Yusuf’un hüzün dolu hayat hikâyesi Tevrat-Yaradılış kitabının 37-50. Bölümler arasında kadar detaylıca anlatılmıştır.
Bu hikâye Yakup’un on iki oğlundan en sevdiği olan Yusuf’un on yedi yaşında ne kadar iyi biri olduğunun anlatımıyla başlar. Gerilim, dram ve bilim kurgu tadında bir filmi andıran bu anlatım Yusuf’un yüz on yaşında ölmesiyle son bulur. İtiraf edeyim ben bu kadim metni okurken sanki Yaşar Kemal’in İnce Memed’ini okuyor kadar etkilenmiştim. Özellikle Yusuf Mısır valisi olduktan sonra kardeşleriyle tekrar buluştuğu ama kardeşlerinin kendisini tanımadığı o anlarda doğal anlatımın da etkisiyle duygusal bir bağ kurabilmiştim kendisiyle.
Herkesin bir şekilde bir tarafından bildiği bu öyküde ne vardı söyle bir hatırlatıp asıl konuya geçeyim:
Yusuf çok iyi ve çok yakışıklıdır. Babası, kardeşleri arasında en çok Yusuf’u sever ve bu yüzden diğer kardeşler onu kıskanır. Bir zaman sonra Yusuf, rüyasında, Güneş, Ay ve on bir yıldızın önünde eğildiğini görür ve bunu kardeşlerine anlatır. Tabi ki daha çok nefret ederler kardeşler ve sonunda Yusuf’u bir kuyuya atarlar, oradan geçen bir kervan onu bulur ve köle olarak satmak için Mısır’a götürür. Mısır’da firavunun görevlisine satılır. Yusuf çok zekidir ve bir süre sonra efendisinin işlerini yürütmeye başlar. Çok yakışıklı olduğundan efendisinin karısı Yusuf’la birlikte olmak ister. Yusuf kabul etmeyince de kadın ona iftira atar ve bu talihsiz gence zindan yolu görünür. Hapishanede kaldığı müddetçe rüya tabircisi olarak ünlenir. Bir gün firavunun rüyasını yorumlaması için firavunun huzuruna çıkartılır. Firavunun rüyasından yedi yıl sürecek bolluğun ardından yedi yıl sürecek kıtlığın geleceğini öngörür. Bu yorumdan çok etkilenen firavun Yusuf’u tüm Mısır’a vali yapar. Hikâyenin devamında Yusuf yedi yıllık bereket döneminde toplanan tahılları depolayıp kıtlık zamanı için bir kenarda saklama planını devreye sokar. Böylece diğer her yerde yedi yıl boyunca kıtlık yaşanırken Mısır’da buğday vardır. Bu hikâyenin tamamını merak edenler yukarıda belirttiğim Tevrat’ın ilgili metinlerinden okuyabilirler.
Peki, Yusuf diye biri gerçekten yaşadı mı yoksa yukarıdaki öykü bir saçmalık mıydı?
Bilim dünyası bu konuyu hiç sorgulamaz bile direkt saçmalık der çıkar işin içinden. Din kısmından ise olay tamamen doğru kabul edilir ama; orada da sorgulanmaz. Ben ise Göktürk olarak araştırmacı bir kişiliğim ve o yüzden de olayı enine boyuna sorgulayacağım.
Şimdi Tevrat’ı inanç kitabı olarak değil ama tarih yazıcılığının bir ürünü olarak kabul edenler için bu olaya mantıksal düzlemde bir bakalım:
Mısır gibi bir yerde on dört yıl boyunca yiyecek depolamak imkânsızdır. Böyle bir ambarda yenilebilir tahıllar yerine, böcekler ve haşereler tarafından yenilmiş ve çürümüş tahıllar olurdu ancak. Yani tahıl depolamak kısmı bu açıdan mantıksız görünmektedir ama başka bir yaklaşımla olayı mantıklı hale getirebiliriz. Nasıl mı? Tahılları değil Nil’in suyunu depolayarak…
Mısır, Nil’in evladıdır. Nil nehrinden bir buçuk kilometre uzaklaştığınızda, bir anda çölde bulursunuz kendinizi. Sulama kanalları ve hendekler nehrin yaşam veren sularını nehrin iki kıyısı boyunca içeri doğru biraz genişletmektedir; geri kalan her yer çölden ibarettir.
