Yaşam hakkında hiç düşündünüz mü?
Yaşam nedir? Niçin oluşur ve nasıl akar gider? Hiç anlamaya çalıştınız mı yaşamı? Olan biten neden olur? Yaşamın içinde sayılmayacak kadar var olan, neden var? Yaşamı anlamaya çalışmak için belki binlerce sorulacak soru vardır ama ya cevapları?
“Olmaz, yapılmaz, ayıp, bu da soru mu şimdi?” gibi kalıplar içinde bu cevapları bulabilir miyiz?
Yine içimizde yaşamı anlamak için bin bir soru ve çılgın cevaplar geçer aklımızdan. Sınırlara dayanırsa bu düşünceler, kendi içimizde bile ürker; geri çekiliriz. Öğretilenin ötesine geçmek, sınırı geçmek…
Peki ya sınırın ötesinde ne var?
Bilmediğim, belki de bilmem gerekenim. Bilirsem yaşamın başka kaynaklarına akabileceğim, anlamak için biraz daha yol alacağım. Belki de gerçeğin özgürlüğüne giderken gerçek benle tanışacağım. İnsanoğlu, bir bilmediğinden korkar, bir de kendini hakikatini görmekten.
Peki ya görsek ne olurdu? Evet, bunlar deli sorular ama aynı zamanda sorulması gerekenler. Şimdiki bilinç noktası artık körü körüne inanma boyutunda değil. Körü körüne inanmanın bizi nelere götürdüğünü gördük, görüyoruz. Artık en cahil sayılan dahi, neden, niçin, nasıl, ne ve kim sorgularını kendi içinde kendince cevaplayabilecek durumda. Bilinç frekansları inanılmaz hızla yükselirken, eski kalıplarla kalmanın mümkün olmadığını, gerekirse cehennemi de yaşayarak öğrenebiliriz ya da yeni bilinç kapasitemizin bize verdiği güç ile araştırmaya ve sormaya devam eder, cevaplayabildiğimiz kadarıyla yeni yaşam bilincine yol alabiliriz.
Bütün insanlık öğretilerinde varılmak istenilen yer yaratanın yanı. Oraya giden yolu yüzlerce, binlerce yıldır arıyoruz. O’nu ararken bulduğumuz her şey sadece onun minik bir parçası. Parçalar birleştiğinde o bütünün içinde olduğunu anlayacağız. O zaman parçacıklardan bütüne giderken bütünlüğün hissini yaşamak bizi O’na daha da yaklaştırmaz mı?
O’nun bütünselliğinin içinde minik parçacıkken, o bütünün hissinde olmak. Bu hisse gelebilmek için ne yapabiliriz?
Belki de bunun anahtarı binlerce yıldır elimizde ama bir türlü tam manası ile kullanamadık. VAR OLANI, OLDUĞU GİBİ KABUL ETMEK.
Kabul etmek, kabulde kalmak ki; bu bizi bütünlüğün hissine götürebilen en doğru yol…
Peki bunu başarmak için ne yapabiliriz? Yaşamda, kabul edemediklerimiz de var. Kabulsüzlüklerimiz, olmazlarımızın, yapılmazlarımızın ve kurallarımızın sınırlarına dayanmış durumda ise ona öfke, kızgınlık, kırgınlık besleriz. Biz onları kabul etmedikçe büyür, genişler, her an daha çok çevremizi sarar. Sanki kabullenmedikçe onları besliyor gibi.
Bu gerçekten olabilir mi? Kabul etmeyerek çıkardığımız enerji, kabul etmediklerimizi besler mi?
Her şey enerji olduğuna göre, düşüncelerimiz, duygularımız da enerji üretiyor olabilir. Negatif enerji, negatif alanı, pozitif enerjide pozitif alanı beslemesi son derece mantıklı olur. Acaba bunu denemeli miyiz?
O zaman ufak bir deneme yapmaya ne dersiniz?
Her zaman yaptığımızın tersini yapıp, onları kabul edersek oldukları gibi, onların beslenmelerini kesip, büyümelerini durdura bilir miyiz? Aslında belki de deneme değer. Bir tane kabul edemediğimiz şey seçip denemeye başlayabiliriz. Yaşamın anahtarını kullanabiliriz belki. Kabul ile açarız kapıyı, bizim için negatif olanı kabul eder, onu beslemeyiz. Etkisini azaltır, beelki de var olmak için enerjisini en aza indirir ve rahatsız edemeyecek hale getire biliriz. Haydi deneyelim.
Kabul, soğuk kış günlerinde üstümüze sereceğimiz huzur dolu bir yorgandan başka bir şey değildir. Onun sıcaklığı ile ısınmayı denemeye değer…