İç İsyanlar, Millî Mücadele’yi ve dolayısıyla Türk Milleti’nin esaretten kurtuluşunu engellemek için başlatılmıştır. Öte yandan, Samsun’da kurtuluş için atılan ve Millî Mücadele’yi başlatan ‘İlk Adım’ın parolası; Mustafa Kemal (Atatürk) tarafından: “Ya istiklâl ya ölüm!” olarak belirlenmişti; -…”Türk’ün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!.. O halde: Ya istiklâl ya ölüm!”.
29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilanından sonra devletimizin çağdaş bir biçim alması ve milletin çağdaş uygarlık düzeyine en kısa zamanda erişebilmesi yolunda büyük inkılaplar yapılmaya başlamış, 4 Ekim 1926’da hukuk alanında, Şeriye Mahkemeleri ve Mecelle kaldırılarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 743 sayılı kanunla Türk Medeni Kanunu kabul edilmişti. Hal böyle iken “İstiklal Mahkemeleri, yakın tarihimizin üzerinde henüz yeterince inceleme yapılmamış en önemli, en çok merak edilen ve en çok tartışılan konularından biri olarak günümüze kadar gelmişlerdir. Bu mahkemelerin bir kısmı Millî Mücadele’nin sürdüğü yıllarda, bir kısmı ise Cumhuriyetin ilanından kısa bir süre sonra kurulmuşlardır. Türkiye Büyük Millet Meclisi arşivinde evrakı bulunan ve tarihçesi özet halinde verilmeye çalışılan İstiklal Mahkemeleri alfabetik olarak şu şekilde sıralanabilir: Amasya, Ankara (1), Ankara (2), Elcezire, Eskişehir, Isparta, İstanbul, Kastamonu, Konya, Pozantı, Şark ve Yozgat İstiklal Mahkemeleri.
İstiklal Mahkemeleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına görev yapmıştır. Üyeleri ve başkanları genel olarak hukukçu değildir. İstiklal Mahkemesine seçilen milletvekilleri, verdikleri karardan dolayı sorumsuzdur ve asker-sivil herkes İstiklal Mahkemelerinin kararlarını uygulamak zorundadır. Verilen kararların temyiz yolu yoktur, yani kesindir. İstiklal Mahkemesindeki, hâkimler vicdanlarına göre karar verirken, delile ve kanuna bağlı değildir. Ezici çoğunluğunu hukukçu da değildir. En çok tartışılan konuda budur.
Mahkemelerde önceden savcı yokken sonra savcı da eklenmiştir. Hâkim sayısı da önceden üç iken sonra dörde çıkarılmıştır. İstiklal Mahkemeleri halka açık olarak yapılmıştır. Sanıklar tek tek veya toplu olarak yargılanmıştır. Her mahkemenin kapısında büyük bir levha ile mahkemenin adı yazılıdır ve mahkeme heyetinin oturduğu yerin arkasında da yine büyük bir levha ile ‘İstiklal Mahkemesi, Mücadelesinde, Yalnız Allah’tan Korkar’yazısı asılıdır.
23 Nisan 1920 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı günlerde Türkiye topraklarında ‘38.000 İngiliz’, ‘59.000 Fransız’, ‘17.000 İtalyan’ askeri ve 90.000 kişilik Yunan ordusu bulunuyordu. Türkiye Büyük Millet Meclisi toplamında ‘200.000’i bulan işgal ordularına ve Doğu Anadolu’da Ermenistan devleti kurmak isteyen Ermenilere karşı savaşmak zorundaydı. Ayrıca Fransız işgal bölgesinde 10.000 Ermeni ve Karadeniz bölgesinde de Pontus devleti kurmak için uğraşan 20-25 bin Rum’a karşı savaşmalıydı.
Uzun yıllar savaşların getirdiği yılgınlık ve süresiz askerlik gibi o günün koşullarında zorunlu da olsa, kimsenin kabul edemeyeceği yaklaşımlar sonucu, ciddi bir asker kaçakları sorunu olmuştu. Asker kaçakları bir yanda düzenli ordu birliklerini mum gibi eritirken diğer yanda, eşkıyalık, haydutluk gibi olumsuz bir suç ağının ana nedenini de oluşturuyordu.
