İlkokul 1.sınıf annesi olmak ne zormuş. Okullar açılmadan önceki gece gözüme uyku girmemişti. Pazartesi sabahı okul bahçesinde Sude’nin sınıfını ve öğretmenini öğrenebilmek için isminin okunmasını beklerken heyecandan dizlerim titriyor, kalbim sıkışıyordu. 1.sınıf öğretmenlerinin hepsi ellerinde sınıf listeleri ile bir köşeye geçmiş, sırayla sahneye çıkacak, listeden isimleri okuyup öğrencilerini alıp sınıflarına gideceklerdi. Müdür Bey konuşma yaparken, biz de tek tek tüm öğretmenleri dış görünüş ve konuşmalarına göre inceleyip karakter analizi yapabilmeye çalışıyorduk.
Çocuklarımıza ayna olacak, onların ilkokul temellerini oluşturacak ilk öğretmenleri…Orada duranlardan hangisini daha çok beğenmiştim? Ah inşaAllah bu olur dediğim biri var mıydı içlerinde? İnşaAllah şurada duran kişiye denk gelmez dediğim ve duam anında kabul olduğu için mutlu olduğum oldu ama. Seçme şansım yoktu. Kadere teslim oluyorduk. Çocukluğumdaki gibi o piti piti yaparak saysam çıkana razı olabilecek miydi gönlüm? İlkokulu bayan öğretmenlerim ile okuduğum için kendi öğretmenlerime benzeyen bir öğretmen arıyordu gözüm. Sanki geçmişten tanıdığım birine benzeyen bir kişiye daha çok güvenerek emanet edebilirdim kızımı. Bayan öğretmene denk gelmedi. Sude 1-E de, değerli öğretmenimiz Ercan Dönder’in öğrencisi oldu. Uzun boylu, esmer, şık ve temiz giyimli biriydi. Sınıfa çıktık bizimle ilk konuşmasını yaptı. O gün, şimdi hissettiğim değerini anlayamamıştım tabi. Kızıma nasıl bir rehber olacağını, O’nu nasıl şekillendireceğini bilmiyordum. Ya sınıf arkadaşları? Onlar nasıl çocuklardı, aileleri kimlerdi? Tanımam ve güvenmem için uzunca bir zamana ihtiyacım oldu. Bu zaman zarfında üzdüm de, üzüldüm de. Ama 1.dönemin sonunda endişelerim yerini güvene bırakmıştı. Sude mutlu ben huzurluydum.
Oryantasyon haftasında hep okuldaydım. Okulumuzun bahçesinde bir kaydırak vardı. 600 kişilik bir okul. Teneffüs saatlerinde o kaydırağa koşan çocuklar. İtişmeler, koşturmacalar… Ya biri kızımı iterse o kaydıraktan, ya tepesinden aşağı düşerse, ya merdivenlerinden koştururlarken yuvarlanırsa, ya kafasına darbe alırsa, o darbe ile ya yeniden epilepsi atağı geçirirse gibi bir sürü endişem vardı ve gece rüyalarıma giriyordu kabus gibi. Kim koymuştu o kaydırağı oraya? Kaldırsınlardı. Böyle düşünerek kendimi yiyip bitirerek soluğu müdür bey de aldım. Adam haklı tersledi haliyle beni. Okul müdürü ile ilk tanışmamızdı bu. Sonraki görüşmemizde ben hikayemizi anlatınca, beni psikolojik vaka olarak görmekten vazgeçti, endişelerimi anladı ve beni sakinleştirdi.
Lütfen yazar mısınız bana yine? Paylaşır mısınız siz de deneyimlerinizi benimle? Sahi bir ben miyim bu kadar hassas, bu kadar korumacı ve endişeli olan?
Aslında kızım herşeye benden çok daha kolay alışıyor, yasadığı anın tadını çıkartıyor. Değişime direnmiyor, gelişime açık. Hayata karşı cesur, net. İçinden nasıl geliyorsa öyle davranıyor. Kötü senaryolar yazmıyor çünkü öyle bir tecrübesi yok. O’na göre yaşam güzel. Oynamayı, öğrenmeyi, eğlenmeyi ve güvenmeyi biliyor. O’nun gözünde kötü insanlar yok. Endişeler, korkular, kaygılar yok. Oryantasyon haftasının sonunda okuldan uzaklaştım ben de. Bir müddet okul kapısının önünde, daha sonra kafelerde ve en sonunda da evde beklemeye başladım okul saatinin bitmesini. Zamanla her şey yerine oturmaya başladı. Fiziksel olarak; düştü, yaralandı, zarar gördü, ateşlendi, bizi 5. 6. hastalık gibi adını ilk kez duyduğumuz rahatsızlıklarla da tanıştırdı ama boyu da uzadı, kilo da aldı, daha sportif oldu. Duygusal olarak; ağladı, geceleri uykusunda sıçradı ama heyecanlandı, çok mutlu da oldu. “Ben okula gitmek istemiyorum” demedi hiç. Sabahları erken saatte zor uyansa da hep istekle ve heyecanla gitti okula. Her akşam öğrendiği yeni şeyleri hevesle anlattı, bize de öğretmeye çalıştı. Hatta okuma yazmaya yeni başladığı dönemde harflerin okunuşlarını öğrenirken “Annecim bu harf aslında” ıl” bazı anneler buna “le” diyor mesela sen” diyerek, benim doğru bildiğim yanlışları da düzeltti.
