Kasım 1934’den itibarın “ATATÜRK” soyadını alan Gazi Mustafa Kemal Paşa, 29 Ekim 1923 günü bir Fransız yazarına yenilik ve ilerleme, hilafet ve dindarlık meseleleri hakkında dikkat çekici beyanatta bulunmuştur.
Fransız yazarlarından Moris Perno (Maurice Pernot), Reisicumhur Mustafa Kemal Paşa Hazretleri ile Cumhuriyet ilanından evvel icra ettiği mülakatı Revu de dumond (Revue des Deux Mondes) ile yayımlamıştır. Bu mülakat esnasında Mustafa Kemal Paşa Hazretleri Türkçe konuşmuş ve İstanbul Mebusu Hamdullah Suphi (Tanrıöver) Bey tercümanlık vazifesini yapmıştır.
Mösyö Moris Perno, mülakatı şu suretle nakletmiştir:
(…)”Ankara’ya varır varmaz Mustafa Kemal Paşa’dan bir mülakat için müsaade bulunmalarını rica ettim. Birkaç gün sonra Meclis’te celse esnasında bir subay, temsilcimiz Miralay Mojen (Mougin)’in büyük bir alicenaplıkla bana yer gösterdiği siyasi ricale tahsis edilmiş mahalde, Paşa Hazretleri’nin kabinesinde beni beklediğini haber verdi.
Mustafa Kemal Paşa, bütün eşyası bir kanepe iki koltuktan ibaret olan bu küçük odada elini masaya dayamış, ayakta duruyordu.
Bana elini uzattı, oturmak için yer gösterdi ve bir sigara verdi. Nazikâne bir tavırla beni dinlemeye hazır olduğunu hissettirdi.
Derhal konuya geçerek Fransa’nın, bağımsızlığını kaybetmektense ölüme karar vermiş olan bir milletin azim ve gayretini nasıl muhabbetli bir alaka ile takip ettiğini hatırlattım.
Mustafa Kemal Paşa:
-Türkler, memleketimizin muhabbetine itimat edebileceklerini bilirler. Her zaman Fransa, hürriyet için kahramanca mücadelede dünyaya misal teşkil etmiştir.” dedi.
Fakat dedim, zatı asilanelerine itiraf ederim ki, son aylar zarfında Fransızların Türklere karşı hissiyatı daha az umumi idi. Türkiye’nin hasımları, vatandaşlarımın muhabbetini Türkiye’nin üzerinden çekip almaya çalıştılar. Ve evvela Türk hükümetinin, Türkiye’de mekteplerimizin, lisanımızın, nüfusumuzun gelişmesine mâni olacak tedbirler olacağını, sonra Türk milliyetperverlerinin güya yabancı düşmanı olduklarını ileri sürdüler. Bu iki nokta hakkında zatı asilaneleri bana açıklamalarda bulunabilirler mi?
Mustafa Kemal Paşa bir saniye düşündü, gözleri uzaklara daldı, dedi ki:
-Mektepleriniz için bu biraz da eski hikâyedir. Fransız mektepleri, Türk milletine büyük hizmetler etmiştir. Biz, hepimiz Fransa’nın kültür membaından içtik. Ben bile çocukken bir müddet Fransız mektebine gittim. Fakat bazen yabancı mekteplerinin vazife sınırlarını geçtiğini, rollerinden çıktıklarını, fenni olmayan propaganda gayeleri takip ettiklerini ve bunun için halkımızın Türk olmayan unsurlarına dayandıklarını gördük.”
Bu ithamı derhal kaydettim:
-Bu şikâyet, belki yabancı mektepler için varit olabilir. Merzifon’daki Amerikan mektebini kapattığınız için kimsenin size bir diyeceği yoktur. Fakat Türkiye’de bir Fransız mektebine karşı gerek siyasi, gerek dini herhangi bir propaganda isnat edildiğini bilmiyorum.”
Paşa, hafifçe güldü ve cevap verdi:
-Fransız mekteplerinin çoğunu rahipler ve hemşireler tarafından idare edilmektedir. Şu halde mesleki bir mahiyeti vardır. Dolayısıyla, dini bir propagandada bulunduklarından endişe edebiliriz. Bununla beraber, istiyoruz ki, mektepleriniz kalsın. Fakat Türkiye’de bizim mekteplerimizin bile sahip olmadıkları imtiyazlara yabancı memleketlerinin sahip olması kabul edilemez. Müesseseleriniz, aynı sınıftaki Türk müesseselerine konulmuş olan kanun ve nizamlara riayet ettikçe baki kalabilir. Zaten bu mesele, Ankara delegeleri ile Fransız temsilcileri arasında müzakere edilmiş ve esaslı prensipler üzerinde anlaşma hası olmuştur.