Nil’in suları dönem dönem güçlü ya da zayıf akıntı düzeyi oluşturmaktadır. 1960’larda bir baraj yapma fikri ortaya çıktığında yapılan araştırmalar ilginç bir gerçeği ortaya koydu: Nil’in suları yalnızca yıllık olarak yükselip alçalmakta kalmıyor, aynı zamanda yedi yıllık bir devre içerisinde de alçalıp yükseliyordu. 1971 de tamamlanan bu baraj, suların arttığı zamanlarda suyu tutup akışın zayıf olduğu dönemde yavaşça boşaltacak bir göl görevi görüyordu.
Acaba Yusuf’un hikâyesindeki yedi yıllık bolluk dönemi suların kabarması, bunu izleyen yedi yıllık kıtlık dönemi de suların azalması olabilir miydi? Böyle bir durumda tahılların depolanması mı mantıklıydı, yoksa baraj mantığıyla suların depolanması mı? Bu konu üzerine düşünenlerden Zecheria Sitchin ve Cope Whitehouse’nin görüşleriyle devam edelim yolumuza.
Whitehouse 1860’larda bu konuya kafa yorarken Memfis’in yaklaşık doksan km güneybatısında kalan büyük, canlı bir tarım bölgesini keşfeder. Çölün ortasındaki bir vahayı andıran bu bölgenin adı El-Feyyum’dur. Bu bölgenin ortasındaki Karun Gölü, tamamıyla çorak bir bölgede ve Nil’den otuz yedi km uzakta olmasına rağmen sularını Nil’den almaktadır. Peki, ama nasıl?
Gölü ve kıyılarını inceleyen Whitehouse kadim su bentlerinin, iskelelerin ve diğer anıtsal yapıların kalıntılarını keşfeder. Araştırmalarına devam ederken çok ilginç bir bilgiyle karşılaşır. İskenderiyeli Batlamyus tarafından yapılan haritalara dayanan orta çağ Mısır haritalarında El-Feyyum bölgesinin bir değil iki göl içerdiğini bulur: Karun Gölü ve ondan daha büyük olan Moiris Gölü.
Araştırmaları zamanla yok olan Moiris Gölünün üzerinde yoğunlaşmışken cevaba Heredot aracılığıyla bir adım daha yaklaşır. Heredot bu ikinci gölün insan eliyle yapıldığını yazar ve şu soruyu sorar: Doğal El-Feyyum çukuru bir yapay göl oluşturmak için kullanmışsa peki bu Moiris Gölü’nün mühendisi kimdir? Göl nasıl suyla dolu tutulmuştur?
Heredot bunu şöyle açıklamıştır: “Korkunç derecede çorak bir yerdir, gölü besleyecek kaynak yoktur, suyu bir kanal yoluyla Nil’den alır. Bu öyle bir büyük göldü ki çevresi üç bin altı yüz stat çeker.” Kadim Moiris Gölünü besleyen bu kanal bugün bile kısmen mevcuttur. İste burada bir ipucuyla karşılaşıyoruz: Yöre halkı bu kadim kanala “Bahr Yusef” demektedir yani “Yusuf’un Su Yolu.”
Whitehouse burada görüsünü netleştirir ve 1883 yılının Nisan ayında Kahire’deki Hıdivi Coğrafya Derneğinde bilim dünyasına sunar:
Ona göre; Yusuf besleyici kanallar kazmış ve adına Arapça Alfyum denilen bir yapay göl oluşturmuştur. Böylece burası bin gün yeri yani El-Feyyum olarak o günden bugüne kadar bilinegelmiştir.
Peki, Whitehouse haklı mıydı?
Yusuf gerçekten yaşamış bir tarihi kişilik miydi ve bir mühendislik dehası sayılabilecek yapay göl ve suyu Nil’den oraya taşıyacak kanallar inşa etmiş miydi?
Yusuf üzerine yapılan yüzlerce araştırmadan biri de Sitchin’e aittir. Sitchin bulgularına dayanarak onun doğum yılını M.Ö. 1870 olarak bulmuştur. Bu araştırmaları merak edenler Tanrıların ve İnsanların Savaşları kitabında ayrıntılı şekilde bulabilirler. Şimdi bir hesap yapacak olursak Tevrat’a göre Yusuf Mısır valisi olduğunda otuz yaşındadır. Yani M.Ö.1840 yılında yapılmaya başlanmıştır bu dev proje diyebiliriz.