1918’de Türk ordusunun asker kaçağı sayısı 300.000 olup, bunlar kendi memleketlerine (doğdukları yer) kaçıp, hırsızlık yağmacılık, her çeşit güvenlik bozucu işlere girişiyorlardı. Kaçaklar vurulma tehlikesine rağmen, trenden atlamak, kollardan ayrılmak, karargâhlardan kaçmak şeklinde oluyorlardı. İtilaf devletleriyle imzalanan Mondros Mütarekesiyle birlikte Osmanlı Devleti resmen olmasa da fiilen sona erdi. Bunun üzerine Millî Mücadele’yi başarıya ulaştırmak ve elde kalan toprakları düşman istilasından korumak için 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi kuruldu. Kurulan Meclis’in en önemli sorunlarında biri askerlikten firar edenler oldu. Otoritenin sarsıldığı, düşman işgallerinin başladığı böyle bir dönemde soygun ve yağmacılık yapan firari askerler memleketteki otoriteye büyük zarar vermeye başladılar.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, kuruluşunun hemen sonrasında 29 Nisan 1920’de ‘2 numaralı Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nu çıkarmak suretiyle içerde güvenliği sağlamaya çalıştı. Bu kanun ile Türkiye Büyük Millet Meclisi kararlarına karşı gelmek ve ayaklanmak vatan hainliği olarak kabul edilip cezalandırılacaktı.Cezalarında mahkemeler aracılığıyla yapılmasını karar altına alan kanun, İstiklal Mahkemelerinin de meşruluk zeminin hazırlamış oluyordu. Çünkü normal mahkemeler ve divanı harpler olağanüstü koşullar açısından uygun değildi. Uygun olan olağanüstü dönemin olağan üstü meclisinin olağanüstü mahkemesi idi. Ancak bu kanunun dört aylık uygulama süresinde beklenen sonuç alınamadı.
Bu konuda kesin bir sonucun alınabilmesi için o günkü şartlarda olağanüstü mahkemelerin varlığına ihtiyaç duyulduğundan, Türkiye Büyük Millet Meclisi, divanı harplerin yerine, Fransız İhtilalinden etkilenerek 11 Eylül 1920 günü İstiklal Mahkemelerini ‘Devrim/İhtilal Mahkemesi’ olarak kuruldu ve aynı gün ‘21 numaralı Firariler Hakkında Kanun’ çıkarıldı. Çıkarılan bu kanuna dayanılarak İstiklal Mahkemelerinin kurulmasına, kurulacak olan mahkemelerin firar eden askerlerle ilgilenmesine ve bu konuda verecekleri kararların da temyizinin olmayacağına karar verildi.
‘Devrim/İhtilal Mahkemesi’ninkuruluşunda en önemli neden asker kaçakları idi.
Bunun yanında Divan-ı Harpler hem çok daha fazla keyfiliğe yol açarken, diğer yandan uzun savaş dönemleri nedeniyle zaten üniformalı kişilere özellikle subaylara düşmanlık besleyen halkın gözünde, ordunun tamamen itibar kaybetmesine yol açması ve Milli Mücadele’nin bir halk savaşına dönüşmesi istendiğinden Divan-ı Harpler uygun bulunmadı. Başlangıçta asker kaçakları suçlarına bakan İstiklal Mahkemeleri kısa sürede vatana ihanet, ayaklanma, eşkıyalık, yolsuzluk, hırsızlık gibi suçlara da bakmaya başladı.
Bu kanundan bir hafta sonra 18 Eylül 1920’de Heyet-i Vekile’nin verdiği teklifle on dört yerde İstiklal Mahkemesi kurulması istendi ve aynı gün ‘45 numaralı Meclis Kararı’ ile Ankara, Eskişehir, Konya, Isparta, Sivas, Kastamonu, Kayseri olmak üzere yedi bölgede İstiklal Mahkemesinin acilen kurulması kararlaştırıldı.
Bu karardan sonra ‘26 Eylül 1920’de çıkarılan 28 numaralı Kanun’la İstiklal Mahkemelerinin yetkileri genişletildi. Bu kararla mahkemelere askerlikten firar suçunun yanı sıra Hıyanet-i Vataniye Kanunu kapsamında bulunan askerî ve siyasi casusluk suçlarına bakma yetkisi de verildi.
27 Ekim 1920’de ise çıkarılan Meclis tezkeresiyle Kayseri İstiklal Mahkemesinin kurulmasına gerek olmadığına karar verildi.
