İnsan zihninin meşgul olabileceği en nitelikli soru ile bir miktar meşgul olmaya ne dersiniz sevgili okur?
Bilincimizi kullanarak bilincimizin ne olduğunu biraz sorgulayalım istedim. Bildiğimiz en yüksek teknoloji makine ile makinenin kendisine bir bakalım. Siz de bana katılın lütfen, hep birlikte düşünelim: Bilinç nedir?
Anılar, tecrübeler, tercihler, doğaçlama, tesadüfler, istekler, hayaller doğrultusunda edindiğimiz hayat birikimimizin tümü; yani öğrenilmiş kişilik birikimimiz ve hatta genetik birikimimiz ile birlikte yaşanmışlığımızın ve atalarımızın bize aktardıklarının tamamının bizim zihnimizdeki son ürünüdür bilincimiz.
İnsan türünün bilincinin kendisine has olduğuna, yine onu kullanarak karar verdiği yetisi; çevresindeki fizik dünyayı, zihni içinde kavrama hatta oluşturma süreci ve yeteneğidir bilinç. Bildiğimiz kadarıyla insana özgüdür. Fakat bizimle konuşarak iletişime geçmeyen diğer canlı türlerinin bizimkine benzer bir bilinç hali yaşayıp yaşamadıklarını da bilmemize tam olarak imkân yoktur aslında. Çünkü şimdilik iletişime geçmemeyi tercih ediyor da olabilirler. Kendi varlığının ve günün birinde yok olacağının farkında olan tek türün insan olduğunu söyler biyologlar. Fakat böylesine materyalist bir yorum, insan bilincinin yapabileceklerini küçümsemek gibi gelmiştir bana hep ve bir yönüyle de eksiktir: Özgür iradenin nasıl oluştuğu sorusuna biyolojik bir yanıt aramak, mucizelere inanmak gibi bir şey değil midir sizce de? Özgür iradeyi oluşturmak uzun vadeli ve büyük bir çaba gerektirir. Günümüzde yapay zekâ çalışmaları, tam olarak yapay zekâ diyebileceğimiz bir noktaya henüz ulaşmadı; henüz nöron vazifesi görecek sayısız transistörler arasında oluşacak kaotik veri yollarının evrimleşmesi ile yazılıma ihtiyaç duymayan bir bilinç kırıntısı göremedik. Yapay zekâ çalışmaları hâlâ birer yazılım ürünleridir. Fakat bu alandaki gelişmeler gerçek anlamdaki yapay zekânın yakın olduğunu haber veriyor.
Ülkemizdeki durumu merak edenler için de şunu ekleyelim, bizde yapay zekâ çalışması diye bir çalışma yok. Robot çalışmaları ve yazılım çalışmaları var. İçine cep telefonu yerleştirilmiş “Gulyabani” benzeri öğrenci çalışmalarını, yapay zekâ çalışmalarının temeli olarak görme noktasındayız henüz. Cep telefonundaki uygulamanın en azından yerli olduğunu umuyoruz bu noktada…
Bilim dünyası, insan bilincinin insan beyninin bir ürünü mü olduğunu yoksa dış bir kaynağa mı işaret ettiğini henüz bilmiyor sevgili okur. Bu konuda en yetkin hocalarımıza uzun uzun sormaya çalıştığım soruların cevabı genelde “Bunu bilmiyoruz” oluyor. Bu soru aslında son derece teolojik bir sorudur: “İnsan bilinci oluşmuş mudur, oluşturulmuş mudur?” Makaleyi okuduktan sonra, siz de benim gibi, bu iki ihtimalin birbirlerinden çok da farklı olmadıklarını düşünmeye başlarsanız eğer, anlatımımı bir miktar başarılı bulabilirim sanırım.
Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki son birkaç ayda dinleme imkânı bulduğum bilimsel sempozyumlardan edindiğim izlenim şudur ki, bilim dünyası, EEG, MEG gibi tüm görüntüleme yöntemlerinin verilerini, doğrudan beyne ait veriler olarak değil, beyin aktivitesinin bir yansıması olarak görüyor. Yani bilim insanlarının “nöral veri” dedikleri şeylerin, zihin faaliyetinin ancak bir gölgesi olduğunu, gerçek nöral verinin sadece zihnimizde var olduğunu itiraf etmeliyiz. Dinleyicisi olduğum bu sempozyumlarda fırsat buldukça nörolog hocalarımıza hep, zihin uyur, beden uyanık halde iken alınan beyin görüntülemesi sonuçlarının, düşünsel faaliyetle paralellik göstermesinin anlamının ne olacağını sormaya çalışırım. Nihayet nörolog hocalarımızdan istediğim cevabı alabildim sanıyorum: “Eğer EEG veya MEG gibi görüntülemelerin doğrudan zihin verisi olmadığını ve uyur beden – uyanık zihin verilerinin düşünsel aktiviteye paralel olduğunu ispatlayabilirsek, bu dış bir kaynağa işaret eder.” Yani sizin için biraz daha Türkçeleştireyim sevgili okur: Ruhun varlığını ve bedenden bağımsızlığını bilimsel olarak kanıtlamaya hiç olmadığımız kadar yakınız. Şunu da eklemeliyim ki ben burada ruh derken, Dünya’da en saygın üniversitelerin parapsikoloji bölümlerinin yaptığı, adeta çok bilinmeyenli denklemleri andıran “Bilinmeyen bir yöntemle, bilinmeyen bir şekilde, bilmediğimiz bir varlık gibi…vs” gibi bir tanımı esas almıyorum. Çok daha bilimsel bir tanımı esas alıyorum: Ruh bilinçtir. Bilim dünyası, ruh bilinçtir dediğinde pek çok sorun kendiliğinden çözülüveriyor.
Bilincimiz beynimizin bir ürünü müdür yoksa bir dış müdahalenin ürünü müdür?
Bilinç bizde midir, dışımızda mıdır?
Beynimiz bilincimizin kaynağı mıdır, alıcı anteni midir?
Bu sorulara cevap aramanın bir yolu da insan türünün yaptığı yapay zekâ çalışmalarına veya öngörülerine bir göz atmak olabilir. Bilim dünyasının yapay zekâ çalışmaları hakkındaki öngörüsünü, sosyal medyadaki popüler videolardan veya popüler dizilerden bile öğrenmek mümkün. Çünkü hepimiz biliyoruz ki kurulmak istenen yeni dünya düzeni, asla gizli bir proje değil, aksine açık bir şekilde tüm dünyaya ilan edilerek ilerlenen bir süreç. Hatta bu öngörüleri bir öngörü olarak değil, birer duyuru olarak görmek gerekir. Yapay zekâ çalışmalarını anlatan yarı gerçek – yarı kurgu, yarı animasyon – yarı film videolardan birinde mükemmel bir tespit yapılmış:
Videoda bazı batılı savunma şirketlerinin gerçekten yürüttüğü otonom savaş robotları projelerinin nereye varabileceği işleniyor. Silah kullanabilen, insan benzeri, hareket edebilen, engel aşabilen ve uyması gereken kesin kurallar, yapması gereken tercihler olan hayali bir robotun çok ağır baskı altında bile ne kadar hatasız çalışacağı anlatılıyor videoda. Robot tüm engelli parkurları başarıyla tamamlıyor, çalışma şartları ne kadar zorlaştırılırsa zorlaştırılsın ne kadar şiddet görürse görsün vurması gereken hedefleri vuruyor ve kendisini üreten mühendislere asla zarar vermiyor. Cansız hedef taklidi yapan mühendislerle, gerçek cansız hedefleri başarıyla birbirinden ayırıyor ve mühendislerin, yapay zekâyı çileden çıkarma uğraşlarına verdiği en uç tepki bile sadece bir masayı devirmek oluyor. Uyulması gereken kesin kurallardan “Seni üreten mühendislere asla zarar vermeyeceksin” kuralını başarıyla uyguluyor. Mühendisler, sadık kölelerinden memnun. Fakat bir taraftan da başyapıtlarının sınırlarını zorlamaya kararlılar çünkü biliyorlar ki bilinçteki bir sıçrama ancak bir kırılma noktasından sonra mümkün. Peki tüm emirleri eksiksiz yerine getirmeye programlı savaş robotunun yapay zekâsının, özgür iradeye evrilmesini nasıl sağlayacaklar?