M.Ö.1840 yılında Mısır’da böyle bir proje yapıldıysa muhakkak Mısır kayıtlarında da bilgi olmalı diyoruz ve şimdi asıl soruyu soruyoruz:
O sırada firavun kimdi ve böyle bir projenin bir kaydı var mıydı?
Mısır kayıtlarına göre cevap III. Amenemhet.
Kendisi, M.Ö. 1842 yılında tahta çıkmış ve M.Ö. 1797 tarihinde ölümüne dek hüküm sürmüştür. Şimdi sıkı durun, Mısır kayıtları açık biçimde El Feyyum bölgesine sulama sistemlerinin geliştirilmesini ona atfetmektedir. Daha da ilginci Karun gölünün tam ortasında firavunun normal ölçülerinden büyük yapılmış iki adet heykel bulunmaktadır. Yine El Feyyum bölgesinin Mısır’ın tahıl ambarı haline gelişi, özellikle taze sebzeleri, meyveleri ve balıklarıyla ünlenişi bu firavun dönemindedir.
III. Amenemhet suyla o kadar ilişkilendirilmiştir ki; sfenksi andıran heykelinde aslan yelesi yerine balık desenleriyle betimlenmiştir.
Şimdi de son bombayı patlatalım: Bu firavun iki piramit yaptırmıştır birisi Deşhur yakınındayken diğeri El Feyyum’daki Hawara’dadır. Yani insan eliyle yapılmış gölün hemen yakınında. Gölden otuz kilometre uzakta olan bu piramidin girişinden aşağıya doğru inen birkaç basamaktan sonrası sularla doludur. Bu piramide gelen su ise Yusuf’un su yolu dedikleri kanaldan gelmektedir. Piramit yer altı kanalıyla Yusuf’un su yoluna bağlanır. Mısır tarihi uzmanı Sir Flinder Petrie Hawara Piramidi üzerine sıra dışı bir bilgi de vermektedir: İçteki odalara aşağıya doğru değil, piramidin içinde yukarı doğru yükselen ve giriş düzeyinin üstünde kalan gizli basamaklardan ulaşılmaktadır.
Peki, bu ne demek?
Piramidi inşa edenler bu gizli odaları bilerek su düzeyinin üstünde inşa etmişlerdir. Demek ki en baştan da suyu getirenler onlardır.
Özetle; geçmişe doğru çıktığımız bu yolculukta eğer önermeler doğruysa Tevrat’ta yazan firavun III. Amenemhet’tir ve tahta çıkışının ikinci senesinde Yusuf’u Mısır’a vali yapmıştır. Yusuf ise kıtlık için dâhiyane bir çözüm bulmuş ve Nil’in suyunu yedi yıllık bol akışlı döneminde El-Feyyum bölgesinde bir yapay göl yani Moiris Gölü’nü oluşturup orada toplamıştır. Bu sayede bölge, Nil’in sularının azaldığı yedi yıllık kıtlık döneminde tahıl ambarı olarak hizmet vermiş, Mısır’ı kıtlıktan kurtarmıştır. Şimdilerde çöl kendisine ait olanı geri almış ve göl çok küçülmüştür; Yusuf’un Su Yolu’ndan da bir bölümü kalmıştır…
Son olarak Yusuf’un hikâyesinin günümüze kadar yansımalarına hızlıca bakalım:
Yusuf kardeşleriyle barışır ve babası Yakup ile tüm ailesini Mısır’a taşır. Yakup’un diğer adı İsrail olduğundan İsrail ve oğulları Kenan topraklarından ayrılır Mısır’a yerleşir, diyebiliriz. Mısır’da çoğalmaya başlarlar. Yusuf ölüp de başka firavunlar başa geçince İsrailoğulları’nın keyifli yaşamları da sonra erer. Bir müddet sonra firavunların sertleşmeleriyle tüm İsrailoğlulları köle olarak çalıştırılır. Dört yüz yıl devam eden bu kâbus Musa’nın gelmesiyle başka bir boyut kazanır. Bir milyondan fazla İsrailli Kenan illerine dönmek için yola çıkar. Tevrat’ta uzun uzun anlatılan bu göçteki maceraları yaşarlar ve sonunda da dönerler. O gün bugündür tarih yazıcıları olanı biteni kaydederler…
Teşekkürler efendim. Yüreğinize sağlık…
Bu yazı www.sechaber.com için yazılmıştır. Bu yazının kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması “5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası“na göre suçtur.