Ancak ‘9 Kasım 1920’de68 numaralı Meclis Kararı’ ile bu mahkemelerin yanında Diyarbekir’de; ‘15 Kasım 1920’de ise 73 numaralı Meclis Kararı’ ile Pozantı’da birer İstiklal Mahkemesinin kurulması kararlaştırıldı. Ne var ki, Diyarbekir İstiklal Mahkemesinin görev süresi ve faaliyeti ile ilgili fazla bir bilgiye sahip değiliz: …”Malatya Milletvekili Sıtkı Bey, Sadık Bey, Çorum Milletvekili Sadık Bey, Nafız Bey ve Vehbi Bey seçildiği halde gitmemişlerdir. Yerine Bursa Milletvekili Şeyh Servet Efendi görevlendirilmiştir. Çok uzak oluşu ve kış ayı göz önüne alınarak gidilip gidilmediği belli değildir. Prof. Dr. Ergün Aybars’a göre gidilmişse bile bir ay gibi çok kısa bir süre çalışma yaptığı düşünülmektedir. Bu mahkeme ile ilgili ayrıntılı bilgi bulunmamaktadır.”
Bu dönemde kurulan İstiklal Mahkemeleri askerlikten firar edenlerle alakalı davalara bakmanın yanı sıra gasp, soygun, iç güvenliği ihlal, bozgunculuk, casusluk gibi davalara da baktı. Ankara İstiklal Mahkemesi bu mahkemelerden farklı olarak gıyaben Sadrazam Damat Ferit Paşa, Rıza Tevfik, Reşat Halis, Çerkez Ethem’in davaları ile Mustafa Sağir ve Yeşil Ordu gibi siyasi ağırlıklı davalara da baktı.
İstiklal Mahkemeleri’nin casusluk, vatana ihanet, düşmana hizmet konularında verdikleri cezaları, toplam cezalara göre kıyasladığımızda; ‘Ankara’da %5’, ‘Eskişehir’de %41’, ‘Isparta’da %1’, ‘Konya’da %17’ oranlarını görmekteyiz.Mahkemelerin dört aylık görevi sonrasında beklenen sonucun alınması üzerine, Ankara İstiklal Mahkemesi hariç, bu dönem İstiklal Mahkemeleri ‘17 Şubat 1921 tarihli 97 numaralı Meclis Kararı’ ile kapatıldı. Ankara İstiklal Mahkemesi ise 31 Temmuz 1922 tarihine kadar görevine devam etti.
Ankara İstiklal Mahkemesi dışındaki mahkemelerin kaldırılmasından sonra firar, casusluk, gasp ve soygunculuğun yeniden arttığı, iç güvenliğin yeniden bozulmaya başladığı gerekçesiyle ‘23 Temmuz 1921 tarihli 140 numaralı Meclis Kararı’ ile Konya, Kastamonu ve Samsun’da birer İstiklal Mahkemesinin kurulmasına karar verildi. Daha sonra, ‘5 Ağustos 1921 tarihinde çıkarılan 144 numaralı Başkumandanlık Kanunu’ ile Meclis, yetkilerini Mustafa Kemal Paşa’ya devretti ve böylece kurulmuş olan mahkemeler de doğrudan Mustafa Kemal Paşa’ya bağlandı.
Mustafa Kemal Paşa’nın gördüğü lüzum üzerine ‘8 Eylül 1921 tarihli Başkumandanlık tezkeresiyle Yozgat İstiklal Mahkemesi’ kuruldu ve ‘Tekâlif-i Milliye Emirleri’ni uygulamayanların cezalandırılması konusu da İstiklal Mahkemelerinin görevleri arasına alındı. Buna ilaveten bu tarihten sonra istifa eden İstiklal Mahkemeleri üyelerinin yerine yeni üyelerin atanması da bizzat Başkumandan tarafından yapıldı. Mustafa Kemal Paşa’ya üç ay süre ile verilen Başkumandanlık vazifesi, aralıklarla üç defa uzatıldı; ‘20 Temmuz 1922’de kabul edilen 245 numaralı Kanunla’ da süresiz hâle getirildi.
‘31 Temmuz 1922 tarihinde 249 numaralı İstiklal Mehakimi Kanunu’ kabul edilip mahkemelerin görev ve yetkileri yeniden belirlenerek kısıtlandı. ‘1 Ağustos 1922 tarihli 274 numaralı Meclis Kararı’ ile de bu mahkemelerin faaliyetlerine son verildi.
