıların beslediği Keadasoğlu Troizenos’un oğlu…
Pyraikhmes komuta eder kıvrık yaylı Panionlara, onlar ta uzaklardan gelmişler, Amydon’dan, uzun kıyılarından Vardar Nehrinin. Vardar Nehri yayılır tatlı bir suyla toprağa…
Erkek yürekli Pylaimenes komuta eder Paphlagonialılara, gelmişler yabankatırlarıyla ünlü Enetlerin yurdundan, Kastamonu Cide’de, Amasra’da otururlar. Parthenios Irmağı çevresinde kurmuşlardır ünlü saraylarını Kurucaşile, Hisarköy Çakraz’dır.
Odios’la Epistrophos komuta eder Alizonlara, ta uzaktan gelirler, gümüşün yurdu Alybe’den
Balıkesir ve Bandırmalıların başında Khromis’le bilici Ennomos var, biliciliği kurtaramaz onu kara ölümden, çevik ayaklı Aiakos’un torunu öldürecek onu, nasıl öldürecekse birçok Troyalıyı ırmak başında…
Phorkys’le tanrıya benzer Askanios yönetir Phrygialıları, uzak İznik Gölünden gelmişlerdir onlar, savaşa girmek için yanıp tutuşurlar.
Mesthles’le Antiphos’tur Manisalıların önderi, Marmara Gölü tanrıçasıyla Talaimenes’in oğullarıdır ikisi de. Buyururlar Manisa Bozdağ’ın eteğinde büyümüş Manisalılara…
Nastes, kaba konuşan Karialıların başında yürür, Milet’te otururlar, yaprağı bol Beşparmakdağlarında, yüksek doruklu Dilek Dağının eteğinde. Önderleri Amphimakhos’la Nastes’tir. Nomion’un iki alımlı oğlu.
Muğlalılara Sarpedon’la kusursuz Glaukos komuta eder, gelmişler uzak Muğla ülkelerinden, anaforlu Fethiye’den gelmişler.
Bunun dışında her bir vilayetten savaşa katılan gönüllüler vardır aramızda…
Daha gelecek olanlarda var ey dostlarım. Amazonların kraliçesi Penthesilea gelecek daha. Uzaklardan ta Kızılırmak’ın denize döküldüğü yerden Samsundan yola çıkmış on iki yoldaşıyla, sabırsızca bekleriz bu tanrıça ruhlu savaşçıları… “ (5)
Hektor Anadolunun ve Trakyanın çeşitli yerlerinden gelmiş olan her bir lideri tek tek onurlandırdıktan sonra ertesi günkü savaşı ve planları anlattı. Uzun sürecek bu savunmanın en önemli savaşıydı belki.
Amazonlar Kraliçesi Samsunlu Penthesilea Truva’da
Penthesilea, şehre adımını attığında acılardan inleyen Anadolu’yu gördü. Her bir sokakta yaralananları ve büyük bir kaygıyla ölülerine ağıt yakanları gördükçe içini büyük bir sıkıntı kapladı. On iki yoldaşıyla Kızılırmak’tan Truva’ya at sırtında gelmişlerdi. Truva’nın dokuz yıllık savunması sonucundaki halini gördüğünde bunca yolun yorgunluğu hiç aklına gelmedi. Karşısında ölümünü bekleyen bir kent vardı.
Her tarafı silahlarla dolu zırhının içindeki bedenini saran deri onun muhteşem güzelliğini gizliyordu. Kahverengi gözleri hafif buğulanmıştı ama gizlemeye çalışıyordu atıyla Truva sokaklarında ilerlerken. Az ileri de bir asker gördü ve yanında durdu. Hızlı bir şekilde atından indi ve başlığını çıkardı. O sırada dalgalı simsiyah saçları omzunun üstünü çoktan örtmüştü bile. Karşısındaki asker çok kez duyduğu ama ilk kez gördüğü bu kadın savaşçının etkisinden kurtulamamış ağzı açık bakıyordu. Penthesilea hiç vakit kaybetmeden sorusunu sordu: “Ben Amazonların kraliçesi Penthesilea, buraya savaşçılarımla birlikte size destek için geldik. Bizi hemen Hektor’un yanına götürür müsün?” Asker hala ağzı açık şekilde bakıyordu. Penthesilea anladı ki konuştuğu dili anlamamıştı bu asker. Hemen Priam, Hektor isimlerini söyleyip eliyle bizi onlara götür şeklinde işaretler yaptı. Bu sırada asker bilmediği bir dilde onu cevapladı. Bu sırada arkalardan bir amazon bu dili bildiğini söyleyerek yanlarına geldi ve konuşmaya başladı bu askerle..
Az sonra askerle konuşması bittiğinde Penthesilea’ya dönerek askerin Larissa’dan geldiğini ve kendisi gibi Larissa’dan gelen Pelasg soylarının tamamına yakınının öldüğünü söyledi. Liderleri Hippothoos’ta ölenler arasındaydı. Bandırmalıların başındaki Ennomos, Miletlilerin başındaki Amphimakhos’un da öldüğünü eklemişti asker.
