Tarihi iyice araştırdığımızda bugün sıkı sıkıya bağlı olunan bir çok inancın çok tanrılı dönemden günümüze kadar geldiğini görürüz.
Türk kültüründe cadı veya hortlak inancı İslamiyet’ten sonra yerini aynı özelliklerdeki cin, peri olarak değiştirmiştir.
Eski Türk inançlarında doğada bir takım gizli güçlerin olduğuna, Orhun Kitabeleri’ndeki “yer-su” tabiriyle, Uygurlar’da tabiriyle ifade edildikleri bilinmektedir. Hemen hemen her yerde görülen bu inanç korkudan kaynaklı bu tip gizli güçleri kutlu kabul edilmesine sebeptir.
Doğadaki gizli güçlere inanç, evrenin ruhlarla dolu bir alem olarak kabul edilirdi. Kötü ruhlara karşı onları koruyan iyi ruhlara duyulan minnet çeşitli ritüelleri doğurmuştur. İslamiyet’in kabulünden sonra da geleneklerini terk etmeyen şaman Türkler sonraki dönemlerde de oldukça sıkı muhafaza etmişlerdir. Öyleki yüzyıllar sonra bunların İslami gelenekler olduğuna inanılmıştır.
Bu ruhlar inancında halklar birbirinden etkilenmiş hikayeler tam olarak olmasa bile benzerlik göstermiştir.Geceleri mezardan kalkan kan içerek beslenen korkunç ölüler batıda vampir, Anadolu’da cadı denmiştir. Bu inancın balkanlardan Osmanlı’ya göç sayesinde yayıldığı tarihi kaynaklarda da geçmiştir.
Sloven asıllı filolog Franc Miklosich’e göre vampir kelimesinin kökeni olduğu iddia edilen Kuzey Türkçesindeki “uber” kelimesi, “ubır” ya da “obur” olarak ifade edilmektedir. Kökeni Rus diline bağlandığı gibi Türk kökenli olduğu da varsayılan “obur”, mecazi olarak “açgöz” anlamına gelmektedir.
Çuvaş Türkleri arasında “vupar”, Özbekler arasında “upır”, Kazan ve Sibirya Tatarları arasında “ubır” olarak anılır. Bir görüşe göre “ubır” kelimesi “içe doğru batırıp yutmak”, “içe doğru batırıp çekmek” anlamına gelen “ubu”dan gelmektedir.
Kırgızlarda, Kazaklarda ve Özbeklerde “obur”, “ubır”, “upır” gibi kelimeleri doyumsuz, yemeye doymayan insanlar için de kullanılmaktadır .
Gagavuz Türklerinde ölen günahkâr bir kişinin mezarda yaşayan bir hayvan şekline döneceğine inanılır bu varlığa da “obur” veya “hobur” adı verilir. Geceleri mezarından çıkarak insanları rahatsız ettiğine, eline geçen her şeyi yiyip yuttuğuna, hiçbir kimseden korkmadığına, insana bulaşıcı hastalıklar dâhil pek çok zarar verebileceğine inanılır. Ölen birinin obur olduğu anlaşıldığında hortlayıp çıkmasın diye mezarı açılır ve üzerine çivi çakılır.
Gagavuzlardaki obur motifi, Anadolu’daki “hortlak” ve Azerbaycan Türklerindeki “hortdan” adı verilen varlığa daha yakındır. Başkurtlarda ise ölen büyücünün ruhuna “ubır” denilmekte olup iri başlı, uzun kuyruklu, ağzından ateş püskürten ve uçabilen bir varlık olduğuna inanılır. Şeytani bir varlık olarak sayılır ve kötü ruhlardan sayılır.
Toms Tatarlarında görülen inanışlarda “albastı” adlı varlıkla karışmış durumdadır… Ubırların ( obur,vampir ) erkeklerden korkup daha çok kadınları sahiplendikleri, bundan korunmak için de kadınların hamama giderken yanlarında küçük yaşta erkek çocuklarını da götürdükleri, hamile kadınları azarlayıp çocuklarını kaçırmaması için kırk gün boyunca hamileyi yalnız bırakmamaları gibi inanışlar da söz konusudur. İçine ubır giren bir insan ubıra benzemeye başlar, yemek yemeye doymaz ancak hepsini ubır yediğinden hiç kilo almaz, gece uyuduğunda ubır insandan çıkıp yemek arar bulamayınca da yok edilmesi imkânsız bir ateş topuna dönüşüp bacadan çıkarak başka insanların yemeğini çalarmış. Bu nedenle Kazan Tatarları arasında geceleri mutfak bacalarını kapatmalarına dair bir inanış vardır….
Karaçay-Balkar inanışlarında oburun, bebeğin beşiğine kanını içmek için geldiğine inanılmaktadır. Bu oburu tanımak için yedi suyu tasa koyup tası bebeğin başucunda tutarak içine eritilmiş kurşun döküp, sonra soğuyan kurşunun yüzüne bakarak bebeğin hangi oburdan korktuğunu, oburun hangi kılıkta geldiğini öğrenip suyu bebeğin yanına koyarlarmış. Sabahleyin suda o oburun kirpiğinin bulunup hangi kişiye ait olduğunu öğrenip sağaltmak için o oburun kendisine varıp: “Çalla, çalla, çallavan; sen ketgin, kart maravan!” diye dua okutup şişeye tükürtürlermiş. Obur kabul etmezse halktan bir yaşlı kadına sağaltırlarmış. Buna göre sarımsak, tereyağı, kükürt ve kök boya yaprağı denilen otu karıştırıp yedi gün boyunca bebeğin tenine sürerler, ondan sonra da oburun bebeğe ilişemediğine inanırlarmış…
Balkanlarda son döneme dek görülen bazı inanışlarda “obur, istediği şekle dönüşebilen insanları nitelemekte, onların hem yerde hem havada dolaştıklarına inanılır.