Samsun İstiklal Mahkemesinin kaldırılmasından sonra Rum çetelerinin faaliyetlerine yeniden başlaması ve bölgede asayişin bozulması sebebiyle 27 Temmuz 1922 tarihinde Amasya İstiklal Mahkemesi kuruldu. Mahkeme göreve başlamakla birlikte, üyelerinin görevlerinden istifa etmesi, yeni üye seçimlerinin uzun zaman alması ve sonuçsuz kalması üzerine 27 Kasım 1922’de fiilen kaldırıldı.
Askerlikten firar edenlerin tüm tedbirlere rağmen Elcezire Bölgesinde önlenememesi üzerine ‘22 Ocak 1923’te 335 numaralı Meclis Kararı’ ile merkezi Diyarbekir’de bulunmak, sahası Elcezire Cephesi mıntıkası olmak ve sırf askerlikten firar edenler ile ilgili davalara bakmak üzere yeni bir İstiklal Mahkemesi kuruldu. Söz konusu mahkeme ‘9 Mart 1923’ten 11 Mayıs 1923’e kadar iki ay süreyle çalıştı.
Millî Mücadele’nin zaferle sonuçlanmasından sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi ile İstanbul Hükümeti arasında siyasi iktidarın gerçek sahibinin kim olduğu tartışmaları başladı. Bunun üzerine 1 Kasım 1922’de Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından saltanata son verildi ve 18 Kasım 1922’de Abdülmecit halife olarak seçildi.
1 Nisan 1923’te ise Meclis kendini feshederek seçime gitme kararı aldı.
Ancak, Meclis dağılmadan bir gün önce, 15 Nisan 1923 tarihinde 334 ve 335 numaralı kanunlarla Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun 1. ve 8. maddelerinde değişiklikler yaptı. Yapılan bu düzenleme ile saltanatı geri getirmek için yapılacak faaliyetler Hıyanet-i Vataniye Kanunu kapsamına alındı.
Bu dönemde kurulan mahkemeler geniş yetkilere sahip olmasına rağmen Meclis, verilen bazı kararları kanuna aykırı görerek soruşturma açabiliyor ve mahkemelerin verdiği cezaları iptal edebiliyordu. Mahkemeler ayrıca belli aralıklarla faaliyetleri hakkında Meclis’e rapor da sunuyorlardı.
Cumhuriyet sonrasında kurulan mahkemelerde ise Meclis’in mahkemeler üzerindeki bu denetiminin olmadığı görülmektedir.
Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nda yapılan değişiklikten ve Meclis’in kapanmasından sonra 23 Temmuz 1923 tarihinde Lozan Antlaşması imzalandı. 11 Ağustos 1923 tarihinde ise II. TBMM açıldı ve ilk iş olarak Lozan Barış Antlaşması onaylandı. Ardından 13 Ekim 1923 tarihinde Ankara, başkent ilan edildi. 29 Ekim 1923 tarihinde ise Cumhuriyet kuruldu. Saltanatın kaldırılması ve Cumhuriyet’in ilan edilmesi gibi hadiseler İstanbul basınının önemli bir kısmının tepkisine neden oldu. Bazı gazetelerde bu tür hadiselerin hilafetin kaldırılmasıyla neticeleneceğine dair yazılar yazılmaya başlandı. Hükümet ise İstanbul basınının bu tutumunu devrimlere karşı bir tepki olarak algıladı.
Ankara-İstanbul arasında sert tartışmaların yaşandığı böyle bir ortamda Hint Müslümanlarının liderlerinden Ağa Han ve Emir Ali’nin halifelik ile ilgili olarak Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a yazdıkları bir mektup ilgililerin eline geçmeden İstanbul basınında yayımlandı.
Mektupta dünya Müslümanları için halifeliğin öneminden bahsedilerek Türklerde kalmasının Türkiye’ye güç katacağı belirtiliyor ve halifeliğin kaldırılmaması gerektiği tavsiye ediliyordu. 8 Aralık 1923 tarihinde konu Meclis gündemine geldiğinde İsmet Paşa, bu şahısların İngiliz Hükümetinin yönlendirmeleriyle hareket ettiklerini ve bu mektubu yayımlayanların Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun birinci maddesine göre suç işlediklerini ileri sürerek İstanbul’da bir İstiklal Mahkemesi kurulmasını teklif etti. Yapılan muhalefete rağmen 50 numaralı Meclis Kararı ile İstanbul’da bir İstiklal Mahkemesi kuruldu. Mahkeme, 10 Aralık 1923 tarihinde bir beyanname yayımlayarak, …”Cumhuriyet’in mevcudiyetine ve esasatına karşı hareket ve teşebbüse cür’et edenleri şiddetle cezalandıracağını” açıkladı.