Bu sırda sessizlik oldu. Mustafa Kemal Paşa, sıcaktan başındaki astragan kalpağı çıkardı. Karşımda büsbütün başka bir adam gördüğümü zannettim. Sarışın ince saçları, kalpak altında görmediğim geniş ve ortaya çıkmış alnını açık bırakıyordu. Kendi kendime karşımda bir Türk mü, yahut bir Slav mı mevcut olduğunu düşündüm. Yavaş yavaş evvela bilerek kapalı duran bu çehre canlandı, sesteki titreşimler değişti. Paşa devam etti:
-İkinci, yabancı düşmanlığı noktasına gelince; Şu bilinsin ki, biz yabancılara karşı herhangi hasmane bir his beslemediğimiz gibi, onlarla samimane münasebetlerle bulunmak arzusundayız. Türkler bütün medeni milletlerin dostlarıdır. Yabancılar memleketimize gelsinler; bize zarar vermemek, hürriyetimize müşkülat çıkarmaya çalışmamak şartıyla burada daima iyi kabul göreceklerdir. Maksadımız yeniden yakınlık kurmak, bizi başka milletlere bağlayan bağları artırmaktır. Memleketler muhteliftir, fakat medeniyet birdir ve bir milletin ilerlemesi için yegâne medeniyete iştirak etmesi lazımdır. Osmanlı İmparatorluğu’nun düşüşü, Batı’ya karşı elde ettiği muzafferiyetlerden çok mağrur olarak, kendisini Avrupa milletlerine bağlayan bağları kestiği gün başlamıştır. Bu bir hata idi, bunu tekrar etmeyeceğiz.
Bu maksatlardan, Fransa’da pek büyük memnuniyetlerle malum olacak şey, siyasetimizin, ananelerimizin, menfaattarımızın bizi fikir ve eğilim itibariyle bir Avrupa Türkiye’si, daha doğrusu Batı’ya yönelmiş bir Türkiye arzu etmeye meylettirmesi olacaktır.
Şüphe mi ediyorsunuz? Fakat siz, tarihimizi nazarı itibari almalısınız. Türklerin asırlardan beri takip ettiği hareket, devamlı bir istikamet muhafaza etti. Biz daima Doğu’dan Batı’ya yürüdük. Eğer bu son senelerde yolumuzu değiştirdikse, itiraf etmelisiniz ki, bu bizim hatamız değildir. Bizi siz mecbur ettiniz. Ricat sonradan ve ister istemez oldu. Tasdik etmelisiniz ki, Doğu’da ikametgâh seçmeye mecbur olduğumuz için, ırkımızın beşiği ile alakadar olması itibariyle mümkün olduğu kadar Batı’da bir ikametgâh seçtik. Fakat vücutlarımız Doğu’da ise de fikirlerimiz Batı’ya doğru yönelik kalmıştır.
Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz. Bütün mesaimiz Türkiye’de asri, dolayısıyla Batılı bir hükümet vücuda getirmektir. Medeniyete girmek arzu edip de, Batı’ya yönelmemiş millet hangisidir? Bir istikamette yürümek azminde olan ve hareketinin ayağında bağlı zincirlerle müşküle sokulduğunu gören insan ne yapar? Zincirleri kırar, yürür.
Fakat ortaya çıkan vakalar, Türkiye’nin kayıtsız şartsız bağımsızlık hâkimiyetine sahip olması neticesine vardı. Bundan sonra memleketimize gelecek yabancılar, samimiyetle bizi hüküm ve esaretlerine almaktan feragat ederlerse, iyi kabul göreceklerdir. Ilga edilen kapitülasyonlar, Türk milletinin bir hezimeti neticesi değildi. Bu Türkiye’ye zorla kabul ettirilmiş bir boyunduruk değil, padişahlarımızın birkaç yabancı devlete büyük lütuf mürüvvetle takdim ettikleri bir hediye idi. Devletler bu hediyeden aleyhimize istifade ettiler. Kapitülasyonlar, memleketimizi fakirleştirdi, harap etti. Eğer yabancı düşmanlığından, o kadar pahalı elde edilen bir bağımsızlığa halel verecek her şeyden nefret manası çıkarılıyorsa, evet, bizim yabancı düşmanı olduğumuz söylenebilir. Size açıkça söyledim ve sonuna kadar açık sözlü olacağım. Henüz emniyetimiz yerinde değildir, evvelce Türkiye’de yabancı teşebbüslerinin, yabancı maksatlarının bize telkin ettiği endişeler yok olmuş değildir. Eğer bazen ihtiyatkâr hareket ediyorsak, ifrat derecede şüpheli davranıyorsak, bize çok pahalıya mal olan hürriyetimizi kaybetmek hususundaki korkumuzdandır. Bu hürriyetin bir küçük kısmını sakat etmektense, hepsini birden feda etmeyi tercih ederiz.”