Romanya’daki Müslümanlar, ölen birisinin “obur” (vampir) olmaması için cenazeyi güçlü bir alevin altından geçirirler…. ‘’
XVI. asrın ortalarından itibaren, aynen batılı vampirlere benzeyen Osmanlı “cadı”ları vardır. Rumeli’de gayrimüslim milletlerdeki muhtelif inanışların etkisi altında şekillenmiş bulunan “cadı”ların varlığından çok, Osmanlı Devleti’nin bunlara karşı takındığı tavır ilginçtir. Şeyhülislamın onayını arkasına alan devlet, mezarların açılmasına ve açılan mezarlardaki cenazelerin her türlü yok edici işleme tabi tutulmasına izin vermektedir. Hatta XIX. asrın ortalarına gelindiğinde artık, “cadıcılar” ya da “cadu üstadları” adı altında ücretlerini devletten alan bir zümre dahi mevcuttur.
’’ Takvîm-i Vekāyi‘nin 21 Cemâziyelevvel 1249 (6 Ekim 1833) tarihli nüshasında Bulgaristan’ın Tırnova kazasında yaşanan bir cadı avı haber konusu edilmiştir. Tırnova Naibi Ahmet Şükrü Efendi tarafından merkeze iletilen haberde, bazı görünmez yaratıkların evleri basarak ortalığı karıştırdığından, insanların üzerine saldırdığından bahsedilmektedir. Olup bitenlerden dolayı korkuya kapılan Tırnovalılar’dan iki mahalle dolusu insan evlerini başka yerlere taşımak zorunda kalmışlardır. Nihayet bu görünmez yaratıkların “cadı”, ya da günümüzdeki daha popüler adıyla “hortlak” olduğuna karar verilmiş ve hortlakların yattığı yeri bulmakla meşhur Nikola denen bir gayr-i müslimin yardımına başvurulmuştur.
Tırnova mezarlığında cadı avına çıkan Cadıcı Nikola’nın tespit ettiği mezarlar iki eski yeniçeriye aittir. Mezarlar açıldığında karşılaşılan manzara ise yeniçerilerin çürümemiş cesetleridir. Bedenleri büyümüş, saçları ve tırnakları uzamış, gözleri ise kan dolmuş vaziyettedir. Bütün bu alametler her iki yeniçerinin cesedinde kötü ruh barındığını ispatlamaktadır. Kötü ruhlardan kurtulmak için Nikola’nın salık verdiği ilk yöntem cesetlerin karınlarına kazık saplanıp yüreklerine kaynar su dökülmesidir. Ancak yöntem işe yaramamıştır. Bunun üzerine Cadıcı Nikola, cesetlerin ateşe verilmesi gerektiğini bildirmiştir. Şer‘an uygun olduğunun onaylanmasından sonra cesetler yakılmış ve böylelikle Tırnova halkı cadı belasından kurtulmuştur.Bu tuhaf olayın devletin resmî yayın organında kendisine yer edinebilmiş olmasını, o dönemde yaşanan siyasî veya sosyal gelişmelerle açıklamaya çalışmak doğru bir yaklaşımdır.
Nitekim önce Reşad Ekrem Koçu’nun, ardından İlber Ortaylı’nın, olaydaki iki kahramanın yeniçeri olması üzerinde önemle durarak hikâyeyi, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasının üzerinden henüz çok yıllar geçmemiş olmasına bağlamaları yersiz değildir. Hükümetin, mezarlarından hortlayarak etrafa dehşet saçan iki yeniçeri hakkındaki bu haberi yeniçeriliği karalamak için bir propaganda aracı olarak kullanmış olabileceği fikrini hepten reddedemeyiz. Ancak haberin baştan sona hükümetin uydurması olduğunu peşinen kabul etmenin bize çok doğru görünmediğini de belirtmeliyiz. Kaynaklar : ( “Yaşar Kalafat, “Eski Türk İnançlarının Rize ve Yöresi Halk Kültüründe İzleri” İsmet Zeki Eyüboğlu, Anadolu İnançları, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul 1998, s. 104- Ayşe Duvarcı, “Türklerde Tabiatüstü Varlıklar ve Bunlarla İlgili Kabuller, İnanmalar, Uygulamalar”, Osmanische Lokalbehörden der frühen Tanzimat im Kampf gegen Vampire? Amtsrechnungen (masarıf defterleri) aus Makedonien im Lichte der Aufzeichnungen Marko Cepenkovs (1829-1920)”, Wiener Zeitschrift für die Kunde des Morgenlandes, 82 (1992), s. 359-374. Takvîm-i Vekāyi‘, Sayı: 68 (21 Cemâziyelevvel 1249). Reşat Ekrem Koçu, Yeniçeriler, İstanbul 1964, s. 335-336. İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul 2008, s. 45.
Nitekim haberin bütününde yeniçerilere yönelik bir düşmanlık açıkça hissedilebilmektedir. Bu iki yeniçerinin hayatta iken yaptıkları kötülükler ile ölümlerinden sonra başlarına gelenler arasındaki bağlantı vurgulanmaya çalışılmıştır.
Son kısımda Tırnova halkının ağzından nakledilen, yeniçerilerden zaten öteden beri nefret ettikleri, bu olaydan sonra ise nefretlerinin iki misli arttığı şeklindeki söz özellikle dikkat çekicidir. Bu haliyle haber, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması esnasında ve sonrasında kendilerine karşı uygulanan sert muamele dolayısıyla yeniçerilerin halk arasında kazanmış olabilecekleri “mazlum” imajını yıkmak için gayet uygun bir araç görünümündedi )
Hasina Koç