Mahkeme ilk iş olarak Ağa Han ile Emir Ali’nin mektubunu yayımlayan gazetecilerle ilgili yargılamaları gerçekleştirdi. Mahkemenin yaptığı diğer önemli yargılamalardan biri İstanbul Baro Reisi Lütfi Fikri Bey’in yargılanması bir diğeri ise Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’e ve Cumhuriyet’e suikast davasıdır. 30 Ocak 1924 tarihinde suikast davasının sonuçlanmasından sonra 5 Şubat 1924 tarihinde mahkemenin görevine son verildi. İstanbul İstiklal Mahkemesi 10 Aralık 1923 ile 5 Şubat 1924 tarihleri arasında yaklaşık iki ay süre ile çalıştı.
Yukarıda ifade edildiği gibi, saltanat ve hilafetin kaldırılması, Cumhuriyet’in kurulması gibi hadiseler Meclis’te ciddi bir muhalefetin oluşmasına sebep oldu. Meclis’te muhalefetin ve görüş ayrılıklarının derinleştiği böyle bir dönemde 13 Şubat 1925 tarihinde Şeyh Said olayı meydana geldi. Olayı bir karşı devrim olarak algılayan İsmet Paşa ve Cumhuriyet Halk Fırkası içerisinde kendisine yakın olan bir grup, Başvekil Ali Fethi Bey’i pasif kalmakla suçlayarak, sert bir muhalefete başladılar.
4 Mart 1925’te Ali Fethi (Okyar) Bey Başvekillikten istifa etti ve yerine İsmet Paşa Başvekilliğe getirildi.
İsmet Paşa Başvekilliğe getirildiği gün ‘578 numaralı Takrir-i Sükûn Kanunu’nu çıkararak Ankara ve ayaklanmanın olduğu bölgede birer İstiklal Mahkemesi kurulmasını teklif etti. Aynı gün kabul edilen 117 numaralı Meclis Kararı ile Ankara ve Şark İstiklal Mahkemeleri kuruldu. İki maddeden ibaret olan Takrir-i Sükûn Kanunu’nun birinci maddesi hükümete ve İstiklal Mahkemeleri’ne geniş ve olağanüstü yetkiler vermekteydi. “İrtica ve isyana ve memleketin sosyal nizamını, huzur, sükûn, emniyet ve asayişini ihlale yol açan bilumum teşkilat, kışkırtma, teşebbüs ve yayını hükümet, Cumhurbaşkanı’nın onayı ileresmen ve idareten men etmeye mezundur. İşbu fiillere katılanları İstiklal Mahkemeleri’ne verebilir. Bu kanunun çıkarılmasına yol açan süreçte, Kasım 1924 ortalarında “irtica” tehlikesine karşı Başbakan İsmet İnönü sıkıyönetim ilan edilmesini istemiş, ancak Meclis’e bu isteğini kabul ettiremeyince istifa etmişti. Onun yerine gelen Ali Fethi Bey (Okyar), ılımlı kişiliğiyle bilenen bir kişidir. Ancak 1925 Şubat’ın ortalarında Şeyh Said İsyanı patlak verince, Ali Fethi Bey gerekli kararlılıkla olayın üzerine gitmediği gerekçesiyle görevden el çektirildi ve yeni hükümeti kurmak için İsmet Paşa görevlendirildi.
