Pek çok örneği var; Antik zaman insanı bugüne ulaşabilen tüm yapılara birtakım semboller işlemiş ve bir şeyleri anlatmaya çalışmış. Yazının henüz icat edilmediği hatta kelimelerin yetersiz kaldığı yerde, resmetmenin büyük önem kazandığı zamanlarda sembollerin şekillendiğini tahmin edebiliriz. Kaldı ki yazının da, bu şekillerin harflere dönüşmesiyle bulunduğunu kadim Türk tamgalarından dolayı bilmekteyiz.
Antik atalarımız yoğunlukla göğe bakıp, özellikle de gece semasına dalıp, taşlara, kayalara, yapıların duvarlarına, el yazmalarına resmettikleri gök cisimleri ile acaba neyin özlemini yansıtmaktaydılar?Acaba Samanyolu’nun en derinlerinde, bir takım yıldızda yapılan ilk tohumlamayı hatırlıyor olabilirler mi? Öyleyse, DNA sarmalımız mıdır bizi göklere ait hissettiren?
Yılan Takımyıldızı’ndaki Kartal Nebulası’nda yer alan gaz ve toz sütunları ki, onlara Yaratılış Sütunları denir, bugüne dek keşfedilen en aktif yıldız doğum bölgelerinden biridir. James Webb Uzay Teleskobu aracılığı ile bir yıl kadar önce çekilen son fotoğrafı, hakîkâten uzaya duyduğumuz aşkı perçinliyor.
Toz ve gaz arasından uzanan kozmik bir ele benzeyen sütunlar aklımıza, Michelangelo’nun Adem’in Yaratılışı adlı eserini getiriyor. Bu bir tesadüf mü?
Yıldızlar da insanlar gibi doğar, yaşar ve ölürler. Yıldız doğumları gizemli ve şahit olunamazdır. Ünlü fizikçi Heinz R. Pagels şöyle der; Yıldızlar vahşi doğada yaşayan hayvanlar gibidir. Gençliğini görebiliriz ama örtülü ve gizli bir olay olan gerçek doğumu asla göremiyoruz.
Yılan Takım Yıldızı ve Kartal Nebulası isimleri bana antik zamanlardan itibâren devam eden kartal ve yılan savaşını anımsatır. Peki burada
yaşanan sembolik savaş aslında gerçek mi? Yıldızların doğumuna neden olan en basit hâliyle, diğer elementler ve gazlarla bir düzende olan büyük ve yoğun hidrojen kümelerinin, bir kozmik tetikleyici vasıtasıyla basınçla sıkışıp, ısınıp çekirdeğinde helyuma dönüşmesi sırasında yaşananlar mı aslında bu savaş ile anlatılan?
Ve ardından zamanlar sonra, yıldız ölümleriyle evrene saçılan yıldız tozları yani; hidrojen, karbon, oksijen, demir v.b. değil miydi insana kozmostan aktarılan? Kozmik bilinç, evrensel akaşa bizlere; her atomumuza böyle işlenmedi mi? Carl Sagan’ın, hepimiz yıldız tozuyuz demesi bundan değil miydi? Büyük patlamayla oluşan evrensel hiyerarşi, yıldız-süpernova patlamalarıyla da insan tohumu oluşturmuş muydu? Bu yüzden miydi antik atalarımızın dağa, taşa yıldızları, Samanyolu’nu, kartalları ve yılanları çizmesi, resmetmesi? Kozmik tohumumuz Yılan Takım Yıldızından mı gelmişti ve panspermia teorisi de bunu söylemiyor muydu kezâ?
Türk spiritüalizminin öncü isimlerinden olan üstat Ergün Arıkdal, insanlığın gizli kökeninden bahsederken iç içe geçmiş daireler ve yılan sembolizmine işaret eder. İç içe dairelerin dalga enerjisi anlamına geldiğini ve bedensel hayatın başlangıcı olan spermiayı da temsil ettiğini söyler ve ekler; Uzay sürgünü olan bir atanın evlatlarıyız.
Benzer şekilde, kadim Türk kültür geleneğinde de yer alan yılan ve iç içe daireler sembolizmini bize bir başka üstadımız Emel Esin açıklar. Türk kozmolojisini ve ikonografik motiflerini kavramamızda büyük katkısı olan Emel Esin, zaman zaman birbirlerine yerine kullanılan yılan ve ejderlerin, spiral ve dairelerin evreni temsil ettiğini ve genellikle de birlikte resmedildiğini ifade eder.
Öyleyse, bugün hâlen net olarak anlayamadığımız, mesajlarını çözemediğimiz Göbeklitepe sütunları bize kozmik tohumlanmamızı
anlatıyor olabilir mi? Buranın keşif ve kazısında büyük emeği olan Klaus Schmidt, Göbeklitepe’de en çok karşılaştığımız motif yılanlar derken, bunun nedenini biliyor muydu?
Gülşah Demirkaya
İnstagram:@gulsahdemirkaya_
17.09.2023