Bu son sözler nazarı dikkatimi çeken bir samimiyet ve azimle söylendi.
Mustafa Kemal Paşa, yen, bir soru bekliyordu. Dini mesele karşısında aldığı tavır ve hareketi bizzat tarif etmesini dinlemek merakında idim. Bu vadide alınan bazı tedbirlerden ne maksat takip edildiğini izah etmesini rica ettim.
-Aldığımız bütün tedbirler bir cümle ile özetlenebilir: Milli hâkimiyeti ilan ettik. Kelimeler üzerinde oynamayalım. Bugünkü Türk hükümeti az çok cumhuriyettir. Bu bizim hakkımızdır, fenalık nerede? Menşelerimizi hatırlayınız. Tarihimizin en mesut devresi, hükümdarlarımızın halife olmadıkları zamandır. Bir Türk padişahı hilafeti her nasılsa kendisine mal etmek için nüfuzunu, itibarını, servetini kullandı. Bu, sırf ir tesadüf eseridir. Peygamberimiz, tilmizlerine (Talebelerine) dünya milletlerine İslamiyet’i kabul ettirmelerini emretti; bu milletlerin hükümeti başına geçmelerini emretmedi. Peygamberin zihninden asla böyle bir fikir geçmemiştir. Hilafet demek, idare, hükümet demektir. Hakikatten vazifesini yapmak, bütün Müslüman milletlerini idare etmek isteyen bir halife, buna nasıl muvaffak olur. İtiraf ederim ki, bu şeriat dâhilinde beni halife tayin etseler, derhal istifamı verirdim.
Fakat tarihe gelelim, hakikatleri inceleyelim. Araplar Bağdat’ta bir hilafet tesis ettiler, fakat Kurtuba’da bir hilafet daha vücuda getirdiler. Ne Acemler, ne Afganlar, ne Afrika Müslümanları, İstanbul halifesini asla tanımadılar. Bütün İslam milletleri üzerinde ulvi ruhani vazifesini yerine getiren yegâne halife fikri, hakikatten değil, kitaplardan çıkmış bir fikirdir. Halife hiçbir zaman Roma’daki Papa’nın Katolikler üzerindeki kuvvet ve iktidarını gösterememiştir.
Son ıslahatımızın sebep olduğu eleştiriler, hakiki olmayan, vehmedilmiş bir fikirden, İslam birliği fikrinden ilham almaktadır. Bu fikir asla hakikat olmamıştır.
Biz, halifeyi eski ve muhterem bir ananeye hürmeten yerinde bıraktık. Halifeye hürmetimiz vardır; gerek kendi, gerek ailesinin ihtiyaçlarını temin ediyoruz. İlave edeyim ki, İslam âleminde Türk halifenin maddi ihtiyaçlarını fiilen temin eden yegâne millettir. Dünya çapında bir hilafeti destekleyenler, şimdiye kadar her türlü iştirakten kaçınmışlardır. O halde ne iddia ediyorlar? Yalnız Türkler bu müessesenin yüküne tahammül etsinler ve yine onlar halifenin hâkimane nüfuzuna riayet etsinler… Bu iddia aşırıdır.
-Şu halde yeni Türkiye’nin siyasetinde dine aykırı hiçbir eğilim ve mahiyet olmayacak demek?
-Siyasetimiz dine aykırı olmak şöyle dursun, din bakımından eksik bile hissediyoruz.
-Zatı asilaneleri düşündüklerini bendenize daha iyi izah buyururlar mı?
-Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Şuura muhalif, ilerlemeye mâni hiçbir şey ihtiva etmiyor. Hâlbuki Türkiye’ye bağımsızlığını veren bu Asya milletinin içinde daha karışık, suni, batıl inançlardan ibaret bir din daha vardır. Fakat bu cahiller, bu acizler, sırası gelince aydınlanacaklardır. Onlar eğer aydınlığa yaklaşmazlarsa, kendilerini mahv ve mahkûm etmişler demektir. Onları kurtaracağız.”
Kaynakça:
1-Tevhidi Efkâr, 11 Şubat 1923, Numara: 3975-947, s.2.
2-Tanin, 11 Şubat 1924, Numara: 480, s.1.
3-“Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri III”, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara 1954, s.66-70.
4-“Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 16 (1 Temmuz 1923 – 17 Eylül 1924)”, Kaynak Yayınları: 419, Birinci Basım: Mayıs 2005, s.147-150’de; (…) “Fransız Gazeteci Maurice Pernot’ya Demeç, Tevhidi Efkâr’daki eski yazı metin Hüseyin Gültekin, Tanin’deki ise Hadiye Yılmaz tarafından okunmuştur” denilmektedir.