Penthesilea daha fazla dayanamadı ve sorusunu tekrarladı: “Priam? Hektor? Bizi karşılamasını beklediğimiz kral ve prens neredeler sor bakalım…”
Asker beni takip edin şeklinde bir el hareketi yaptı ve atına atladı. Amazonlarda atlarına binip takip etmeye başladılar. Biraz sonra Truva’nın tam ortasındaki sarayın önüne gelmişlerdi. Her tarafta dua eden kadınlar, ağlayan çocuklar ve yaralıları pansuman eden hemşireler vardı. Penthesilea atından indiği gibi merdivenlerden tırmanmaya başladı. Saray’dan içeri girdiğinde herkesin ağladığını fark etti. Hemen önüne gelen bir kadına Kral Priam ya da çok yakın dostu Hektor’u sordu. Kadın ileri doğru işaret yaptı. Penthesilea koridoru takip ederek ana salona ulaştığında Kral Priam’ı ve çevresindekileri görebildi sonunda. Arkasındaki on iki amazonla birlikte salona girdiklerinde herkes oturduğu yerden kalktı. Büyük bir hüzün olduğu belli oluyordu ama ortada farklı bir durum var diye düşündü içinden Penthesilea. Kral Priam’ın önüne geldiğinde kral zor da olsa ayağa kalktı ve önünde saygıdan eğilen amazonlar kraliçesine doğru adımını attı. Sonrada eğilmiş olan bu kızı doğrultarak ona çok içten sarıldı. Sarıldığı anda da ağlamaya başladı. Kral Priam’ın hıçkırıklarıyla salondaki herkes ağlamaya başladı. Penthesilea ne olduğunu anlamaya çalışıyordu ama konuşacak anı bir türlü yakalayamıyordu…
Az sonra Priam tekrar yüzüne baktı kadının ve konuşmaya başladı: “Seni çok büyük bir heyecanla bekledi. Sendeki tanrıça ruhunun Truva’yı kurtaracağına çok inanıyordu. Geldiğinde kurban etmek için yüz davar bile hazırlamıştı. Seni görmeyi gerçekten çok istiyordu. Ancak üzgünüm kızım. Seni karşılamaya gelemedi… Aşil aldı oğlumun gözlerindeki parıltıyı, Hektor’um dün öldü kızım.”
Penthesilea bu haberi duyduğunda dolan gözlerine hakim olamadı. O bir savaşçıydı ve hayatında duygulara yer yoktu ama şimdi yanaklarından yaşlar süzülüyordu. Koluyla gözlerindeki yaşı sildikten sonra çekti kılıcını ve yüksek sesle konuşmaya başladı:
“Ben Penthesilea, Ares ile Otrera’nın kızı, Hippolyta, Antiope ile Melanippe’nin kız kardeşi ve bir Amazon kraliçesiyim. Geyik avlarken, bir hata sonucu, kardeşim Hippolyta’yı mızrakla öldürdükten sonra tek isteğim ölmek olmuştu. Ben buraya ölmeye geldim ancak size söz veriyorum ki ölürken Aşil’i de yanımda götüreceğim. Onun ölümü benim elimden olacak…”
Aşil, Penthesilea’yı öldürüyor.
Aşil, savaşta Hektor’dan sonra da birçok insan öldürmüştü. Sonunda kendisine meydan okuyan biri daha olduğunu duydu. Savaş alanına gittiğinde bu başlığından gözleri dışında bir yeri görünmeyen bu savaşçının kendi arkadaşı Telamonian Ajax’la çarpıştığını gördü. Biraz izledi bu mücadeleyi. Gayet iyi dövüşüyordu bu savaşçı ve Hektor’un öcünü almak için bu savaştaydı ama Aşil’e meydan okumuştu, onunla dövüşmesi gerekiyordu. Çarpışmanın tam ortasında Aşil araya girdi ve adamına oradan uzaklaşmasını işaret etti. Meydanda iki kişi kalmıştı şimdi. Aşil ve Penthesilea. Uzun bir çarpışma yaşandı aralarında ancak Aşil rakibinin göğüslüğüne vurduğu bir darbeyle Penthesilea’yı devirdi, ani bir hamleyle de soktu kalbine kılıcını. Aşil bu savaşçının kim olduğunu öylesine merak etti ki ilk işi yerde yatan savaşçının miğferini çıkarmak oldu. O anda kahverengi gözler ve simsiyah saçlarıyla Penthesilea’nın güzelliğini gördü ve çok şaşırdı. O an büyük bir aşkla baktı ona, yüreği daraldı. Dünya durmuştu Aşil için, içi pişmanlık ve üzüntüyle dolmuştu. Amazonların kraliçesi bedenini Truva’da bırakmıştı Hektor gibi…
Son
Atatürk’ten geriye doğru 3200 yıllık yolculuğumuz burada bitti. Şimdi tekrar Başkumandanlık Meydan Muharebesine gelelim. Mustafa Kemal yanındaki subaya der ki: “Hektor’un öcünü aldım.”
Aslında Atatürk sadece Hektor’un değil Amazonlar Kraliçesi Samsunlu Penthesilea‘nın, Truva Kralı Priam’ın, Gönenli Pandaros’un, İznikli Askanios’un, Manisalı Mesthles’le Antiphos’un, Kastamonulu Adrestos’la Amphios’un, Trakyalı Perioos’un ve tüm diğer Anadolu halklarının öcünü almıştır.
Doğu ile batının savaşı günümüzde de tüm şiddetiyle devam etmektedir. O yüzden şimdilerde kim Hektor, kim Aşil adına çalışıyor, kim Truva Atı? Bunu da okuyucunun takdirine bırakıyorum.
Ne demiştik; gelecek, geçmişin içinde saklıdır, görebilene… (7)
Gök Türk
http://gokturkramu.blogspot.com.tr/
Kaynaklar:
Bu yazı www.sechaber.com için yazılmıştır. Bu yazının kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması “5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası“na göre suçtur.