Atatürk Nutuk’ta diyor ki: -…” Takrir-i Sükûn Kanunu’nu ve İstiklâl Mahkemelerini istibdat vasıtası olarak kullanacağımız fikrini ortaya atanlar ve bu fikri aşılamaya çalışanlar oldu. Biz, olağanüstü sayılan ve fakat kanuni olan tedbirleri, hiçbir vakit ve hiçbir suretle, kanunun üstüne çıkmak için, vasıta olarak kullanmadık; aksine, memlekette düzen ve güvenlik kurmak için uyguladık; devletin hayat ve bağımsızlığını temin için kullandık. Biz, o tedbirleri, milletin medeni ve sosyal gelişmesinde istifadeli kıldık. Bu sebeple, biz her vasıtadan, yalnız ve ancak, bir görüşten istifade ederiz. O görüş şudur: Türk milletini, medeni dünyada layık olduğu yere yükseltmek ve Türkiye Cumhuriyeti’ni sarsılmaz temelleri üzerinde, hergündaha ziyade kuvvetlendirmek… Ve bunun için de istibdat fikrini öldürmek… (1927, Nutuk II, Sf:894-897)
Söz konusu kararla Şark İstiklal Mahkemesine, verdiği idam kararlarını uygulama yetkisi verilirken, Ankara İstiklal Mahkemesinin vereceği idam kararlarının Meclis’in onayından sonra infaz edilmesi hükme bağlandı. Ancak 20 Nisan 1925 tarihinde, Meclis’in tatilde olduğu süre boyunca Ankara İstiklal Mahkemesine de verdiği idam kararlarını uygulama yetkisi tanındı. Şark İstiklal Mahkemesi yaklaşık iki yıl süren görevi sırasında birçok önemli davaya baktı. Bunların başında mahkemelerin kurulmasına gerekçe gösterilen Şeyh Said ve arkadaşlarının davası gelmektedir.
Ankara İstiklal Mahkemesi başlangıçta askerlikten firar edenleri yargılamakla birlikte, daha sonra Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile alakalı yargılamalar da yaptı. Mahkemede ayrıca birçok gazeteci rejime muhalefet ettiği gerekçesiyle tutuklanarak yargılandı. Ankara İstiklal Mahkemesinin bakmış olduğu önemli davalardan biri de Millî Mücadele’nin önde gelen isimlerinin yargılandığı İzmir Suikastı Davasıdır. Bu davada Mustafa Kemal’e suikast girişiminde bulundukları gerekçesiyle zanlılar ve tertiple alakası olduğu iddia edilen, içlerinde birçok paşanın da bulunduğu kişilerle ilgili yargılamalar yapıldı.
Şapka kanununun çıkarılmasıyla memleket genelinde hükümete karşı oluşan tepki ve protestolar üzerine Ankara İstiklal Mahkemesi bu hareketleri Cumhuriyet’e karşı yapılan ayaklanma teşebbüsleri şeklinde algılayarak Sivas, Tokat, Erzurum, Rize, Giresun ve Ankara’da gezici olarak görev yaptı ve ayaklanma saydığı bu olaylara müdahil oldu.
Rejime muhalif olanlardan iktidara destek vermeyen gazetecilere, şapka inkılâbına muhalefet edenlerden İzmir Suikastıyla itham edilenlere, Şeyh Said’den İskilipli Atıf Hoca’ya ve İttihatçılara kadar farklı davalara bakan bu iki mahkeme, kararları ve gördüğü davaları itibarıyla İstiklal Mahkemeleri içinde en merak edilenlerdendir. Farklı tarihlerde altışar aylık uzatmalarla yaklaşık iki yıl görev yapan bu iki mahkeme, 7 Mart 1927 tarihinde Meclis’in aldığı karar ile kapatılmışlardır. Bu mahkemelerin üyeleri Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından milletvekilleri arasından seçilmiş olup önce üç kişi olması kararlaştırıldığı hâlde olası durumlara karşı dörde çıkarıldı; bunlardan birinin de reis olması kararlaştırıldı ve yanlarına da bir savcı görevlendirildi. Olağanüstü yetkilere sahip olan ve bağımsız olarak çalışan bu mahkemelerde yargılamalar delil yönteminden çok vicdani kanaate göre yapılmaktaydı. Kararları kesindi; itiraz ve temyiz hakkı yoktu. Mahkemeler doğrudan Türkiye Büyük Millet Meclisine bağlıydı, üyeler milletvekiliydi ve yargı yetkisi Meclis adına kullanılıyordu. Duruşmalar da halka açık olarak gerçekleşiyordu.
Söz konusu bu iki mahkemeden sonra 1949 yılına kadar herhangi bir İstiklal Mahkemesi kurulmamasına rağmen ‘Takrir-i Sükûn Kanunu 4 Mart 1949 tarihine kadar yürürlükte’ kaldı. Son olarak 4 Mayıs 1949 tarihinde çıkarılan 5384 numaralı “İstiklal Mehakimi Kanunu ile Tadillerinin Yürürlükten Kaldırılması Hakkında Kanun” ile İstiklal Mahkemeleri tamamen lağvedildiler.