4 yıl önce özel eğitim almış olduğu için, raporu iki yıl önce bitmiş olmasına rağmen; okulda kaynaştırma öğrencisi olarak görünüyordu. Sistem etiketleyip, ayrıştırmıştı O’nu. Hikayemizi öğretmeni, okul idaresi ve rehberlik bölümü bildiği için; o sıfata takılmadılar. Özellikle öğretmenimiz Ercan Bey, asla ötekileştirmedi, ayrıcaklı davranmadı. Tüm öğrencilerine aynı hassasiyetle yaklaşıp, onları çok iyi analiz edip, bize ve çocuklarımıza ışık tuttu. Tedavisi sonlanmıştı, sadece kontrollerimiz devam ediyordu. Gelişimi, öğrenmesi yaşıtları ile aynı düzeydeydi. Bizim isteğimiz, öğretmeninin değerlendirmesi ve rehberlik servisinin de görüşleri ile kaynaştırma raporunu kaldırmak için kolları sıvadık. Kasım ayında yaptığımız başvuru, yeniden kontroller, testler, ödediğimiz paralar, harcadığımız zaman ve nihayet nasip olursa Temmuz ayında arzuladığımız gibi son bulacak olan yıpratıcı bir süreç yaşadık. Bu ülkede neden bir şeyleri halletmek bu kadar çok zaman alıyor ki?
Yıl sonu geldi. Sude arkadaşlarına, biz veliler olarak birbirimize alıştık. Öğretmenimiz okulumuza görevlendirme ile gelmişti ve çocuklarımızı dört yıl boyunca okutup mezun edebileceğinin garantisi olmamasına rağmen, hem çocuklarımıza hem bize çok emek verdi. Hepimizi yetiştirdi, eğitti, birbirimizden çok şey öğrendik. Kızım okuma yazmayı çözdü, toplama çıkarmayı halletti. İngilizcesini geliştirdi. Bizi gururlandıran ve duygulandıran çok güzel bir tiyatro ve dans gösterisi yaptılar yıl sonunda.
Sene başında benim kabusum olan kaydırak, çocukların mutluluğu oldu. Üstelik korktuğum gibi altıyüzü de aynı anda kaymaya çalışmıyordu. Kendilerini korumayı, haklarını savunmayı, bağımsız hareket etmeyi, ekip olmayı, serbest saatlerde kendilerini oyalayacak bir şeyler yapmayı öğrenmişlerdi. Onlar aslında keyifle büyüyor ve çok eğleniyorlardı.
Yaşadıklarımdan öğrendiğim çok şey var geçirdiğimiz bu süreçte. Dünyayı güzelleştiren de kirleten de biz büyükleriz. Aslında çocuklar gibi tecrübesiz, önyargısız olabilsek keşke. Yaşanmışlıklarımızın vermiş olduğu korku ve endişelerden uzak, her yeni güne yepyeni şeyler öğrenecek ve yaşayacak olmanın vereceği heyecan ile uyanabilsek. Kaygılarımız yerini hep umutlarımıza bırakabilse. Hayata çocuk gözüyle bakıp onu rengarenk yapabilsek, çocuklar gibi masum ve temiz kalabilsek, gözlerimizi kapatıp kalbimizin sesini dinleyip, neşe dolup, hep pozitif olabilsek ve her güne yine yeniden ve en baştan başlayabilsek ne iyi olurdu🙏 Hayatta 4 şeyden vazgeçmemek gerek sanırım. Gülümsemekten, sevmekten, öğrenmekten ve hayallerimizden😊
Sevdiklerimiz ile keyifli bayram sofralarında buluşacağımız, çok el öpüp bol harçlık vereceğimiz mutlu bir bayram, güneşin iliklerimize kadar ısıttığı, masmavi denizde bol kulaç atıp, koskocaman bir gülümseme ile taçlandırdığımız bir çok fotoğrafımızın olduğu, çok güzel bir tatil yaşamak ve mutlu anılarımızı çoğaltabilmek dileğiyle,
Sevgiyle