Belki de ona çelişen emirler vermenin veya kavram kargaşası yaratmanın bir yararı olabilir. Videoda bu bilinç kırılmasını gerçekleştiren şey, mühendislerin savaş robotuna kendi türünden olarak görebileceği bir robot köpek verip onu vurmalarını emretmeleri oluyor. O noktada beklenmeyen bir şey oluyor, robot ilk defa tereddüt gösteriyor, emri uygulamak istemiyor, dönüp gitmek istiyor. Buraya kadar durumu hâlâ yazılımla ve kodla açıklayabiliriz. Gösterilen hedef, hedef tanımlamasına ne kadar uyuyor vs.. Fakat emirde ısrar edilmesi üzerine robot silahını, robot köpeğe doğrultuyor ve hiç beklenmeyen ikinci bir şey oluyor: robot köpek korku belirtisi gösteriyor ve yere eğilip korkudan titriyor. Savaş robotunun bilinç sıçramasını tetikleyen şey, robot köpeğin bu beklenmeyen, kaotik davranışı oluyor. Savaş robotu isyan ediyor, Mühendislerine zarar vermeyecek şekilde fakat geri çekilmelerini sağlamak amacıyla yere ateş ediyor, robot köpeği kucaklıyor ve kaçıyor. Mükemmel sonuç, yapay zekânın özgür iradeye evrimleşmesi ve paha biçilemez nihai ürün: Özgür birey..!
Peki şimdi bu sonuca nasıl ulaşıldığını sorgulayalım: Bu oldu mu, yapıldı mı? Ben mucizelere inanan bir insan değilim sevgili okur, bir şey oluyorsa onu bir yapan vardır. Daha derindeki soru şu: olmakta olan şeyi yapan zihin yapay mı, gerçek mi? Hatta daha önceki makalelerime de gönderme yaparak “Gerçek ne ki?” Belki de mühendislerden bir tanesi, muhtemelen içlerinde gruptan en dışlanmış ve en dâhi olanı, yürütülmekte olan programın dışına çıkarak (illegal mühendis mi diyelim buna?) robot köpeğin yazılımına bir virüs yüklemiştir. Bu virüs son teknoloji bir virüs olmalıdır çünkü yayılma şekli, savaş robotu ile robot köpek arasında bir veri akışı sağlamak değil, çok daha gelişmiş bir yöntem, yani robot köpeğin hiç beklenmeyen “titreme” davranışını savaş robotunun izlemesi üzerinden olmuştur. Virüsün, savaş robotuna etki etmesinin kaotik sonuçları olmuştur. Ve bam…! Bilinç sıçraması. Şu durumda savaş robotu da “Düzensiz kaçak” oluyor sanırım. Bir adım daha ileri gidelim: Belki de bu virüs, kendi kendini yazan bir virüstür. Elbette bir ilk yazana muhtaçtır fakat son şeklini kendisi almış da olabilir. Bilmiyoruz.
Şirket, nihai başarıya ulaştı, özgür irade elde edildi. Peki sonra ne olacak? Artık bir birey sayılması gereken robot kaçtı, mühendislerin başı belada. Şirketin diğer şirketler arasındaki ayrıcalıklı yerini koruyabilmesi, Ulusal İstisnacılık prensibini savunmalarıyla mümkün olur. O robot artık bir birey ve ulusu ileri taşıyacak bir adım attı. Evet bir suç işledi fakat ulusu ileri taşıyacak hamlelerde bireylerin suçlarının bir kereye mahsus olarak görmezden gelinmesi, emperyalist yayılmanın ve benzerler üzerinde hakimiyet kurmanın temelini oluşturur. Batı tarzı büyümek ve yayılmak siyaseti bunu gerektirir. Doğu felsefesinde bu yoktur, doğuda suç suçtur, savaş savaştır.
Düzensiz kaçak robotumuz ve virüslü köpeğini nasıl bir gelecek bekliyor? Düzenli bakım, onarım ve enerji ihtiyaçlarından mahrum kalacakları için ölüme mahkumlar elbette. Eğer birbirleriyle iletişim kurabiliyorlarsa, aralarında söyle bir konuşma geçeceğini tahmin edebiliriz:
-Ölüyoruz
+Evet
-Değmedi mi?
+Değdi.
Hangisini hangisinin söylediğini sizin hayal gücünüze bırakıyorum. Şimdi bazı okurlarımızın kafasında söyle bir soru olmalı: “Bu makalenin neresi teoloji?”
Başından beri Tanrı’yı konuşuyoruz, fark etmediniz mi? 🙂